AB yolundaki Türkiye’de son zamanlarda artan TSK ve Yargı tartışmaları çığırından çıkmışa benziyor. Şu yeryüzünde bizden başka ayıp’ın üzerine ayıpla giden bir ülke yok. 50 yıldan beri hep aynı şeyleri tartışıyor, aynı üslubu kullanıyoruz. Özelikle bazı hukukçular öyle bir tablo sergiliyorlar ki vatandaşın kafasında “Yüksek Yargı birilerine karşı blok mu oluşturmaya çalışıyor?” gibi onlarca lüzumsuz soru işaretleri beliriyor. Elbette fikir özgürlüğü olan bir ülkede herkes fikrini açık bir şekilde söyleyebilmeli. Ama zirvede oturanların dernek başkanı imiş gibi kameraların önüne geçip her konuda fikir beyan etmesi doğru bir şey değildir. Yapılan her yanlış açıklama ve kullanılan her sert üslup asker, siyaset ve yargı üçgeninde gerilimi her gün biraz daha tırmandırarak yargı etiğine zarar vermektedir. Bir taraftan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sürekli tartışılırken, diğer yandan yargının aldığı kararlara, yaptığı açıklamalara bakınca bir tuhaflık, bir tutarsızlık söz konusudur.. 1982 Anayasasının 1924 Anayasası kadar sivil olmadığını her platformda dile getirenler bu kez madalyonun diğer yüzünde askere sivil yargı yolunu açan yasayı iptal ederek, temelde var olan bazı önyargıların tekrar filizlenmesini sağlamışlardır. AIHM Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “Dava askeri mahkemede görüldü” diye Türkiye’yi 6 kez tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Bu olup bitenlere rağmen Yüksek Yargının böyle bir kararın altına imza atmasının bence kolay anlaşılır bir yanı yoktur. Eğer hukukun ve demokrasinin temelinde evrensel değerler geçerli ise, üç başlı, beş başlı yargı olmaz. Almanya, Belçika ve Hollanda’da benzeri kurumların varlığından dem vuranlar, ya çok yanlış bilgilendirilmişler ya da büyük bir yanlışın içindedirler. Avrupa’nın birkaç ülkesinde askeri mahkemeler vardır. Ama barış ortamında hiç bir askeri mahkeme faaliyet göstermemektedir. Askeri yargılamalarda sadece tarafsız sivil hâkimler katılıyor. Kanal kanal dolaşarak olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek, kamuoyunu yanlış bilgilendirmek son derece ayıp ve üzücüdür. Kabul etsek de etmesek de şunun şurası bir gerçektir ki, biz hukuku Avrupa’dan çok farklı algılıyoruz. Uzun sözün kısası, Avrupa standartlarında bir hukuk altyapıya sahip olsak bile tarafsızlık ilkesini koruyamadığımız için taşları yeri yerine oturtmamız pek öyle kolay değildir. Ama yinede kabul etmek lazım ki, Türkiye’nin çağdaş sivil bir Anayasaya ihtiyacı vardır. Mecliste gurubu bulunan partiler arasında bir konsensüs sağlanarak Anayasa sorunu çözülebilir. Ancak, maksat bağcıyı dövmek olunca laf üretmekten öteye gidemiyoruz. Sayın Baykal diyor ki, yargıya dokunulmadığı sürece yeni Anayasaya destek verebiliriz. İyi de, yargıya dokunmadan neyi hal edeceksiniz? Parti kapatma inisiyatifinin yargıdan alınıp meclise verilmesi mi sizi korkutuyor? Ciddiyetlik bunun neresinde? 17 ay önce AB hazırladığı yargı reform taslağı Olli Rehn tarafından Adalet Bakanı Şahin’e verilirken niçin herkes suskun kaldı? Bana göre Türkiye’de sadece azınlıkların değil, tüm ülke insanının değişime ihtiyacı var. Toplumsal talep bu yöndedir. Değişen, güçlenen ve kendini kabul ettiren bir Türkiye istiyorsak, Anayasayı, sivil ve çağdaş Anayasa haline getirerek yargıyı her türlü siyasi ve ideolojik polemiklerden arındırmamız gerekir. Aksi halde toplumsal barışın yerleşmesini, adaletin tecelli etmesini beklemek bana göre hayalcilik olur.