Vay Vay Vay...Kafalara bak... Boynu bükük Hasankeyf arkamızdan bakakaldı...Rüzgar fısıltısını getiriyor. “Giden Unutuyor” diyordu “Giden Unutuyor” İçim buruk, gözüm arkada yollara düştük. Seçim otobüsleri ile karşılaşıyoruz sık sık... İstanbul’a aklım kaydı... Hoparlörlerden çıkan ses kulaklarımı kapasam da rahatsız ediyor beni... “Bir ıslıkta sen çaaall” Allahım ıslık çalmayalı acaba kaç yıl oldu diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi. Nasıl çalınırdı diye dudaklarımı büzdüm...Komik olduğumu farkedip vazgeçtim. Hasankeyf’e acaba tekrar nasıl gelebilirimin planını yaparken gözümün önünden geçen devasa boyutlu süslü otobüslerle konvoyun ardı arkası kesilmiyor. Yine aklımda gidip geliyorum İstanbul’a... “Türkiye Büyüsün”... Bu kez çocukluğuma dönüyorum. Annem beni nasıl uyuturdu? “Uyusun da büyüsün niinnni...” 18 yaşımda verdiğim ilk oyum geldi aklıma. Ne kadar da büyüyüvermiştim birdenbire...Sonra ehliyet alınca bir 5 yaş daha büyüdüm sanmıştım. Sonra üniversiteyi bitirince bir 5 yaş daha...Ne de çabuk büyümüşüm ben... Aaaa bu konağı hatırlıyorum. “Sıla” dizisinden... pek seyretmezdim ama anneme ne zaman gitsem ufaktan gözüm ekrana takılırdı. İşte öyle tanıdım. Yapı; Kendine has taşı ile işlenmiş, karakteri ise, dudaklarının üzerine ben oturmuş bir aşiret reisi imajlı kadın gibi...Mağrur... Kapısında rengarenk çocuklar, konakta dizi film çeviren ablalarını taklit ederek, bizim gibi ilginç fotoğraf kareleri yakalama uğruna buralara gelen yerli turistlere poz veriyorlar. Üstelik elinizden tutup, arkasını daha önce fotoğrafçıların fon kullandıkları, renkli kapıların önüne götürüp... “Şakk” eller bellerde...duruş hazır... Kadınlığını keşfetmeye ramak kalmış o derin gülümseme dudaklarının kıvrımında son buluyor. Ve deklanşörlerin o seksi sesi...Şşşşraaakkk... (Bu makineye verdiğim paraya helal olsun ne de güzel şrakklıyor...) Ah çocuklar... Çok acele ediyorlar bir an önce büyüyüp uçmak için...Bizim halimizse onların üzerine cama yapışan sinekler misali...Daha iyi kareler yakalamak için komik durumlardayız. Onlarsa koşup oynamaktan vazgeçmişler...Çoktan unutmuşlar çelikçomak-körebe-yakar topu... keşfedilmeyi bekliyorlar Cansu Dere...Sibel Can...olabilirizi duyumsayan o nefis renkli, masum gözler... Maalesef çocuklarımızı buralarda da doğasına bırakamıyoruz gördüğünüz gibi... Hep İstanbul’u soruyorlar bana...Taşı toprağı birbirine karışmış İstanbul’u. Giden pişman gitmeyen pişman İstanbul’u... Midyat’a ne zaman geldik. Birden kendimi bir dükkanda markazit bileklik alırken buldum. Bu arada gruba ayıp olmasın diye, bu ünlü el işçiliğinden bir iki parça da ben aldım. Markazit için pırlantı kırıntısı ya da siyah pırlanta diyorlar...Markazit doğal taşı; Minik yıldızlar gibi işleyenin elinde pırıl pırıl parlıyor... Ah bu topraklar ne kadar da büyüleyici... Midyat’ta akşam yemeğinde halay çektik. Sanki de kırk yıldır buralarda halay çekiyorum...”Güm Güm Güm” davulun sesi de girince bir de Süryani şarabı ikram ettiler...Duramıyoruz vallahi...Yollara döküldük... Mardin’i gece tripodlarla yakaladık. Şıkıdım şıkıdım gerdanlıklarını takmış yeni gelin gibi süzüm süzüm süzülüyordu. Aman göz sürmesi, doğal nar ekşisi ve kakaolu bademini almadan gelmeyin... İşte sonunda gençliğimden beri kavuşmak istediğim bir başka harika...Nemrut... Uzun bir yolculukla uyuklayarak geldik. Yarım saatlik bir tırmanma faslından sonra dağın eteklerinde Recm edilmiş gibi duran kocaman kafalar gördük. “Büyüük büyüük babam” diyen reklamdaki çocuk geldi aklıma.Komagene Krallığını esintileri...Vay vay vay...kafalara bak. Akademide okuduğum ilk yıllardan beri hafızama kazınan asil suratlar. Yine geçmişimizin muammalı yapım teknikleri ve binlerce yıl o güneşin muhteşem doğuşu ve batışı... Akşam batırmaya, sabah doğurmaya şahit olmaya çalışan onlarca insanoğluyuz. Ne merak ne merak...Üzerimizde kalın montlar var bazıları battaniyelerle oturuyor. Ancak güneşin batışını ruhumda yakalayıp özümseyemedim. Neden mi? Çünkü; Önce gelip yer tuttum oturun diyen arkada oturan edepsiz kadın tiplemeleri burada da bitiverdiler... “Onbeş dakika da batacak ayağa kalk be kadın, hem biz otursak tripotlar oturmuyor.” “Nemrut’ta nemrutlaşama nolur...” Yok kadınlar ısrarcı...girerken yedi lira verdim oturarak seyredeceğim...anasını sattığımın çeşnisi... sanki sanırsın dağın ruhunu satın aldı...Hep aynı mantık. “Para verdim böyle istiyorum. Banane yapacaksın... yapacaksın. Kulakların çınlasın Cem Yılmaz... İşte arkadaşlar benimkisi kısa geziden kısa kesitler ve yorumlarım...Ancak gerçek olan şu ki Canım Anadolu’m ilgi bekliyor... Bilgeliklerini paylaşmak için...Orada Bekliyor...