Son yıllarda Türkiye’de öyle olaylar oluyor ki, aslında burada söylemek istediklerimin büyük bir kısmını ifade etmekten içtinap ediyorum. Benim her vesile ile müdafaa ettiğim bir husus, bugünün şartları çerçevesinde daha çok gündemdedir. Milletvekilliği şerefli olduğu kadar, büyük sorumluluk isteyen, kutsal ve yüce bir görevdir. Milletin emanetini taşımak, pek az kişiye nasip olmaktadır. Milletvekilleri, her zaman ülkelerini birinci planda düşünmekte, parti mülazalarını ve genel başkanın gözüne girmek için, tavır ve hareketleri ikinci plana atmalıdırlar. Milletvekili, seçildiği andan itibaren partinin değil, ülkenin yani Türkiye’nin milletvekilidir. Zannedilir ki, dönem sona erdikten sonra milletvekilliği görevi bitmektedir. Öyle olmuyor. Siz milletin, sizi seçenlerin gözünde her zaman milletvekilisinizdir. Sanki TBMM’de görev yapılıyormuş gibi tüm konular, tüm sorunlar, sizi bulur ve vatandaş sizden çare ister. Hele ülkesiyle ilgili meseleleri devamlı düşünüp, fikirler üreten, öneriler sunan, yazıp çizen, televizyon ve radyolarda konuşan, bir insansanız, milletvekilliği görevi, hiçbir zaman bitmemektedir. Türkiye’de fikir yürütürken, öneriler sunarken, zaman zaman fincancı katırlarını ürküttüğünüz olabilir. Hem iktidarla, hem muhalefetle ve bazı kurum ve kuruluşlarla ters düşmenizde mümkündür. Benim fikirlerim ve önerilerim, bazılarının hoşuna gitmeyebilir! TBMM’de görev yaparken, tüm dünya demokrasilerinde ve parlamentolarda var olan, vazgeçilmesi mümkün olmayan, yerinde bir müessese olan dokunulmazlık, hiçbir şeyden korkmadan, çekinmeden, fikir ve düşüncelerinizi özgürce beyan etme ve olayların üzerine gitme hakkını, milletvekillerine vermektedir. Bu fikir ve iradenin, ortaya konulabilmesi için zaman zaman TBMM’de görevi sona ermiş milletvekillerine de, sıra gelebilir. Bu nedenle ben, biraz ileri giderek, bazı demokratik rejimlerde olduğu gibi, bazı hususlarda tıpkı parlamentodaki gibi, milleti için çalışan önceki milletvekillerine de dokunulmazlık tanınması yararlıdır, diye düşünüyorum. İngiltere’de bunu sağlayan bir düzenleme bulunmaktadır. Öte yandan bu ülkede Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık yapmış bu mertebeye erişmiş değerli ve önemli kişilerin zamanı geldiğinde ülke sorunları, ülkenin karşı karşıya kalabileceği tehlikeler konusunda görüşlerini beyan etmesi şart değil, bana göre bir görevdir. Bu husus, her zaman körü körüne, bir iktidarı, mutlaka tenkit biçiminde anlaşılmamalıdır. Eski Cumhurbaşkanları ve Başbakanların, iktidarı yanlışlıklardan çevirme ve onlara yol gösterici, yapıcı tenkitler yöneltmesi, şarttır. Büyük Atatürk’ten başlayarak, ülkeyi yönetenlerin, endişe duydukları başlıca iki önemli konu var ola gelmiştir. Bunlardan birincisi; gericilik ve irtica ve irticayı faaliyetlerin odağı olmak, ikincisi de Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün tehdit edilmesidir. Diğer bir deyişle, buna da ülkeyi bölen ve parçalamak isteyen faaliyetlerin, odak noktası olmak diyebiliriz. Türkiye’nin geleceği bakımından, halkımızın refah ve huzuru açısından, vatanını seven her Türk vatandaşı bu tehlikelerle mücadele etmek durumundadır. Ekonomik kalkınma, sosyal gelişme, kültür ve sanat, bunlar fevkalade önem taşımasına rağmen eğer bir ülke irtica tehdidi altında çağ dışlılığa ve karanlığa sürükleniyorsa, eğer bir ülkeyi bölerek, ayrı bir devlet kurma hevesleri varsa, diğer yukarıda sayılan teferruattır. Bu tehlikeler altında, ortada ülke falan kalmaz, ekonomik ve sosyal kalkınmanın da değeri bulunmaz. Beni en fazla üzen konu, son zamanlarda bilinçli bir şekilde ordumuzun yıpratılmasıdır. Orduya, yönelik araştırmalar ve sorfular, netice verecek olumlu hareketler değildir. Dünyanın en kritik bölgesinde, iç ve dış düşmanlarla çevrili Türkiye, fevkalade güçlü bir orduya sahip olmak durumundadır. Bu nedenle, ordumuz ile uğraşılmamalı ve onlar kendi asli görevleri olan, vatanı ve milleti savunma göreviyle, baş başa bırakılmalıdır. Bir ülkede, bir iktidar, bazı konularda kontrol sağlayıp, bazı hususlarda belli amaçları gerçekleştirmek istiyorsa ve buna da ordumuzu engel olarak görüyorsa, böyle bir davranış fevkalade yanlıştır. Esasen ben buna da inanmak istemiyorum. Ordu, yargı, üniversite, emniyet güçleri, bakanlıklar ve bürokrasi, bu ülkenin asli kurumları olup, devleti temsil ederler. Yani devlet bir hükmi şahsiyettir, devlet bu organları ile temsil edilir. Her zaman hayatımızın her safhasında söyledik, geldik. Bazı eksikliklere rağmen, insan hak ve hürriyetlerine dayalı, demokratik parlamenter rejim en iyisidir. İktidarların, sandık yolu ile milletin iradesi ve oyu ile değişmesi dışında, hiçbir yolu benimsemedim ve benimseyemem. Türkiye, demokrasi mücadelesinde, fevkalade krizli ve güç dönemler geçirmiştir. Demokrasimizi, tam anlamıyla oturtmak, tüm kurum ve kuruluşları ile işler duruma getirmek şarttır. Ülkeyi, parlamento yönetecektir. Zira, halk tarafından seçilen bu parlamento, milletin ta kendisidir. Öte yandan, her Türk vatandaşı başkalarının hak ve hürriyetlerine zarar vermeksizin ve eylemlere girişmeden, fikir, düşünce ve önerilerini kanunlar çerçevesinde serbestçe ifade edebilmelidirler. Tekrar ediyorum, ülkemizin güvencesi ve bütün meselelerimizin çözüm yeri TBMM’dir. Tüm dünya demokrasilerinde geçerli olan, parlamentoların üstünlüğü prensibini hazmederek, demokrasi ve meclisi her zaman işler duruma getirmeliyiz...