80 yıllık cumhuriyetimizin en ağır krizini yaşadık. Bu durum 12 yıl sürdü. Bu krizin temelinde ülkenin kötü yönetilmesi başka bir ifadeyle de ülkenin yönetilememesi yatmaktadır. Ülkeyi bu hale sokan sebepleri ana başlıklarıyla şöyle ifade edebiliriz; Yurdumuzun bölünmesine yönelmiş ve tamamen gerilla metotlarıyla sürdürülen örtülü veya düşük dozlu bir savaşla karşı karşıya kaldık. Bu dönemde 30,000 den fazla insanımızı kaybettik. Yapılan mücadele ve saldırıların doğurduğu maliyet 400 milyar dolar civarındadır. Bu dönemde Türkiye’nin önüne apar topar gümrük birliği meselesi getirilmiş, mesele doğru irdelenmeden meclisten iktidar ve muhalefet oylarıyla geçirilmiştir. İlgili sözleşme imzalanıp uygulamaya geçildiğinde Türkiye açısından yoğun bir değer kaybı ve uluslar arası ticaretimizde çok engelleyici hükümlerin varlığı görülmüştür. Bunun neticesinde bugüne kadar uğradığımız maddi kayıp 75 milyar dolardır. Bu fedakarlıkları AB girmek için yapıyorduk fakat AB oyalama politikalarından asla taviz vermedi. Yaşanılan bu dönemin önemli olaylarından biride, I. Irak Savaşıdır. Bu savaşta Türkiye stratejik ortağı ABD ye tam bir güvenle tabi oldu. İçte yapılan yanlışlarla adeta ABD tarafından aldatıldık. Ülkemiz bu durumdan 45 milyar dolar civarında bir zarar gördü. Dönemin düşündürücü olaylarından biri de bazı bankaların batırılması suretiyle milletin birikiminin talan edilmiş olmasıdır. Herkesçe malum bu ihanetinde ülkemize maliyeti 50 milyar dolar, alternatif maliyetleri ile beraber Türk toplumuna yüklediği yük 250 milyar dolar civarındadır. Böyle bir tablo dünyanın, Türkiye ölçeğindeki diğer ülkelerinde meydana gelseydi ülkelerin felaketlerine sebep olurdu. Ancak bu aziz millet sabırla kahırla bu yükü çekmekte, çözümü beklemekte, çare diyenleri dinlemektedir. Ülkemizin bu dönemde içinde bulunduğu durum daha iyi değerlendirilebilmek için bazı ekonomik göstergeleri dikkate almakta fayda vardır. 2003 yılı Şubat ayı itibariyle iç borç stoku 159,4 katrilyon TL yani 99,6 milyar dolardır. Aynı dönemde dış borç stoku yaklaşık olarak 128 milyar dolar civarındadır. Bu durumda 2002 yılı devlet bütçesi 39,1 katrilyon (24,4 milyar $) açık vermektedir ki bu bütçede faiz ödemleri toplam 51,9 katrilyon (32,3 milyar $) olarak yer almaktadır. Bu toplam faiz miktarının %78,5 iç borç faizleri, %21,5’ ini de dış borç faizleri teşkil etmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin esas önemli meselesi iç borçların meydana getirdiği zorlamadır. Böylesine borç yükü altında bulunan bir ekonominin diğer göstergeleri de maalesef iç açıcı değildir. Zaten olması da beklenemez. Örnek olarak Türkiye 2003 yılı dünya bankası raporlarına göre dünya toplam ihracatının ‰5, toplam ihracatının ‰6’sını ifade etmektedir. Bu toplam ticaret hacmi olarak ‰11 demektir. Bu oran Almanya için %8,6 ki aradaki fark ürkütücüdür. Yine Fert başına gelir Türkiye’de 2540 dolar, Almanya’da 23700 dolardır. Bu şartlarla Türkiye’nin varlığını uzun süre devam ettirmesini beklemek, şah damarını kesilmiş ve kan kaybeden bir insanın ciddi bir müdahale ile kanını durdurmadan hayatta kalacağını beklemek kadar yanlıştır. Hal böyle iken hem bizi bu duruma getiren hem de başımıza neler açabileceğini bilmemiz gereken dünyadaki olup bitenlere de dikkatle bakmak zorundayız. Uzun yıllar sanki bir gün elimizin tersiyle atıverecekmişiz gibi hafife aldığımız (kültür emperyalizminin) hiçte böyle yüzeysel bir saldırı olmayıp adeta insanımızın genlerini hedef alan stratejik bir saldırı olduğunu şimdilerde hissetmeye başladık zaten o da kendini deşifre etti ve adının küreselleşme veya globalleşme olduğunu açıkladı. Adeta toplumların fert fert beyinlerini, ruh dünyalarını zapt eden globalleşme az gelişmiş ülkelerde bu fertlerin mücadele azimlerini sona erdirmektedir. İnsanları, üretmek kavramından uzaklaştırmakta ve de ne olursa olsun nasıl olursa olsun tüketime yöneltmektedir. Pahalı kaynaklarla kısa bir vakti pembe hayallerle yaşayan toplumlar artık yıkım yaşamaya başlamışlardır.Felaketi fark edip kendine gelenler olduğu gibi halen bu kaosta can çekişenleri de görüyoruz. Rakamların diliyle konuyu ortaya koyacak olursak : 2001 yılında dünya nüfusu 6,1 milyar kişidir. Dünya gayri safi hasılası 31,5 trilyon dolardır. Bu hasılanın %81 ini dünya nüfusunun %16 sına tekabül eden 955 milyon insan meydana getirmektedir. Bunlara gelişmiş ülkeler diyoruz. 31,5 milyon dolarlık Dünya GSH’sının %80,3’ünü gelişmiş ülkeler paylaşmakta %19,7 sini ise dünya nüfusunun %84 ünü teşkil eden diğer ülkeler paylaşmaktadır. Bu analizi derinleştirdikçe geri kalan ülkelerin giderek ufalanan paylarına ve sefalete sürüklenen hayatlarına şahit olmaktayız. Bütün bu değerlendirmelerin sonunda çok acı ve dikkat çekici bir durumla karşı karşıya kalmaktayız. Zira bu sömürü devam ettikçe az gelişmiş ülkeler bir müddet sonra hem Dünya gayri safi hasılası katkıları hem de buradan alacakları pay açısından değerlendirmeye bile giremez sayılabileceklerdir. Düşünebiliyor musunuz milyarlarca insanın dünya için ihmal edilebilir olmaları söz konusudur. Oysaki insan ve onun meydana getirdiği toplumlar hele hele milletler böyle bir sona layık değillerdir. Bu insana ve millete reva görülemez zira insan sadece paradan, maddeden ibaret değildir. Peki madem böyledir neden insan gerçek kıymetinin farkında olarak ayağa kalkıp, zilletten kurtulmak için gayret etmiyor. Bu yok oluşa nasıl rıza gösteriyor. İşte uyumanın ve pembe rüyanın acı bedeli… Global dalganın altından kalkmanın yegane şartı bir sörf tahtasının üstünde bulunmak ve onu maharetle yönlendirmektedir. Bu sörf tahtası milletin kültür değerleridir. Onu yönlendirecek olan ise kültürünü özümsemiş fertlerdir. Globalimizin altında kalmak yerine onun akıl almaz gücünün üstüne binmek ancak ve ancak milli kültürünü anlamak ve ona sımsıkı sarılmak ile mümkündür. Bu yazı büyük ölçüde dünü hatırlatmak içindi.Büyük ölçüde bundan beş sene kadar önce yazılmıştır.Düşüncelerimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi anlatan yazımızla devam ettireceğiz.