Toplumsal Belgeci Fotoğrafın Öncülerinden, İşçi Sınıf Mücadelesini Belgeleyen, Toplumsal Hafıza Kaydını Oluşturan Fotoğraf Sanatçısı; KEMAL CENGİZKAN

‘Türk Fotoğraf Tarihine İz Bırakanlar’  serimizin bu haftaki konuğu Ankara Fotoğraf Sanatı Derneği’nin kurucularından ve ilk başkanlarından fotoğraf sanatçısı Kemal Cengizkan. Cengizkan bize AFSAD’ın ilk yıllarındaki kuruluş felsefesini anlattı ve kendi fotoğraf çalışmalarından özellikle Tacikistan, Afganistan sınırında gerçekleştirdiği S’yomka ve Dora Günel’le yaptığı İçkalpakçı Çıkmazı'ndan söz etti. Kemal Cengizkan’ın AFSAD ile ilgili anlattıkları yakın fotoğraf tarihimizde, fotoğraf sanatçılarının ilk örgütlenme çabaları açısından önemli bir tanıklık sunuyor. Değerli sanatçımızın hayatından kesitleri sizlerle paylaşmaktan onur duyuyorum.

Kemal Cengizkan Bey merhaba, bizler yakınen tanıyoruz ama okuyucularımızın sizi tanıması açısından bize kendinizi kısaca anlatır mısınız?

1950 Ankara doğumluyum. Çocukluk yıllarımda evde fotoğrafla çok iç içe idik, gelen her mektuptan birkaç fotoğraf çıkardı, yılda bir fotoğrafçıya gidilip aile fotoğrafı çektirir, giden mektuplara eklenirdi. Gelen dostlar ve akrabalarla fotoğraf çekilirdi. Bir filme 6x9 cm boyutlu 8 kare çeken babamın körüklü Zeiss-İkon fotoğraf makinesi ailenin kıymetli bir aracıydı. Bende fotoğraf tutkusunun yerleşmesinde İzmir’de fotoğrafçı olan dayımın  etkisi çoktur. İlkokul yıllarımda yazın tatil geçirmek için ailece İzmir’e giderdik. Dayım İbrahim Fotocan’ın Konak’ta bulunan fotoğraf stüdyosu Foto Can, İzmir’in önde gelen fotoğraf stüdyolarındandı, İzmir fuarında pavyonu da olurdu. Dükkânda bir gün geçirmek yaz tatilinin en sevdiğim eğlencelerinden biri olurdu. Dükkân, Kemeraltı’nda, Milli Kütüphane Caddesi üzerindeydi. Çekim stüdyosu, makineler, ışıklar ilgimi çekerdi ama en heyecan verici olan yer karanlık oda idi. Fotoğrafın agrandizörde ayarlanması, kartın pozlanması ve developman banyosunda görüntünün gelişmesi büyülü bir iş gibi gelirdi. Banyoların yarattığı o özel koku, gözlerin kırmızı ışığa alışması, görüntünün ve detayların ortaya çıkışının izlenmesi, tırnakların boyanması hep bu büyünün parçalarıydı. Pouva Start marka 6x6 cm’lik fotoğraf çeken ilk fotoğraf makinem de dayımın armağanı olmuştu. Lise yıllarında da fotoğrafa ilgim devam etti. Evimizin alt katındaki mutfağı bir karanlık oda haline getirmiştim. Zeiss-İkon makineye bir ışık kutusu ekleyerek ve tripodu kullanarak agrandizörümü yapmıştım. Böylece kendi fotoğraflarımı basabiliyordum. Lise yıllarımda şehirde dolaşıp fotoğraflar çekmeye başladım. 1969 yılında ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümüne girdim. Türkiye’de sol hareketin yükseldiği yıllardı, üniversite de bu hareketin merkezlerinden birisiydi; ABD büyükelçisi Komer’in arabasının yakılmasına şahitlik ettim. Gerek üniversitede gerek şehirdeki miting ve yürüyüşlere katılıp fotoğraf çekmeye çalıştım. Ancak makinenin kullanımı zor, bir öğrenci için film pahalı idi; bu nedenle çekimlerim sınırlı kaldı.

1975 yılında bir burs kazanıp İngiltere’ye, Manchester’e gittim. Orada ilk işim 35 mm bir makine almak oldu; Nikkormat FTN, ışık ölçümü ve netlik yapabilmek büyük kolaylık idi. Şehirde dolaşıp gündelik hayatı belgelemeye çalışıyordum. Öğrenci yurdunda bulunan iyi donanımlı karanlık oda ise bulunmaz bir nimetti. Bir gün bir kitapçıda Creative Camera dergisine rastladım, Ansel Adams’ın fotoğraflarından bir seçki vardı. Diğer dergilere hiç benzemeyen, siyah beyaz birkaç kısa projenin yer aldığı, güzel basılmış 36 sayfalık ince bir dergi. Bir sonraki sayıda ise Anders Petersen’i tanıdım. Kapanana kadar derginin abonesi oldum. Bu dergide yer alan çalışmaların benim fotoğraf anlayışımı belirlediğini söyleyebilirim.

1976 yılında Türkiye’ye döndüm. 1977 yılında Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nin kurulduğunu öğrendiğimde hemen üye oldum.

Uzun yıllar AFSAD başkanlığı yaptınız. AFSAD’ın kuruluş amacı neydi, yol arkadaşlarınız kimlerdi hocam? 70’li yıllar toplumsal belgeci anlayışın çok önde olduğu ve kurumsallaştığı yıllardı. Toplumsal belgeci anlayışın fotografik bakışını nasıl anlattınız?

Derneğin kurucuları Sinan Çetin, Merter Oral, Alparslan Aydın, Celal Ertem, Özcan Yurdalan, Ercan Öztürk, Bülent Demirel ve Cüneyt Ayral’dır. Çağdaş Sahnenin içinde bulunduğu mekânın sağladığı olanaklar bir dernek için büyük bir nimetti. Katılım hızla arttı. Eğitim çalışmalarımızda sadece fotoğrafın teknik konuları değil, özellikle toplumsal konuların belgelenmesi, fotoğrafın topluma ulaştırılması gibi konular da ele alınıyordu. Toplumsal belgeci dediğimiz bu anlayışın yabancı ülkelerdeki proje örnekleri anlatılıyor, ‘Arbeiter Fotograf’, ‘Camerawork’ gibi dergiler ve belgesel anlayışın önde gelen fotoğrafçıları tanıtılıyordu. Fotoğrafın belgeci yönü ile ilgilenen ve fotoğrafa toplumsal bir sorumluluk yükleme düşüncesinde olan arkadaşlarla dernek içinde bir araya gelmiştik.  Örneğin ben, gecekondulaşma konusunda bir çalışma hazırladığımı, bunu katılımcılarla paylaştığımı ve gecekondu bölgelerinde çekim yaptığımızı hatırlıyorum.  AFSAD’ın ilk genel kurulu Eylül 1977’de yapıldı ve ben de yönetim kuruluna girdim. Yönetim kurulunda Ercan Öztürk, Özcan Yurdalan, Alparslan Aydın, Bülent Demirel, Sevim İpekçi, Çağdaş Sahneden Sinan Çetin, Celal Ertem ve Aydın Ener vardı.

1970’li yılların getirdiği örgütlenme ruhu fotoğraf sanatına da yansımış, kitlesel hareketler ve dönemin siyasi yapısını etkilemişti. Solun farklı fraksiyonlarını benimseyen fotoğrafçılardan oluşan AFSAD’da, sizin de içinde bulunduğunuz bir grup üye Maden-İş’in MESS’e karşı yürüttüğü grevi fotoğraflayıp Çağdaş Sahne’de sergiledi. İşçi sınıfı mücadelesini belgeleyen ‘GREV’ sergisi tartışma yaratmıştı ve neden toplandı hocam?

O yıllar işçi sınıfı mücadelesinin yükseldiği, zengin bir muhalefet cephesinin oluştuğu yıllardı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) önemli ve büyük bir kuruluştu. İşçilerin yanı sıra memurlar, öğretmenler, teknik elemanlar, sağlık emekçileri de kendi örgütlerini kurmuştu. Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS) ile DİSK’e bağlı Maden İş Sendikası arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sonuçlanamayınca, 1976 yılında başlayan grevler 1977 yılında genişlemiş, yurt çapında onlarca işyeri ve on binlerce işçiyi kapsamıştı. AFSAD’da tanıştığım Özcan Yurdalan, Merter Oral, Alpaslan Aydın ve Ercan Öztürk ile beraber, DİSK’e bağlı çeşitli sendikaların yürüttükleri grevleri belgeledik. Bu çalışma sonunda oluşan sergiyi de GREV adı ile Çağdaş Sahne fuayesinde açtık. Bu sergiye demirci ustası Murtaza Vural heykelleriyle, kardeşi Cevdet Vural da karikatürleriyle katılmışlardı. Kalabalık bir toplulukla açıldı, basından da ilgi gördü. Ancak sergi Çağdaş Sahne yönetimi ile aramızı açtı. ‘İşçi Sınıfı Partisine Özgürlük’ pankartlarının göründüğü birkaç fotoğrafın sergiden kaldırılması isteğini kabul etmedik ve sergiyi kaldırdık. Sergi önce Ankara’da Maden İş sendikasında, daha sonra çeşitli sendikalarda yurt çapında sergilendi. Bu olay sonrasında Çağdaş Sahne grubunun isteği ile AFSAD‘da olağanüstü genel kurula gidildi. (Aralık 1977) Seçimler sonunda yönetime onlardan kimse giremeyince, o akşam dernek defterleriyle birlikte kendimizi kapı önünde bulduk. Bizim listemizde yer alan Fikret Otyam bu duruma epey şaşırmıştı.

İngiltere’de çektiğim fotoğraflardan yaptığım bir seçimle “İngiltere’den İnsan Görüntüleri” sergisini Mart 1978’de Ankara Sanatsevenler Derneği’nde açtım. Bütün fotoğrafları karanlık odamda kendim basmıştım. Bu sergi derneğin adının duyulması açısından da yararlı oldu.

Bu yıl retrospektif albümümü hazırlarken birkaç fotoğrafımı İngiltere’de bir yayıncıya gönderdim. Hemen ilgilendiler, diğer fotoğrafları da gördükten sonra yayınlamaya karar verdiler. ‘Manchester 1975’ isimli albüm 2022 yılında Cafe Royal Books tarafından basıldı, bu yıl da ikinci baskısı yapıldı.

AFSAD’ın başkanı olduğunuz dönemde ‘Fotoğraf’ dergisini çıkardınız. Derginin içeriğinden ve yayın hayatından bahseder misiniz?

Kendimize bir yer bulup çalışmaya başladıktan sonra, baştan beri akıllarımızı kurcalayan ‘fotoğrafın toplumsal bir görevi var mıdır, varsa bunu nasıl yerine getirir’ sorusuna cevap ararken, bunu neden fotoğrafçılara sormuyoruz, dedik ve yazılı bir çağrı yaptık. Olumlu gelen cevaplar sonunda Nisan 1978’de “Türkiye’de Fotoğraf Sanatının İşlevi” konulu iki gün süren ve adına ‘tartışmalı toplantı’ dediğimiz bir etkinliği Ankara’da gerçekleştirdik. Yirmi iki katılımcı arasında Ara Güler, Gültekin Çizgen, Fikret Otyam, Şahin Kaygun, Mehmet Bayhan, Kaya Özsezgin, Onat Kutlar, İsa Çelik gibi fotoğrafın önde gelen isimleri de bulunuyordu. Sunulan bildirilerin tümü, Ahmet Say’ın yayınlamakta olduğu Türkiye Yazıları dergisinin bir özel sayısında yer aldı.

Dernek çalışmalarını duyurmak, fotoğraf konusundaki görüş ve düşüncelerimizi paylaşmak için önce teksir bültenler yayınlıyorduk, bir süre sonra bunlar yetersiz kaldı, çünkü fotoğraf basamıyorduk. Fotoğrafın kitlelere ulaştırılması konusunda kafa yoran bir derneğin bir dergiye ihtiyacı olduğu açıktı, sınırlı olanaklarımızla, “Fotograf” dergimizin ilk sayısını 1978 yılının Kasım ayında yayınladık. Sekiz sayfalık bu küçük dergide duyuru ve haberlerin yanı sıra fotoğraf üzerine görüşlerimizi yayınladık, orta sayfalarda fotoğraflı konular vardı. 1979 yılı sonuna kadar yayınlanan derginin tirajı yükselmesine rağmen maliyetlerdeki yüksek artış ve sıkıyönetim koşulları nedeniyle yayınına son vermek zorunda kaldık. Toplumsal belgeci bir fotoğraf anlayışını yansıtmaya çalışan bu dergi hakkında iki master tezi yapıldığını da belirtmeliyim.

1978, 79 yılları dernek çalışmalarının hareketli geçtiği yıllardı. Ekim 1978’de, Özcan Yurdalan, Merter Oral ve Sevim İpekçi ile birlikte “Yaşamak-2, Selam Yaratana” sergisini Ankara Belediyesi’nin bize sağladığı büyük bir çadırda, Sakarya Caddesinde açtık. İşçiler, işsizler, çalışanlar ve direnenlerle ‘işçi sınıfı’ bu serginin konusuydu. Sergi daha sonra belediyenin gezici sergi aracı haline getirdiği otobüslerle sanayi bölgesinde dolaştırıldı. 1 Eylül dünya barış gününde, Amerika’nın yeni geliştirdiği Nötron bombasını eleştiren “Bulutlar Adam Öldürmesin” isimli sergiyi İstanbul’da Barış Derneği’nin düzenlediği uluslararası bir konferansta sergiledik. Çıraklar, Çalışan İnsan, Türkiye’de Kadın gibi sergilerimizin hemen hepsi, istek üzerine pek çok şehirde, derneklerde, sendikalarda tekrarlanmaktaydı.

1979 yılı içinde, Rahmetli Mehmet Bayhan’ın inisiyatifiyle, bir Fotoğraf Federasyonu kurulması doğrultusunda çalışmaları başlattık. 12 Eylül darbesiyle bu çalışmalar sona erdi.

12 Eylül Darbesi’nin ülkemiz fotoğraf sanatını nasıl etkilediğini dönemin tanığı olarak nasıl ele alırsınız?

1980 Eylül’ünde bütün sendikalar ve dernekler gibi AFSAD da sıkıyönetim tarafından kapatıldı. Bir süre sonra, Cunta yönetimi yasakçı baskıları biraz hafifletme düşüncesiyle bazı dernek ve kuruluşların çalışmalarına devam edebileceğini açıkladığında biz de başvurumuzu yaptık, ilk açılan (Kasım 1980) derneklerden biri de AFSAD oldu. Çalışma koşulları daha da zorlaşmıştı, insanlar ürkekti. Ancak kursların yanı sıra halka açık sergiler, gösteriler ve diğer etkinliklerle çalışmalarımızı Ankara Sanatsevenler Derneği, İngiliz Kültür Derneği gibi mekanlarda sürdürmeye çalıştık. Dernek içerisinde ‘Görüntü’ isimli bir duvar gazetesi yayınladık. Ocak 1984’te ‘Fotograf’ dergisini farklı bir boyutla tekrar yayınlamaya başladık. Aralık 1982’de Birinci Fotoğraf Sempozyumu’nu Alman Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdik. Ben 1985 yılı dahil, çoğunlukla başkanlık da yaparak dernek yönetimi içinde yer aldım. 1986 yılında iş değişikliği nedeniyle Ankara’dan ayrılınca AFSAD yönetiminden de ayrıldım.

Dora Günel ile birlikte Samatya semtindeki  İçkalpakçı Çıkmazı sokağında yaklaşık üç yıl süren bir fotoğraf projesi  yürüttünüz. Sergi çok ses getirmişti, içeriği neydi hocam? 

1995’te İstanbul’da çalışmaya başlamıştım. AFSAD’tan arkadaşım Dora Günel ile birlikte çekim çalışmaları yapmaya başladık. Samatya’daki İçkalpakçı çıkmaz sokağı ilgimizi çekti ve çalışmamızı orada yoğunlaştırdık. Sokak sakinleriyle ilişkimizi geliştirdik. Üç sosyolog arkadaşımızın (Gülay Kayacan, Ebru Soytemel ve Gamze Toksoy) yürüttüğü anket ve sözlü tarih çalışmalarıyla projenin kapsamı derinleşti. 2000 yılında başladığımız çalışmayı Ağustos 2002’de sonlandırdık. 28 Eylül 2002’de sokak boyunca giden duvar üzerinde 200 fotoğrafla ilk sergileme yapıldı. Gün sonunda fotoğraflar sahiplerine verildi. Ekim 2002’de sergi İstanbul Fotoğrafevi’nde açıldı. Sosyolojik araştırma sonuçlarını da içeren “İçkalpakçı Çıkmazı – Bir Sokağın Monografisi” isimli bir fotoğraf albümünü de yayınlamayı başardık. Sergi basında oldukça geniş yer aldı, 5N1K programına da konuk olduk. Sergi ile, İstanbul’un çok kültürlü en eski yerleşim yerlerinden biri olan Samatya’daki büyük ‘yoksulluk’ ve ‘göç ve toplumsal değişim’ fotoğrafı ortaya çıkmıştı. Araştırma yazıları da yayınlandı. Sergi yurt içinde pek çok şehirde, Fransa ve Almanya’da açıldı.

Tacikistan, Afganistan sınırında fotoğraf belgeseli yaptınız, S’YOMKA albümü neyi ifade ediyor?

Tacikistan başkenti Duşanbe’yi ülkenin doğusuna bağlayan yol 3200 metre yükseklikteki dağlık bir bölgeden geçmektedir ve kış aylarında geçit vermemektedir. Halbuki Afganistan sınırını oluşturan Pyanj nehri boyunca uzanan bir yol daha yumuşak bir iklime sahiptir ancak çok kötü durumdadır. İç savaş sonrasında Dünya Bankasından alınan fon desteğiyle Tacikistan hükümeti bu yolun iyileştirilmesine karar verir. Yolun bir bölümünün proje ve kontrollük hizmetlerini çalıştığım firma üstlendiğinden 2001-2005 yılları arasında pek çok defa bölgeye gittim. Sovyetler Birliği döneminde bölgeye elektrik ve su getirilmiş, her köye okul açılmıştı. İnsanlar hoşgörülü, sevecen ve misafirperverdi. Bir fotoğraf projesi için çok uygun bir ortamdı. Her yerde olduğu gibi çocuklar fotoğrafçıya ilgi gösteriyordu; beni fotoğraf çekerken gördüklerinde ‘siyomkaaa, siyomkaaa’ diye sesleniyorlardı. ‘Fotoğraf çekmek’ ve ‘ateş etmek’ anlamına gelen bu sözcük projenin de adı oldu; Mayıs 2014’te albümünü yayınladım, sergisi de Diyarbakır, Çanakkale ve Mersin’de açıldı.

Sizce Türkiye fotoğrafında güzel fotoğraf üretme koşulu var mı? Fotoğrafı sadece güzel unsur olmaktan çıkarıp toplumu anlamanın ve anlamlandırmanın bir aracı haline mi getirmeliyiz?

Özellikle 12 Eylül darbesinden sonra, toplumsal konulu çalışmaların azaldığı ve ‘güzel fotoğraf’ eğiliminin yaygınlaştığı söylenebilir. Yayınlanan ‘güzel fotoğraf’ albümleri de bu anlayışın ürünleri. Uluslararası yarışmalar ve ödüllerle de desteklenen bu anlayış amatör fotoğrafçılar arasında rağbet görüyor. Öte yandan fotoğrafla bir konuyu işlemek, bir soruna çözüm aramak, bir anlayışı aktarmak doğrultusundaki çalışmalar da var. Mesela Özcan Yurdalan’ın belgesel fotoğraf atölyelerine geniş katılım oluyor, fotoğrafçılar sadece ilginç konular işlemiyor, fotoğrafın seçimi, dizimi konularında da çaba gösteriyor. Belgesel bir konuda sürdürülen uzun soluklu işlerin yayınlanan albümleri de var; örneğin Arjen Zwart’ın on yıl süren çalışmasının ürünü Çingene Düğünleri çalışması, Hüsamettin Bahçe’nin Ezidxan, Yusuf Darıyerli’nin Panayır projeleri gibi. Emin Özmen’in Olay albümü Türkiye tarihine bir kayıt. Fotoğraf dünyasını zenginleştiren kavramsal projeler de gelişiyor; Suzan Pektaş’ın, Bahadır Aksan’ın çalışmaları gibi. Özellikle derneklerin eğitim çalışmaları sırasında fotoğrafın ‘tekniği ve güzelliği’ gibi teknik konuların dışında ve belki de daha fazla, farklı fotoğraf anlayışları ve örneklerine yer vermeleri yararlı olacaktır. Fotoğraf, sadece güzel fotoğraftan ibaret değil.

Günümüzde fotoğraf derneklerine bakış açınız nasıldır?

Görebildiğim kadarıyla derneklerimizin büyük çoğunluğu, katılımcıların güzel fotoğraf peşinde hoşça vakit geçirebildikleri bir ortam hazırlıyor; geziler, gösteriler ve sergiler bunu sağlıyor. Gönül ister ki derneklerimiz fotoğrafın, öğretilen bu temellere dayanan ancak sadece onlarla sınırlı kalmayan işler ve çalışmalarla oluştuğunu da öğretsinler, örneklerini göstersinler.

Dünyada neden Türkiye fotoğrafı yok Kemal Bey?

Yukarıda da bahsetmiş olduğum nedenlerle, Türkiye fotoğrafı diye özgün bir bakış açısı geliştiremedik. Ancak ülkemizde üretilen iyi fotoğraf projeleri dünyanın her yerinde ilgi görüyor.

Görsel mecrayı esas alarak, fotoğraf üzerinden duygu ve düşünce dünyanızı ortaya koydunuz. Klasik fotoğrafın has örneklerini içeren bir albüm var elimizde. Son albümünüz  ‘Günlerle Gelen’ içeriğinden bahseder misiniz Kemal Bey?

‘Günlerle Gelen’ benim üçüncü albümüm, iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm 1970 -2005 yılları arasında Türkiye’de çekmiş olduğum fotoğrafları barındırıyor. Türkiye’nin hareketli dönemini kapsayan bu bölümde tanıklık ettiğim toplumsal olayların yanı sıra gündelik yaşamdan görüntüler de bulunuyor. Yabancı Diyarlar başlıklı ikinci bölümde, İngiltere’de ve Kırgızistan’da çektiğim fotoğraflar bulunuyor. Toplamda yüz fotoğraf var. Fotoğraflara Evrim Altuğ ve Özcan Yurdalan’ın yazıları eşlik ediyor. Savaş Çekiç’in ilginç tasarımı ile sunulan 208 sayfalık albüm ESPAS yayınlarında yayınlandı. ([email protected])

Kemal Cengizkan hocam bize değerli vaktinizi ayırdığınız bu özel söyleşi için ‘Önce Vatan Gazetesi’ adına çok teşekkür ederim. Nicelerine, sevgimle..

Bu söyleşi fırsatını verdiğiniz için ben teşekkür ederim.