‘Suriye Olayları’ başlıklı yazım, büyük ilgi gördü. O yazıyı yazdığım zaman, Türk Phantom savaş uçağımız Suriye tarafından düşürülmüş ve iki çok değerli pilot evladımız şehit olmuştu. Phantom (F4) uçağını Suriye’nin düşürdüğü ayan beyan belliyken, Suriye Devlet Başkanı Esad, “Uçağı biz düşürdük” derken, biz ne yapıyoruz? Efendim, acaba uçağımızı Suriye değil de, uçak kendi kendine mi, düştü diyerek, bu durumu ispata çalışıyoruz.
Hadiseyi zamana bırakarak, unutturamayız! Eğer Phantom uçağını Suriye düşürdü ise, -ki öyle olduğunu kendileri söylüyorlar- bunun hesabı Suriye’ye sorulmalıdır! Bu hesap, hem de Suriye’nin anlayacağı dilden sorulmalıdır! Hiç kimse Türkiye’nin bir savaşa dahil olmasını istemez. Hele iyi, kötü ekonomi olumlu biçimde gelişirken, büyüme, ihracat, milli gelir rakamları turizm olumlu seyrederken ve yeterli olmamasına rağmen yatırımlar devam ederken ve en önemlisi Türkiye Cumhuriyetin 100. Yıldönümü olan 2023 hedeflerine ulaşmayı hedeflemişken, tüm bu olumlu gelişmeleri, ters düz edecek bir savaşı istemeyiz. Ama, söz konusu Türk milletinin haysiyet ve onuru olursa, bunun hesabını lafla değil, icraatle göstermek gerekir. Bunun zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Geçen gün TV’de bir program izledim. DSP Genel Başkanı Sn. Masum Türker, Suriye’nin Apo’yu korumasına son verilmesi için, Sn. Ecevit’in talimatı ile Sn. Atilla Ateşpaşa’nın Hatay Reyhanlı’da Suriye’ye son ihtarı, gereken üslupla verdiğini söylemişti ve neticede Türkiye’nin kararlı ve ciddi olduğunu anlayan Suriye, derhal Apo canisini sınırdışı etmişti. Ben bu talimatı Sn. Ateşpaşa’ya, Sn. Mesut Yılmaz’ın verdiğini hatırlıyorum ve biliyorum ki, bu bir blöf değildi. Şayet, Suriye tutumunda ısrar etseydi, Türk Hava Kuvvetlerine Şam’ın bombalanması için talimat verilmişti.
Türkçemizde bir laf vardır, “Eğer tehdidini ikaya müktedir değilsen, tehdit etmeyeceksin”.
Türkiye bidayetten beri, Suriye politikasını, hatalarla dolu olarak geliştirmiş ve bu konuda uzak görüşlü olamayarak, geri dönülmez bir yola girmiştir. Ben hatırlıyorum, İsrail-Arap savaşı sırasında, İsrail’in bir uçağı Suriye tarafından düşürülünce, İsrail, Suriye’nin 26 uçağını hava üssünde imha etmişti. Suriye’nin Türkiye’ye yönelik tutumunu, hiç bir Türk ferdinin içine sindiremediğinden eminim. Ancak, bizim Güneydoğu’da ve başta Kuzey Irak’ta olmak üzere, diğer yerlerde dahili, birçok problemimiz varken, Suriye ile bu kadar uğraşmamızın da bir manası olduğunu sanmıyorum. Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk şöyle demişti; “Hayatta olduğum sürece, Hatay, Kerkük, Musul, Süleymaniye meselesini çözeceğim”. Nitekim, Gazi Hatay meselesini çözmüş ve Hatay’ı Türk topraklarına katmıştır. Sıra 2 milyonu aşkın özbe öz Türk’ün yaşadığı Kerkük, Musul, Telefer, Süleymaniye bölgelerinin, -ki bunlar Misak-ı Milliye Hudutları içerisindedir- Türk topraklarına katılması durumuna gelince, maalesef büyük Atatürk rahatsızlanmış ve bu hedefi akim kalmıştır.
Türkiye’nin yakın ilgi sahası içerisinde bulunan, bu bölgenin ve burada yaşayan öz Türklerin korunmaları ve kollanmaları, maalesef hiçbir Hükümet tarafından yeterince sağlanamamıştır. Bu nedenle, yaptığı bir çok yanlışlar arasında, Dışişleri Bakanı Sn. Davutoğlu’nun Irak Türk bölgesi ziyaretini fevkalade önemsiyorum. Birkaç defa söyledim, Türkiye, tıpkı Kıbrıs’ta yaptığı gibi ve nasıl bölgesel bir Kürt yönetimi kuruldu ise, Kuzey Irak’ta bölgesel Türk yönetimini derhal kurarak, harekete geçirmelidir. Bu yönetimlerin Irak’ın birliği içinde olup olmaması, daha sonra müzakere edilecek bir husustur. Türkiye, ayrıca, nasıl Kıbrıs’ta bir garanti anlaşması varsa, Iraklı Türk kardeşlerimizin can ve mal güvenlikleri başta olmak üzere, orayı her türlü yardımla siyasal ve ekonomik olarak ayağa kaldırmalıdır. Ben inanıyorum ki, ABD’den sonra, NATO’nun en güçlü ordusuna sahip olan 75 milyonluk gelişmiş Türkiye, bu hedefleri kolayca gerçekleştirebilir ve Irak Türklerini garanti altına alabilir. Türkiye’nin devamlı gerileyen her hareketi sineye çeken politikalar değil, zaman zaman dişlerini gösterebilecek politikalar uygulamasının zamanı gelmiştir...
--------
PS: Tüm Mülkiyelileri kucaklayan, Mülkiyeliler Birliği Genel Merkez Ankara’da olmak üzere, Mülkiyelilerin bulunduğu çeşitli şehirlerde faaliyet göstermektedir. Bazı Mülkiyeliler Birlikleri fevkalade aktifdir. Biz Mülkiyeliler, bulunduğumuz şehirlerde bir Mülkiyeliler lokali olsun istiyoruz. Ancak, yeteri kadar ilgi göstermiyoruz. Örneğin İstanbul’daki Mülkiyeliler Birliği, Yönetici arkadaşlarımızın büyük gayretleri ile, Kuzguncuk’ta, şık, nezih, ucuz ve enfes yemekler sunan biçimde hizmettedir. Ancak, Mülkiyelilerin ilgisizliği nedeniyle, kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Hem birlik merkezi olsun diyeceksin, hem de ilgi gösterip, gitmeyeceksin. Peki Mülkiyeliler Birliği nasıl yaşayacak? Ey Mülkiyeliler, Biraz ayıp olmuyor mu?...