Greenpeace tarafından ‘’Seninki kaç santim’’sloganı ile balıkların yumurtlama döneminden evvel avlanmasına karşı düzenlenen protestolar ses getirse de netice hiçte iç açıcı olmadı. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede sofralarımızda balık bolluğu yaşanması gerekirken , mevcut balık soylarının tükenmesine kadar giden bir yoldayız. Sebebi ne olursa olsun artık buna dur demenin zamanı geldi de geçti bile. Dünyada da durum Türkiye’den farklı değil. Önlem alınmazsa ve böyle devam ederse dünyadaki balık stokları 2050’de tükenecek. Büyük balıkların %90’ı çoktan yakalandı. Toplam balık stoklarının %76’sı çoktan bitti. Balıkların bittiği gün deniz yaşamı da bitecek. Oysa hala zaman var. Büyük balıkların yüzde 10’u hala hayatta, balıkların yüzde 40’ı hala denizlerdeki ekosistemi beslemeye devam ediyor. Bugün yavru balık avını durdurabilirsek yarın her şeyi düzeltebiliriz. Kalkanı , lüferi, feneri, kofanası, palamutu, kolyozu,levreği, hamsisi, barbunu, eşkinası, tırsisi,mezgiti, istavriti, uskumrusu,kırlangıçı, tekiri, zarganası, minakopu, orkinosu derken bugün Karadeniz ve Marmara’ da elimizde üç beş çeşit balık türü kalmış. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'nın geçtiğimiz Şubat ayında yaptığı açıklamada ‘’21 Haziran'daki danışma kurulu toplantısı ile ilgili "Balık boylarının yeniden gözden geçirilmesine ilişkin talepler, Haziran ayı içerisinde yapılacak olan Su Ürünleri İstişare Kurulu gündemine alınarak, değerlendirilecek ve buradan çıkacak sonuç doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılacaktır’’ denilmişti. Yapılan toplantı neticesinde, yasal avlama boyları bilimsel verilerden çok uzak olan, ticari balıklar içinde sadece lüferin konuşulduğu toplantıda, lüferin yasal avlanma boyunun 14 cm’den 18 ya da 19 cm’ye çıkarılması önerildi. Bilimsel verilere göre ise lüfer ancak 24 hatta 25 cm’ye ulaştığında yumurta bırakabiliyor. Toplantıda, orfoz, kalkan gibi soyu tehlikede olan türleri de kapsayan görüşmelerin 2012 tebliğinde yapılacağı ifade edildi. Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası Sorumlusu Banu Dökmecibaşı “Bakanlıkta yapılan görüşmede yasal balık avlama boylarının bu şekilde geçiştirilmesi, bilimsel verileri ve kacsantim.org sitesi üzerinden imza atan yarım milyon insanın bu konudaki talebini görmezden gelmektir. Ancak 24-25 cm’de üreyebilen lüferin yasal avlama boyunun 19 cm’ye çıkarılması, bu balığın bir kez bile yumurta bırakamadan avlandığı gerçeğini değiştirmeyecek. Bu anlamda Bakanlık, bu toplantıda yavru balıklar için herhangi iyi bir adım atmayarak balık stoklarının korunması için bu önemli fırsatı kaçırmış oldu. Greenpeace Akdeniz, Lüfer 25 cm, orfoz ve kalkan 45 cm’den aşağı avlanmamalı diyor. Lüfer bu toplantıda ana konu haline geldiği için , hakkında kısa bir bilgiyi sizlerle paylaşayım. Lüfer, hayatına her balık gibi yumurta olarak başlar. Bu yumurtalar dişilerden 900 bin ila 1 milyon 400 bin adet arası çok sayıda bırakılır. Yumurtadan çıkan lüferler çok hızlı büyürler. Baharda doğanlar kışa kadar 15-20cm boya ulaşıp çinekop olurlar. Diğer yandan üreyebilir olgunluğa erişmeleri 2 yıl sürer. Bu 2 yılın sonunda yaklaşık 30 - 35cm'e kadar büyürler. 35 cm'den küçük lüferler, sarıkanatlar vs. daha henüz ergen olabilir, hiç ürememiş olabilir. 21 haziranda yapılan toplantıda balıkçılar ile bilim adamları üç aşağı beş yukarı pazarlıkla lüfer boyunda 19 santime ulaşabildiler. Durum vahim 19 santim neyinde nesi? Tartışmada taraflar arasında ilginç diyaloglar oluştu. Bir tarafta işin ekonomik emekçileri balıkçılar, yatırımlarını avlanmaya göre yapmışlar. Beklemeye vakitleri yok. Göz göre göre kendi ekonomik geleceklerini yok ediyorlar. Diğer tarafta bu işin bilimsel çalışmalarını yapan bilim adamları. Bu iki grubun karşı karşıya kalması bile olayın traji komikliğini gösteriyor. Bilim adamı olayın ekonomik boyutuyla en son ilgilenir. Avlayanlar ise bilimsel verilerle değil ekonomik kaygılarla hareket eder. Bu durumda doğruyu nasıl bulacağız? Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının istişare kurulu bu toplantıda sadece lüfer boyunu tartışarak ve 19 santimde karar kılarak neyi çözdü? Bilim adamlarının bile lüferin ne zaman üreyebileceğinde anlaşamaması ise uzlaşıdan ne kadar uzak olduğumuzun işaretiydi. Toplantıda söz alan İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bayram Öztürk de koruma tedbirlerine karşı bir konuşma yaratarak aktivistlerin tepkisini çekti. Bu arada toplantıya katılan bazı balıkçıların da kota artırımı talep ettikleri bildirildi. Toplantının ikinci bölümünde bir konuşma yapan Ege Üniversitesi’nden Cengiz Mete, 2005 yılında yazdığı “Türkiye Denizlerinde Lüfer” başlıklı tezin sonuçlarını katılımcılara sundu. Mete, lüferin üreme olgunluğunun 23 santimin üzerinde başladığını ve balığın Mayıs ile Temmuz ayları arasında ürediğini söyledi. Mete’nin “Lüferin artık olmamasının nedeni çok küçük avlanması ve sürüye katılamaması” yorumu üzerine ortam gerildi. Avlanma boyunun artırılmasıyla ilgili öneriler ve Cengiz Mete’nin sunduğu bilimsel araştırma sonuçları toplantıya katılan balıkçılar tarafından protesto edildi. Konuyla ilgili yorum yapanlardan birisi ’’Denizden ekmek yiyenlerden tek ses gelmezken amatörlerden, doğayı sevenlerden feryatlar yükseliyor. Boş verin, bırakın tüketsinler balığı, kılçık kalmasın denizde. Bugün sessiz kalıp yarınlarını düşünmeyenler boş denizlerde yüzdürsünler gırgırlarını’’ diyor. Doğal yaşamı ve çevreyi düşüncesizce , sadece ekonomik kaygılarla sürdürmeye çalışırsak, bugün sofralarımıza nadiren koyabildiğimiz balığı yarın bulamayacağız, Güzelim sahillerimiz nükleer tehditle karşı karşıya, Karadeniz bölgesi çayları, ırmakları nehirleri, su tutan alanlar HES projeleriyle kuruma tehdidiyle karşı karşıya, Bafa gölünün durumu ortada, keza Ulubat ve Tuz Gölü’de aynı durumda , sanayi atıklarıyla artık rengarenk akan Ergene nehri can çekişiyor. Öte yandan Abant Gölü ve İzmit körfezinde başlatılan olumlu çalışmalar duyarlılığın hala ölmediğini gösteriyor.Demek ki biraz duyarlı olmak işi çözecek. Su ve suya ait canlıları koruyup kollamazsak, balık neslini değil kendi neslimizi tüketeceğiz. Bugün su ve suya ait canlıları koruyamazsak, yarın karada su ve gıda savaşları kaderimiz olacak. ‘’Kader ‘’ sadece yaratanın elinde mi? Kendi Kaderimizi ve sonumuzu birazda kendimiz hazırlamıyormuyuz? Kararları sadece Devlete ve hükümetlere bırakmamak gerek. Sivil insiyatif karar mekanizmalarını zorlayıcı olmalı ki yönetenler daha doğru karar verebilsinler. Rastgelmesin yurdumun bilinçli balıkçısı, ağlarına yavru balıklar rastgelmesin…