New York Times gazetesinin Pazar günü sayısını aldığımda poşet torbanın içine konulmasını istedim. Ekleriyle beraber 3 kg tutar. Öyle koltuk altına kıstırılıp taşınacak cinsten değil. Sabah başlarsınız okumaya tüm öğleden sonranızı alır, hele birde nerde ne alışveriş vardı yoktu hesabına girerseniz akşamı edersiniz. Kuponların içinden çıkmazsınız. Tüketim ekonomisinin cazip renkli kuponlarını toplar cüzdanınızı da şişirirsiniz. Ev hanımlarının vazgeçilmez muhabbetidir nerde ne ucuza, hangi ucuzluk kuponu nerede var. Tüketim ekonomisinin cennetinde NewYork Times gazetesinin Pazar günkü sayısı ekonominin parametresidir. Dünya tüketiminin %25’nin gerçekleştiği bu ülkede tüketim çılgınlığı birbirini ucuz mal edinmek için Şükran Gününün hemen ertesi gün başlayan Shopping Season-Alışveriş Sezonunda birbirini ezenlerin hikayeleriyle değerlendirilir. Bu kadar talebin olduğu bir ülkede fiyatları kontrol edebilmek hiçte kolay olmasa gerek. İrdelenmesi gereken bu düzenin nasıl kurulduğu, işletildiği, sağlıklı bir yapıya kavuşturulup süreklilik arz ettiğidir. Bu ülkenin beni cezbeden tarafı ne NewYork’un gökdelenleri, ne Dünya Finansın yönetildiği yer olması, ne köprülerinin tünellerinin sayısı, ne Broadway’ı, ne başka ülkeleri her konuda haklı haksız domine etmesi, esas önemli saydığım Devletin 300 milyonluk bir ülkeye en iyiyi, en ucuza, en üst standartta vatandaşlarına sunabilme kabiliyetidir. Bu kabiliyet Amerikan ‘’Ulusal Çıkarı’’dır. Hani gıptayla bakıp, vatanımda bu günleri ne zaman göreceğiz diye de hayıflanmadığım olmuyor değil. Biraz detaya girersek ne dediğim daha iyi anlaşılır. Vatandaşın anlayacağı dilden çarşı pazar muhabbeti yaparsak; etin kilosu ithal ete rağmen 20 usd, ABD’de 1988’de 1998’de 2010’da etin kilo fiyatı hiç değişmedi hep 5-7 usd arası. 3 katı ucuz diyelim devam edelim. Elektronik eşya Türkiye’den %50 ucuz, 2010 Mayıs ayında NewYork’a gittiğimde oğlumla bir laptop aldık, gelince Türkiye’deki fiyatına baktı. Bana söylediği ‘’Baba labtop tam iki katı pahalı’’. Otomotiv %50 ucuz. Hatırlayın 1995 yılında –Tansu Çiller zamanında- AB gümrük birliğine girip Mercedes’i, BMW’yi Almanya’daki fiyatıyla aynı olacağını sandık değilmi, ya da öyle kandırıldık. Ben size 2011 model Mercedes Benz E350 4MATIK marka otomobilin Long Island Mercedes satış yerinde 57,495 usd olduğunu söyleyeyim, İstanbul’da aynı araç 182.000 tl, yani üç aşağı beş yukarı 120 bin usd. Canım illa Mercedes mi olacak derseniz, hadi birde ekonomik bir otomobilde şansımızı deneyelim. Manhattan’da Toyota Corolla 2010 model 15,540 usd, Toyota Avcılar’da aynı araba 45.750 tl yani 29,800 usd. İki katından biraz az. Florida’da 100 bin usd ‘ye havuzlu, bahçeli şahane 2 katlı villa alırsın, bizdeyse Bodrum Marmaris Çeşme’de 100 bin usd’ye arsasını bile zor alırsın. İstanbul’da normal bir muhitte yeni projeli 2+1 daire 200-400 bin usd, New York ‘ta benzer şartlarda 160-200.000 usd, Biz NewYork’taki daire fiyatlarını geçmişiz de bir de eleştiriyoruz olacak iş mi şimdi bu? Buna gelişme denir gelişme. Benzinin litresi İstanbul’da 2.66 usd, New York’ta 0.66 usd, kaç kat ödediğimizi siz varın hesap edin. Bir Amerikalı 4litre (1 galon) benzin alıyor bizse ancak 1 litre benzin. Benzin 4 liraya dayanıncaya kadar zaten dünyanın en pahalı benzinini kullanan Türkiye 4 lira psikolojik sınırına gelince reaksiyon vermeye başladı. Benzin 4 liraya gelene kadar da biz zaten Dünyanın en pahalı benzini kullanan ülke idik, 4 lira olunca da. İlginç olan 2 yıl önce petrol fiyatları 150 dolara çıktığında 3.26 tl’den 3.4 liraya çıkan benzin fiyatının, petrol fiyatları 75 dolara düşünce sadece 3.3 tl ye düşmesi, öte yandan 75 dolardan 95 dolara çıktığında ise 4 liraya çıkması. 75 dolardan 95 dolara çıkınca 20 dolar artan varil fiyatı benzinin fiyatının 3.6 liradan 4 liraya yaklaşık 40 kuruş yükseltti, Ya bir de petrol fiyatı 60 dolar daha yükselip 2 yıl önceki gibi 150 doları geçerse bizdeki benzin fiyat 5 lirayı geçmez mi? Aaa tabii, burada matematik yok, burada mantık yok, burada Türkiye Ulusal çıkarı yok, burada Millet çıkarı yok, burada affınıza mağruren benimde dahil olduğum kerizlerin, enayilerin sesinin çıkmadığı bir ülkenin tepkisizliği var. Aslında burada Devletinin ve vatandaşlarının çıkarından ziyade beceriksizliğin faturasını vatandaşa yükleme anlayışı var. Tepki verenlerin haliyse bambaşka bir komedi. Üniversiteli gençler bir protesto yaparken bile şiddete maruz kalırken başbakanımız polisini ezdirmeyeceğinden bahsediyor. Ingiltere’de öğrenim harçlarının 3 kat artırılmasını protesto eden öğrenciler , yüzyılardır süren Monarşi geleneğine bakmadan, gelecekteki kralları Prens Charles’in aracını tekmeliyor. Bizim kral’ın aracına yaklaşabilirmisiniz? Protesto edebilirmisiniz? Üstüne yumurta atarsanız kaç yıl yersiniz? İki mi Üç mü? Devletimiz burada işin kolayı neyse onu seçmiş, kendi çalışmıyor, vergiyi alması gerekenden değil, en kolay alabildiğinden tahsil ediyor. Maliye Bakanlığı seyyar vergi daireleri kurmuş yol kenarlarına, yani hizmeti ayağımıza getirmiş. Bakmayın siz onların adının Türk Petrol, Shell, Opet, Mobil, Total, Petrol Ofisi olduğuna. Vergi beyan usulünün yaygınlaştırılmadığı, kontrol edilmediği bir ortamda vergiyi toplamak hayal olur. Güzelim memleketimde çalışan sarrafların, diş hekimlerinin, doktorların, gemicik sahiplerinin, likit yumurta üreticilerinin, her üç yılda bir isim değiştiren hastanelerin kliniklerin, havalanındaki pırlanta altın shop’larının, eğer vergi kontrolü olsa inanılmaz gelirleri olduğunu beyan edeceklerine adım gibi eminim. İşte düğüm de burada, Amerika kar zarar fark etmez beyanı istiyor, vergiyi kontrol ediyor, vergi kaçakçılığını taammüden adam öldürmekten sonra en yüksek cezayla cezalandırıyor. Vergiyi alabiliyor aldığı içinde yiyecek, içecek, giyecek, benzin, gibi önemli kalemlerde yüksek vergiye gerek kalmıyor. Vergiyi kazanandan aldığı için vergi adaleti var, bizdeyse iyi kazanandan vergi alamadığı için bas zammı diğer kalemlere, benzine, şekere tuza buza, nasıl olsa alıp yiyecek, binip işine gidecek düşüncesi Devlet tarafından vergi adaletsizliğinin önünü açıyor. Bir de vergisini nasıl olsa af çıkacak diye ödemeyene vergi affı yok mu? Vergi Adaleti’nden vazgeçtik, vergi ödeyene enayi damgasının vurulmasından başka bir şey değil. Şimdi rahmetli Özal’ın deyimiyle Amerika’daki yaşam koşullarının olduğu Küçük Amerika’da siz yaşamak istemezmisiniz? İstersinizde Muz cumhuriyeti anlayışıyla yönetilmeyi neden kabulleniyoruz?