Seçimlerden çok önce "Türkiye koalisyon kültürünü öğrenemedi, bu nedenle koalisyon çıkmamalı" diye bir yazı yazmıştım. Ben 1965-1971 döneminde DPT'de görev yapıyordum. İşler gayet güzel giderken, 12 Mart Muhtırası ile her şey altüst oldu ve koalisyonlar dönemi başladı, pazarlıklar, geciken hayati kararlar, Türkiye'nin patinaj yapması, kan kaybetmesi, hep bu koalisyonlar dönemine rastlıyor. Koalisyonlar kriz demektir. Nitekim Türkiye 12 Eylül 1980 müdahalesi ile karşılaştı. 1983-1991 ANAP'ın tek iktidar döneminde ülke nefes aldı ve 75 yıllık cumhuriyet tarihinde yapılanların, birkaç misli bu dönemde yapıldı, hizmet ve eserler kazandırıldı. Daha sonra gene koalisyonlar ve nihayet 1999-2002 koalisyon hükümeti (DSP-ANAP-MHP) dönemi sonunda yaşanan kriz ile Türkiye tekrar duvara tosladı, Cumhurbaşkanı, Ecevit'in kafasına Anayasa kitabı fırlattı, büyük kriz yaşandı... 2002-2007 AKP tek parti iktidarında, büyük mega projeler olmasa da, bazı önemli işler yapıldı. Ekonomi rayına sokuldu. Enflasyon düştü, paradan 6 sıfır atıldı, faizler kontrol altına alındı, ihracat ve büyüme arttı. DPT'li yıllarda koalisyon hükümetlerinin Türkiye'ye yaptığı tahribatı yaşayan birisi olarak, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde tek partiye dayalı bir hükümetin kurulmasından, ülkenin istikrarı için hizmet, eser üretilmesi için fevkalade memnunum. Türkiye seçimleri büyük bir olgunlukla geçirmiş, katılım %86 olmuştur. Hükümet genelde seçim ekonomisi uygulamamış, Türkiye için hayati önemi haiz, istikrar programına sadık kalınmış, temel göstergelerle oynanmamıştır. Hatta bazı partilerin bol keseden vaatlerine karşılık Başbakan, "Ülkem kaybedeceğine, partim kaybetsin" diyerek, ekonomik istikrar programından vazgeçmemiştir. Ben şöyle kabaca hesap ettim. Bol keseden atan, palavracı partilerin vaatleri 300 milyar doları buluyordu. Türk Milleti, herkesi dinlemiş, yaşadığı 4,5 yılı değerlendirmiş ve o engin sağduyusu ile sandıkta cezalandırmak istediklerini cezalandırmış, iktidar partisine haydi bakalım, sana bir 4 yıl daha veriyorum, memlekete millete hizmet yolunda göreve devam et demiştir. İşte demokrasinin özünde yatan budur. Milli iradenin, bu ülkenin sahibi, karar organı vardır. O da milletin ta kendisidir. Demokrasi kültürü sandıktan çıkan netice ve milletvekillerine, halkın temsilcilerine saygı duymayı, milletin kararını baş tacı yapmayı gerektirir. Artık bunu öğrenmeliyiz. Artık bu ülkede iktidarın seçimle gelip, getirmelerine alışmalıyız. Artık bu ülkede milletin tek temsilcisi olan TBMM'ni başımızın üzerinde taşımalıyız. Bazı kurum ve kuruluşlar, hükümete, meclise kafa tutmayı bırakmalı ve kendi durumlarını gözden geçirmelidirler. Özellikle Sayın Ecevit zamanında sayıları artan, kendilerini hükümetin, bakanların üzerinde görmeye alışmış üst kuruluşlar, durumlarını görmelidirler. Aslında millet çıkardığı iktidara benim temsilcim sensin, Anayasa'da bulunan ve sonra kurulan, bazılarının adına özenle üst kuruluşlar denilen kurumları, demokratik düzen içinde yerlerine oturtmak, bunlara devlet otoritesini, hesap verme düzenini kurmak, hükümetin vazifesidir. Demokrasi, hürriyet, halk iradesi düzenidir. Keyfilik, ben her istediğimi yaparım, Başbakan, Bakan takmam düzeni değildir. Mektebi Mülkiyede, Amme Hukuku, Amme İntizamı derslerinde hocamız, rahmetli Prof. Dr. Yavuz Abadan'dan, Amme İntizamının mutlak olduğunu, her makam ve kuruluşun mutlaka hesap vermesi gereken bir üstünün bulunması gerektiğini, kişi ve kuruluşlara yanlış uygulamalar nedeni ile mutlaka hesap sorulması gerektiğini öğrenmiştik. "Hükümetler, Meclislere, Meclisler de, Millete hesap verirler", derdi. Geçirilen 4,5 yıl ki tecrübeler, devlet yapılanmasının ve devlet otoritesinin tekrar kurulmasının gereğini ortaya koymuştur.