New York’ta İngilizce yayınlanan tek Türk dergisinin kurucusu: Cemil Özyurt

Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) 20 sene önce gelen Cemil Özyurt, Amerika'daki tek Türk dergisini yıllardır yönetiyor. 2002 yılından beri çıkardığı "TURKOFAMERICA" dergisi sayesinde kendisiyle yollarımız kesişti. Sıkı bir sarı lacivert sevdalısı da olan Cemil Özyurt, Fenerbahçe USA derneğinin aktif yönetim kurulu üyelerinden biri. Uzun süredir kendisiyle röportaj yapmayı planlıyordum. ABD’nin tek Türk dergisini 19 sene boyunca çıkartmanın ne kadar meşakkatli olduğunu çok yakından biliyorum. Turist vizesiyle New Jersey’e gelip benzin istasyonunda çalışan şimdilerde ABD’deki tek Türk dergisi TURKOFAMERICA'nın Genel Yayın Yönetmeni Cemil Ağabeyin hayat hikayesi...


Röportaj: Anıl Sural

Fotoğraf: Rona Doğan

Önce Vatan Gazetesi Washington DC




Öncelikle ABD maceranız nasıl başladı?

ABD’ye 19 Haziran 2001 tarihinde üniversiteden ev arkadaşım Ömer Güneş’le beraber turist vizesi ile geldik. O dönemde Türkiye’de banka krizi yaşanmış pek çok banka batmış, ekonomi çok kötü durumdaydı. Hem dilimizi geliştirmek, sonrasında master yapmak amacındaydık. Geldiğimizde kalacak bir ev ve iş bulmak önceliğimizdi. Benden bir ay önce Türkiye’den gelmiş bir arkadaşımın New Jersey’deki evine yerleştik. O hafta, hala görüştüğüm ve iyiliklerini unutmadığım Ara Alboyacian’ın yardımıyla 3 Temmuz 2001’de bir benzin istasyonunda iş bulduk. Ara abinin işe başlamamız için aracı olduğu istasyonun sahibi İran’dan okumak üzere ABD’ye gelmiş ve İran’da gerçekleşen devrim sonrasında diş hekimliği fakültesini bırakmak zorunda kalmış Ebbie Ashabi isminde bir iş adamıydı. Arabamız olmadığı için oturduğumuz eve 45 dakika mesafedeki istasyonda 10 ay çalıştık. Ebbie her sabah bizi evden alıp işe götürdü, akşam eve bıraktı. ABD’de karşılaşabileceğim muhtemelen en iyi patronlardan biriyle çalıştık. O dönemde 11 Eylül terör saldırıları gerçekleşti. Öğrenciler için hayat daha da zorlaştı. Turist vizesini öğrenci vizesine çevirerek bir dil okuluna yazıldık. Geldikten sonra yaklaşık 3 ay içinde ev, okul ve iş problemini çözmüştük. 


Türkiye’de 4 yıla yakın Dünya Gazetesi’nde sonrasında Platin Dergisi’nde ekonomi gazetecisi olarak çalışırken bir anda Amerikaya gelip benzin istasyonunda çalıştınız. ABD’de yaşayanlara göre bu durum hayli normal ama kendi kendinize "neden geldim ne yapıyorum" dediniz mi?

Benzin istasyonunda çalışırken bu soruyu kendime çok sordum. Türkiye’den gelmeden önce, Türkiye’nin önde gelen iş adamlarının, şirketlerinin 5 yıldızlı otellerdeki toplantılarında not tutarken, New Jersey’de benzin istasyonuna gelen müşterilerin arabalarına benzin pompalarken buldum kendimi. İlk başta yağ değiştirmek isteyen müşteriler olduğunda, istasyondaki diğer çalışanlardan rica ediyordum. Çünkü o güne kadar herhangi bir arabanın kaputunu açmamıştım ki? Bu işten nasıl kurtulabiliriz diye sürekli arayış içindeydik. Bir süre sonra sanki istasyondan hiç kurtulamayacakmışsınız hissine kapılıyorsunuz. O dönemde limuzinde şoförlük veya garsonluk yapan arkadaşlara gıpta ediyorduk. En azından dışarda sıcak veya soğukta çalışmak zorunda değillerdi. İstasyona yakın Ramapo College vardı ve müşterilerimiz arasında pek çok kolejde öğrencisi vardı. İngilizcemiz yeterli olmadığı için dalga geçenler olduğu gibi dilimizi geliştirmek için yardımcı olanlar da oldu. Ama Amerika’da bir şeyler başarmak istiyorsanız herkes gibi bu zorlu süreci yaşamanız gerekiyor.  


2002’de TURKOFAMERICA dergisini çıkarmaya başladınız bu serüven nasıl gerçekleşti? Şu an neler yapıyorsunuz?

Benzin istasyonunda çalışırken dil okuluna da yazılmıştık. Günde 9 saat istasyonda çalışıp sonra okula gidiyorduk. Hafta sonları bazen bir gün izin yaparken, okul nedeniyle daha fazla izin istediğimiz günler de oluyordu. İstasyon sahibi sürekli izin isteyip az saat çalışmamızdan ötürü zorda kalıyordu. Bir gün, ‘’Siz okul ve işi aynı anda yürütüyorsunuz ama benim daha fazla saat çalışacak elemanlara ihtiyacım var,’’ dedi. 1 Mayıs 2002’de işten çıkardı. İşten çıktıktan sonra bir gün Cliffside Park, New Jersey’de bir Türk restoranında yemek yemeye gittik. Restoranda bir Türk dergisi gördük. Künyesinden sahibine ulaştık. Görüşmeye çağırdı. New York’ta Canal Street’teki bir ofise gittik. Bize hemen dergiyi teslim etti. Bu bizi biraz şüphelendirse de mecburi olarak işe koyulduk. Geri istasyona dönmek istemiyorduk. Ben yayın yönetmeni, Ömer de reklam ve pazarlama müdürü olarak işe başladı. Aradan bir ay geçti. Biz dergiye haber yapıyoruz, reklam satıyoruz ama maaş yok. Ev kirasını borçla ödüyoruz. New York’a her gün bir arkadaştan borç alıp gidiyoruz. Zamanla derginin faal olarak basılmadığını, yayınına 6 ay önce ara verdiğini, daha doğrusu kapandığını, sahibinin de bizle birlikte dergiyi yeniden ayağa kaldırmaya çalıştığının farkına vardık. Ömer reklam satışlarında gayet başarılıydı. ‘’Sen haberi yazıyorsun, ben reklamı satıyorum. Başkasına çalışana kadar dergiyi biz kendi markamızla çıkaralım’’ dedi. TURKOFAMERICA dergisi böylece doğmuş oldu. Ben ABD’ye gelmeden önce Platin Dergisi’nde 1 yıl kadar çalışmıştım. Dergi tecrübem vardı. Ömer de Uğur Dündar’la Arena programında çalışıyordu. Buraya gelirken halamın oğlu Ajans Press’in sahibi Mehmet Ali Özkan’dan 3 bin dolar borç alıp gelmiştik. İşten çıkarıldığımızda hiç paramız olmaksızın, Türkiye’den vadeli olarak anlaştığımız bir matbaa ile yola çıktık. Platin Dergisi’nde bir dönem birlikte çalıştığımız Gönül Göze isimli bir arkadaş da görsel yönetmen olarak bizle birlikteydi. İlk sayımızı Ağustos 2002’de Türkiye’nin Dünya Kupası’ndaki üçüncülüğünü konu alan bir kapakla çıktık. O zamana kadar ABD’de sadece Hürriyet Gazetesi’nin Almanya baskısı dağıtılmaktaydı. Biz ilk kez Amerika’da yaşayan Türklerin hikayelerini konu alan bir yayın olarak yola koyulduk.

Periyodik olarak baskısı düzenli olmasa da dergiyi 19 yıldır çıkarmaya devam ediyoruz. Bu süre zarfında ortağım 2012 yılında Türkiye’ye döndü. Daha sonra 2014 yılında Ali Çınar ve Cüneyt Gürkan ile birlikte TOA Consulting isminde bir organizasyon ve danışmanlık şirketi kurduk. 2017 yılında Amazon’da satış yapmak üzere bir şirket kurdum.



ABD’de İtalyan, Yunan, Korelilere baktığımızda medyaları çok sağlam. Türkiye’nin ABD’de neden yazılı medya anlamında eksikliği var?

ABD’de Türk medyasının zayıf olmasının ana sebebi yeterince Türk nüfusunun olmaması. İstatistiklere göre ABD’deki Türk nüfusu, resmi olmayan ama sürekli telaffuz edilen 500 bin sayısının çok altında. Benim kişisel tahminin bu sayının 300-350 bin arasında olduğu. Nüfus New York, New Jersey ve California gibi eyaletlerde yoğun. Amerika’da 2001 yılından beri çıkan ve bir süre sonra yayın hayatına son veren yayınların hepsini yakında inceleme şansım oldu. Maalesef bir yayını yaşatabilecek iki unsur var. Reklam veren ve okur. Nüfus az olduğu için reklam verenin beklentilerini karşılayacak bir reklam dönüşü mümkün değil. Okurların da abonelik ile verdikleri destek, yayınları yaşatmaya imkân tanımıyor. Amerikalı büyük kuruluşlardan reklam alabilmek için onlara da ulaştığınız kitleyi büyük göstermeniz gerekiyor. Macy’s veya J.C. Penney firması gazetenize insert vermek istese veya derginize reklam verse, ulaşabileceğiniz yerel okur sayısı binden fazla değil. 330 milyonluk bir ülkede eğer kendi nüfusunuz yeterli değilse bu firmalardan destek almanız da zor. Siz 330 milyonluk bir pazarda 330 bin Türk’e ulaşıyorsunuz ki, bunun da 50 eyalete dağılımını düşündüğünüzde ulaşabileceğiniz maksimum kitle 20-30 binde kalıyor. Bunun da reklam verene geri dönüşü tatminkâr olmuyor. Bir diğer nokta da Türkçe içerikli yayın Amerika’ya gelen birinci kuşağın ilgisini çekiyor. İkinci kuşaktan itibaren ana dil İngilizce olduğu için üretilen Türkçe içerik Amerika’daki geniş bir kitle tarafından takip edilmez veya okunmaz bir içerik olarak kalıyor. ABD’de basılan Türk gazeteleri bedava dağıtıldığı halde yeterince okunmuyor. Bir de dijital içerik, basılı yayın organlarını çok işlevsiz hale getirmiş durumda. Haber üretmek çok pahalı bir şey. Amerika’daki maliyetleri de karşılayabilecek ve yayın organlarına destek vererek yaşatabilecek kâr amacı gütmeyen kurum maalesef yok.

Türkiye’deki medya kuruluşlarının ABD’de kurumsal olarak güçlü olmamasının ana nedeni ise, Türkiye’den Amerika’ya olan bakış açısında gizli. Amerika’da yaşayan biri, Türkiye’deki medya sahipleri tarafından ‘’zaten kendini kurtarmış’’ gözüyle görülüyor. Onun için yaptığı haber, çıktığı yayının maddi bir karşılığı yok. Onun dışında hep kişisel fedakârlıklarla yürütülen çabalar. O da bir yere kadar sürdürülebiliyor.


20 yıla yakın bir süredir bu dergiyi hem maddi hem manevi anlamda çıkarmak bir hayli zor. Bunu nasıl başardınız?

TURKOFAMERICA olarak bizim bir başarımız varsa, bu tamamen kendimize özgü ürettiğimiz içerik ve bize tamamen yaşatmak amacıyla destek veren Türk-Amerikan iş dünyası. Tamamen bağımsız ve kendi ayaklarımız üzerinde duran bir yapımız var. ‘Türkiye’deki emekli annemin maaşından kesilen paralarla oluşturulan fonlardan yardım alarak yayın yapmak bize göre değil. Yaşayacaksak kendimiz ayaklarımız üzerinde durmalıyız,’ diye bir felsefeye inanmıştık, buna da bugüne dek sadık kalmaya çalıştık. İngilizce olarak yayın yapmamız da bir avantaj. Amerika’daki Türklere Türkçe içerik sunarak ayakta kalmak çok zor. Biz kimsenin gitmediği, kapısını çalmadığı, ulaşmadığı insanlara 20 yıldır ulaşıyoruz. Bu ilk başladığımız yıllarda daha değerliydi. Çünkü internet yayıncılığı henüz bu kadar gelişmemişti. 30’dan fazla eyaleti gezip insan hikayeleri dinledik. Onları paylaştık. Sadece güzele ve başarıya yer vermeye gayret ettik. Günlük siyasi kavgalardan uzak durduk. ‘’O başarmış, ben de başarabilirim,’’ duygusunu insanlara vermek istedik. Dergi ilk çıktığında Türkiye’de gazetecilik yapmış deneyimli bir muhabir arkadaş dedi ki: ‘’Dergiye bakıyorum, o da başarılı, bu da başarılı. Başka bir içerik yok,’’ dedi. ‘’Evet dedim, bizim başarı hikayelerine ihtiyacımız var.’’ Zaten aksini okumak isteyenler için binlerce mecra var.


ABD’nin en başarılı ilk 50 Türk Amerikalısı, En başarılı Türk kadınlar, ödül törenleri ve listelerinizden bahsedebilir misiniz? Bizim için de çok değerli yol gösteren çalışmalar...

Başarılı insanların o kadar çok hikayesini yazdık ki, hep hayalim bunları bir çatı altında bir ödül töreninde buluşturmaktı. Bu hayalim 2015 yılında ortaklarım Ali Çınar ve Cüneyt Gürkan’la kurduğumuz TOA Consulting desteğiyle gerçekleştirdik. Amerika’nın en başarılı 50 Türk’ünü New York’ta düzenlediğimiz törenle ödüllendirdik. Amerika’nın 15 farklı eyaletinden insanlar geldi. O geceye katılan bir arkadaşım, ‘’Çok güzel insanlar biriktirmişsiniz, hayattaki en büyük servetiniz bu,’’ demişti. 2016 yılında Amerika’nın En Başarılı 30 Türk kadınını yine New York’ta ödüllendirdik. 2017 yılında 40 yaş altı 40 genci, 2018 yılında Türkiye dostu Amerikalıları, 2019’da da Amerika’nın iş, kültür ve sosyal hayatına katkı sağlayanlara Amerika Ticaret Odası’nın Washington DC’deki ana binasında ödül verdik. Pandemi nedeniyle ara verdiğimiz törenlere bu yıl Eylül ayında tekrar başlayacağız. 


2001’de turit vizesi, daha sonra öğrenci çalışma vizesi derken 2009’da 8 yıl sonra Greencard’ı aldınız. Oldukça zor stresli bir yol. Bahsedebilir misiniz?

Bu aslında bir kitaba konu olacak kadar uzun bir süreç. Önce turist vizesini öğrenciye çevirdik. Ben 2001 yılından 2004 yılına kadar öğrenci vizesi ile kaldım. Dil okulundan sonra Baruch College’da Business Journalism üzerine master yaptım. Derginin içeriği ile ilgili önemli bir karar aldık. 2004 yılında Sarar’ın ABD mağazalarının genel müdür Burçak Akduman, ‘’Bu dergi İngilizce olarak çıkmalı ve Amerikalılar da Türkler’den haberdar olmalı,’’ dedi. Onun vizyonu ve yönlendirmesi ile içeriği Türkçe olan dergiyi tamamen İngilizce’ye çevirdik. O süreç bize çalışma vizesinin yolunu açtı. Çalışma vizesini aldıktan 3 yıl kadar sonra da Greencard başvurusunu yaptık. 20 yıllık aile dostumuz Avukat Sevil Özışık’ın çabaları ile de kartı aldık. Greencard’ı aldığım gün eşime, ‘’Bu 8 yıllık bir emeğin sonucu, içinde çok emek, acı, fedekarlık ve azim var,’’ dedim. 2008 yılında evlendim. Kerem Ali ve Kaan Ahmet isminde iki oğlum var. Belki de bu süreçteki en büyük gurur kaynaklarım eşim ve oğullarım. Eşimin desteği olmaksızın yayıncılık yapılacak ve yürütülecek bir iş değil gibime geliyor. 


20 yıla yakındır buradasınız ve dönüp geriye baktığınızda hiç unutamadığınız anınızı paylaşabilir misiniz?

Pek çok anım var aslında. 2001 yılında benzin istasyonunda çalışırken, İngilizcem de yeterli değil. İstasyona bir araba geldi. Arabanın içinden genç bir kız çıktı. ‘’Do you have a jumper cable?’’ diye sordu. İstasyonda çalışan diğer çocuk, ‘’Adamım benim İngilizcem yeterli değil, sen okumuş adamsın. Sen yardımcı olabilir misin?’’ dedi. Tabii o gazla, genç kıza ‘’How can I help you?’’ dedim. Kız ‘jumper cable’ sordu. Ne anlama geldiğini bilmiyordum. Diğer arkadaşa döndüm: ‘’Arabayı istop ettirmiş. ‘Jump’ zıpla demek. Herhalde vurdurarak çalıştırmak istiyor. Bir omuz atda itekleyelim,’’ dedim. Biz iki kişi arabayı iteklemeye başladık. Kız arabadan ‘jumber cable’ diye bağırıyor. Ben ‘’daha hızlı itekle diyor, devam edelim’ diyorum. Biz itekledikçe, kız daha yüksek sesle ‘jumber cable’ diye bağırıyor. En sonunda arabadan indi. Arabama dokunmayın menajeri çağırın dedi. Biz de, ‘’İyilik de yaramıyor, hem arabayı itekliyoruz hem de azar işitiyoruz,’’ diye söyleniyoruz. İstasyon sahibi içerden geldi. Kızla konuştu. Sonra içerden elinde akü şarj kabloları ile çıktı. ‘’Gençler bunun adı jumber cable’’ dedi. O gün yaşadığım tuhaflığı hiç unutamam. Ne zaman birinin jumber cable ihtiyacı olsa yüzümde bir tebessüm belirir.

Amerika’nın En Etkin 30 Türk Kadını ödül törenine Başkan Barack Obama özel bir mesaj göndermişti. O güzel anılarımdan biridir. Donald Trump kabinesinin İçişleri Bakanı Ryan Zinke 30 Mayıs 2018’de Harvard Club’ta yaptığımız Friends of Turkey ödül törenimize katılmıştı. O gün istasyonda benzin bastığım günlerden, Amerikan İçişleri Bakanı ile aynı masada oturduğum güne kadar geçen süreç bir film şeridi gibi gözümün önünde geçti

Üniversite yıllarımda ev arkadaşlarıma sabahlara kadar Sezen Aksu dinletirdim. Çok büyük hayranlığım vardı. Derginin kuruluşunun 8. yılında Nisan 2010’da Sezen Aksu’ya Amerika’nın 3 farklı eyaletinde konser organize etmek kısmet oldu. Carnegie Hall’i 3 bin kişi hınca hınç doldurmuştu.

Yine 2005 yılında Fire of Anatolia’yı TURKOFAMERICA olarak Madison Square Garden’da 6 bin kişi önüne çıkarmıştık. Fire of Anatolia, dünyayı belki üç kez dolaştı ama Amerika’ya ilk ve tek o zaman geldi.

En hüzünlü anım da ablamı bir trafik kazasında 8 Temmuz 2003 yılında kaybetmiştik. Eyalet dışında gezide olduğum, internet ve telefon bağlantı imkanları olmadığı için vefatından bir hafta sonra gelen e-maillerimi kontrol ederken haberdar olabilmiştim...  


ABD’de Türk nüfuslarıyla ilgili araştırmalarınız var. Zor bir soru ama ABD’de kaç Türk var?

Yukarıda da belirttiğim gibi, ben nüfus işine çok kafayı takmıştım. Amerikan İstatistik Bürosu’nun 2000 sayımında resmi Türk Amerikan nüfusu 117 bin görünüyordu, 2010 yılı verilere göre Amerika'daki Türk nüfusu 196 bin 283. 2015 yılında yapılan nüfus anketlerine göre Türkiye doğumlu 109 bin kişi ABD’de yaşıyor görünüyor.

Amerika'daki sivil toplum kuruluşlarının ve resmi temsilciliklerin verdiği 500 bin sayısı var. Bunu neye dayandırarak veriyorlar bilmiyorum. Kaçak ve kendini Türk olarak tanımlamayanları da varsayarak bu sayıya ulaşmak mümkün değil. Benim kişisel Amerika'daki Türk nüfusu ile ilgili tespitim başka verilere dayalı: Mesela 2014 Cumhurbaşkanlığı ve 2015 Genel seçimlerindeki seçmen sayısı neydi? Bu sayı 90 bin kişi olarak açıklandı. Her bir oy sahibi hanesinde dört kişi olduğunu var sayılırsa, bu rakam 360 bin kişi yapar. Bulunan bu rakam bile abartılı bir rakam olur. Oy kullananlar içinde eş olanlar ve aynı evde yaşayanlar da var. Başka kıstaslar da var kıyaslama yapmamıza yardımcı olacak. Mesela dijital yayınlar başlamadan, Türk televizyonlarını ABD’ye getiren DFH'in 15 bin abonesi vardı, Amerika’da uzun süre yayınlanan Hürriyet Gazetesi günde 3-5 bin kişiye ulaşıyordu. İlk kez Türk milli takımı New Jersey gibi Türkler’in yoğun olduğu bir eyalette 2010'da Çek Cumhuriyeti ile milli maç yapmaya geldi. 18 bin kişilik stadın 4 bin kadarlık kısmı doldu. Central Park'ta Türkiye'nin en ünlü sanatçılarının katıldığı gün boyu gerçekleştirilen konserleri takip eden kişi sayısı 2 bin civarındaydı. Dışişleri Bakanlığı 2019 yılında Meclis’te verilen bir soru önergesine karşılık yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının sayılarını açıklamıştı. ABD’de yaşayan Türk sayısı 300 bin olarak ifade edilmişti. 30 farklı eyaletteki Türk dernek yetkililerinden eyaletlerindeki kabaca Türk sayısını sordum topladım yine 500 bini bulamadım.


Türkiye’den ABD’ye gelmek isteyen Türk gençlerine mesajınız nedir?

Amerika gelmek nihai bir hedef olmamalı. Amerika’ya gelip ne yapmak istedikleri ve neyi başarmak istedikleri ile ilgili bir planları olmalı. Amerika’ya gelen ama sonradan hayal kırıklığı yaşayıp geri dönenleri de görüyoruz. Geldikleri ülkenin ne gibi fırsatlar sunduğunu araştırsınlar, kendi kişisel yapısının buna uyup uymadığını ölçsünler. Azimliler mi? Yaşadıkları ilk hayal kırıklığında, ‘dönüp gideyim, memleket gibisi mi var mı?’ diyecekler. Geldiklerinin ilk haftasında, ‘Boğaz, simit, çay,’ özlemiyle kendilerini kedere mi boğacaklar? Rahmetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le New York’ta bir röportaj yapmıştık. O zaman kendisine, ‘’ABD’ye gelip mutlu olmayan, Türkiye’ye dönmek isteyen gençler var, onlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?’’ diye sormuştum. ‘’Burada kalmaya ve sosyal hayatta, akademide, iş dünyasında tecrübe edinmeye baksınlar. Ülkelerine daha fazla faydaları olur. Burada kazandıkları tecrübe Türkiye’nin daha çok işine yarar,’’ demişti. Ve 1950’lilerde Denver’da gezdiği barajdan öğrendiklerinden Türkiye’de yaptığı baraj inşaatlarında nasıl faydalandığını anlatmıştı. ABD’de edineceğiniz her türlü birikim sadece size değil çevrenize ve ülkenize de katkı sağlar. Eğer Türkiye’de mühendislik okuyup ömrünüzü Amerika’da garson olarak geçirmek istiyorsanız yanlış bir seçim. Amerika’ya geldiklerinde kesinlikle kaçak duruma düşmesinler. Mutlaka yasal yollardan kalmaya gayret etsinler. Amerika göçmenlik sistemi buna imkân tanıyor.


Benim New York’u en sevdiğim yeri Washington’a dönüşü. İstanbul’da yaşadım ama New York’ta yaşamak zor gibi geliyor...

Ben Kırşehir’in 10 bin nüfuslu Mucur ilçesinde doğdum. İlk okulu, ortaokulu orada okudum. Liseden itibaren de İstanbul’da yaşadım. İstanbul’da yaşayan birinin New York’u sevmemesi veya alışamaması pek karşılaşılan bir durum değil. Hele Mucur’da yaşayan birinin New York’a alışamaması:)) New York, İstanbul’da yaşamış kişilerin hiç zorluk çekmeden yaşayabileceği Amerika’daki nadir şehirlerden. Amerika’da 24 saat yaşayan canlı şehir diyebileceğiniz çok fazla şehir yok. Belki Chicago, Boston. Onun için Washington DC dönüşlerini sevmeni, yine içinden nehir geçen bir şehre dönüyor olmana bağlıyorum. 


ABD’de çok farklı kişilerle röportaj ve haber yaptınız. Amerikan rüyasını gerçekleştirdi dediğiniz ilk 3 kişi kimdir? Bir de röportaj sırasında farklı bir anınız var mı?

Aslında buraya üçten çok fazla isim sayabilirim. Ama Ahmet Ertegün kesinlikle ilk sırada yer alır. Kendisi ile Rockefeller binasındaki Atlantic Records’un merkezinde tanışma ve sohbet etme imkânım olmuştu. Amerika’ya caz müziğini sevdiren, Cosmos’la Amerikalıları futbolla tanıştıran ve adını Amerikanın eğlence, müzik ve spor tarihine yazdırmayı başarmış bir isim. Okurlarınıza hayatını anlatan The Last Sultan: The Life and Times of Ahmet Ertegun kitabını okumalarını tavsiye ederim.

Nevada’daki Sierra Nevada Corporation’un sahipleri Eren & Fatih Özmen’i hayatta olanlar arasında ilk sıraya koyabilirim. Öğrenci olarak gelip çalıştıkları şirketi satın alıp uzaya mekik gönderecek hale gelmek herkesin yapabileceği bir şey değil. 3 milyar dolarlık bir şirket olduğunu da ayrıca belirteyim.

Chobani’nin kurucusu Hamdi Ulukaya’nın hikayesi kesinlikle ilham verici. Yoğurt satarak teknoloji şirketleri dışında milyar dolarlık ciro bandını yakalamış başka bir örnek yok.

Röportajlar sırasında en ilginç anıma gelince 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile New York’taki Essex House Hotel’deki görüşmedir. Dönemin New York Başkonsolosu Ömer Önhon ayarlamıştı görüşmeyi. Görüşmeye girerken, gençliğin verdiği asilik ve hoyratlığında etkisiyle ‘’statükonun kendisi, pragmatist,’’ diye söylenerek girmiştik. Çıktığımızda neden ülkeye 6 defa gidip 7 kez geldiğini anlamış ve kendisine hayranlık duyarak çıkmıştık. Eşi Rahmetli Nazmiye Hanım benle ortağıma kolonya ve şekeri bizzat ikram etmiş, anne-babamızı arayıp aramadığımızı sormuştu. ‘İhmal etmeyin sakın haa!’ diye de uyarmıştı. Ülkenin Cumhurbaşkanı ve First Lady’sinden gördüğümüz ilgi dolayısıyla sanki kapı komşumuza misafirliğe gitmişiz gibi bir hisse kapılmıştık.  


Son söz sizin lütfen buyrun...

Bu fırsatı verdiğin için teşekkür ediyorum. Benim gazetecilik serüvenimi bilenler, senin yaptığın haberlerde ve röportajlarda benim gençliğimi gördüklerini söylüyorlar. Umarım emeklerinin ve azminin karşılığını alırsın. Başarılarının devamını diliyorum. Teşekkürler.