Pazar yazıları… Belki en büyük savaşları kendi içimizde yaşıyoruz, arzularımız korkularımızla çarpışıyor, özlemlerimiz kuşkularımızla vuruşuyor, hayallerimiz acı tecrübelerimizin bize kurduğu pusulara düşüyor, mutluluğa doğru coşkulu bir koşu tutturma isteği en olmadık anda kaçıp gidecek huzurun ihanetinden endişeleniyor. Özgürlüğe kendimizi bir boşluğa bırakır gibi bırakma dürtüsü, bizim özgürlüğümüzün bir başkasının esaretine yol açacağının tedirginliğiyle kuşatılmışken biz özgür olabilir miyiz sorusu büyüyor içimizde. Geçmişe olan borcumuz geleceği yaratma gücümüzü zayıflatıyor. Alışkanlıklarımız heyecanlarımızla boğuşuyor. Kendi kendimizle savaşıp, cevaplarını bilmediğimiz sorularla allak bullak oluyoruz. Bizim isteklerimiz başkasına acı verecekse, isteklerimizden vaz mı geçmeliyiz, vazgeçmenin bize çektireceği acı, sevdiğimiz birinin çekeceği acıdan daha mı az yaralar bizi? Sevdiklerimize olan borcumuz ne, peki kendimize olan borcumuz? Bu hayatı nasıl yaşamalıyız? Huzuru mu aramalıyız heyecanı mı? Yaptıklarımızdan pişman mı oluyoruz yoksa yapmadıklarımızdan mı, gelecekte hangisi takılır aklımıza? Bizim mutluluğumuzun yolu bir başkasının mutsuzluğundan geçiyorsa, değiştirmeli miyiz yolumuzu? İnsan en büyük savaşı kendi içinde veriyor. Birbiriyle çelişen duygularımızla hırpalanıyoruz, kimsenin görmediği bir savaş alanı gibi içimiz, kendi ölülerimizle doluyor, duygularımızdan hangisi galip gelirse gelsin, patlayan duygularımızla birilerinin vurulacağını biliyoruz artık. İsteklerimizi, coşkularımızı, özlemlerimizi evcilleştirmeli miyiz, kendi kendimizin avcısı olup kafeslere mı kapatmalıyız ruhumuzu? Bilinmeyenin bizde yarattığı o çıldırtıcı merakın peşinden mi koşmalıyız yoksa bilinmeyenden saklı olana duyduğumuz korkuyla geri mi durmalıyız. Ne yapmalıyız, bu hayatı nasıl yaşamalıyız? Kendimizden başka bir dostumuzun, kendimizden başka bir ordumuzun olmadığı bir savaşta bölünen ruhumuzun hangi tarafının zaferi için uğraşmalıyız. Hangi tarafı tutarsak tutalım neticede yine de bir tarafımıza ihanet etmiş olmayacak mıyız, ihanetsiz yaratılamayacak bir geleceğin yükünü taşıyabilecek kadar güçlü müyüz? Kaçsak, gidecek yerimiz yok, kendi kendimize tutsağız, savaşsak vuracağımız başkalarıyla birlikte yine kendimiz olacağız. Ayaklanmış duygularımızın birbiriyle vuruştuğu bir savaş yaşıyoruz. Geçmişten geleceğe ancak savaşla geçebiliyor ruhumuz, geçmişi olanın geleceği savaşsız yaratılmıyor. Hem mutlu hem huzurlu, hem coşkulu hem korkusuz, hem arzulu hem kuşkusuz olamaz mıyız,geleceği başkalarının hayatlarına dokunmadan, onlarda acınacak yaralarla yaralanmadan yaratamaz mıyız? Nedir bu savaşın ardındaki sır, hangi buyu bizi bizimle vuruşturuyor, hangi korkunç kader geçmişimizi geleceğimizle çarpıştırıyor? Huzur bütün duygularımızı barış içinde tutmaksa eğer, hiç mi huzurlu olamayacağız, bir huzursuzluğa mı mahkumuz? En korkunç savaşı kendi içimizde yaşarken, ne yapmalıyız? Kim akıl verebilir bize? Kim bize yol gösterebilir? Savaşa savaşa, her savaşta bir parçamızı öldürerek mi yürüyeceğiz hayatın içinde? Her mutluluk bir acıdan mı süzülecek? Pusularla, ihanetlerle, saldırılarla, geri çekilmelerle, mütarekelerle, kaçışlarla, esaretlerle dolu bir savaşı yalnız başımıza yaşıyoruz, kim galip gelirse gelsin bir tarafımız hep yeniliyor. Yenilmeden galip gelemiyoruz. Her zafer bir yenilginin izini bırakıyor derinimizde. Zaferlerimiz kadar da yenilgilerimiz oluyor. Kendi kendimizle savaşarak yürüyoruz. Ve savaş, biz bittiğimizde bitiyor ancak. Kelebek anlayışı!... Bir sabah ofisime giderken, arabamı koyduğum garajda yaşadığım küçük bir olaydan harika bir ders aldım. Garaj kapısını açınca, kanatlarını açmış, çırpınıp duran bir kelebekle karşılaştım. Dışarı çıkmaya çalışıyor, habire kapalı camlara çarpıp duruyordu. Kelebeğin dışarı çıkmasına yardım etme düşüncesiyle, garaj kapısını iyice açtım. Ama bu, işe yaramadı. Tam aksine, garaj kapısının açılırken çıkardığı sesten ürken kelebek, daha yüksekten uçmaya başladı ve bir örümcek ağına dolandı. Bu kez, uzun saplı bir süpürgenin yardımıyla, onu ağdan kurtardım ve süpürgeyle dürterek dışarı çıkarmaya çalıştım. Gene olmadı. Kelebek, dışarı çıkması için tek yolun, şeffaf oldukları için dışarıyı gösteren ama gerçekte kapalı olan camlar olduğunu sanıyor olmalıydı. Yine, dışarı çıkmak için cama çarpıp durmaya başladı. Oysa, birazcık başını aşağı eğse, onun dışarı çıkması için kocaman bir kapının açıldığını görecekti. Ne var ki, bütünü göremeyip sadece bir noktaya odaklandığı için, kendisini garajın içinde tutsak kalmaya mahkûm etmişti. Başarılı İnsanların 10 Büyük Gizi... Günlük yaşamlarında doğru karar verirler, gereksiz ve ilgisiz ayrıntılarla,düşüncelerle uğraşmayarak olayların özüne inebilirler. Çalıştıkları alanla ilgili olarak en az bir konuda uzman bilgisine sahiptirler. Bu bilgiye sahip olmanın yolunun ömür boyu öğrenmekten geçtiğini bilirler, yenilikleri sürekli izlerler. Verimli çalışma alışkanlığına sahiptirler ve planlı çalışırlar. Mizah duyguları gelişmiştir. Kendilerine gülmesini bilerek, hatalarının sorumluluğunu üstlenebildiklerini gösterirler. . Çevrelerinin güvenini kazanarak, onların bu güvenlerini kötüye kullanmayacaklarını, her zaman onların çıkarlarını gözeteceklerini duyumsatırlar. . Her zaman temiz, iş ortamına yakışır giysiler giyerler. . Özel yaşamlarına da dikkat ederler. Düzenli bir özel yaşam, onların iş yaşamlarında başarılı olabilmeleri için gerekli enerji ve coşkuyu sağlar. . Yaratıcıdırlar...Yaratıcılık yalnızca sanatçılara özgü değildir. Sıkça unutulsa da yaşamın her alanında yaratıcılığa yer vardır. Beden dilini iyi kullanmanın önemini bilirler. Eleştirirken dikkatlidirler. Yıkıcı değil, yapıcıdırlar..