Ülkemizde AB öylesine bir fenomen haline getirildi ki, artık atılan her adımda AB var! Yani Türkiye ve Türk insanı için değil de, her şey, her adım, her değişiklik AB’ne girmek için gerçekleştiriliyor. Bundan da bizim aydınımız(!) utanç duymuyor! Anayasa değişikliği düşüncesi, Ceza Kanunu tadilatı tasarısı hep bu düşünceyle gerçekleştirilmek isteniyor. Uyum Yasaları bu hedef ortaya konularak yapılıyordu! Şimdi gündemde yine AB talepli Açılımlar var. AB istiyor! Zavallı Türkiye’m! Bu kadar kendinden uzak ve kendini küçümseyen durumlara kimlerle vardın ve kimlerin eliyle bu “takma akıl” devam edip gidiyor… Dün solculardı, sağcılardı şimdikilerin adı “Ilımlı İslâmcılar”. Ne mene neyse bu ılımlılık!.. Ama öyle tesmiye ediliyor. Konulan ad da zaten yine Batı menşeli! Anlatılanlarsa: Birliğe girdiğimizde(!) her şeyin birden güllük gülistanlık olacağı! İnsan haklarının bütün değer hükümleriyle(!) yani Batının ahlâkî değer hükümleriyle şekilleneceği ve de işsizliğin biteceği, millî gelirin yükseleceği, yabancı sermayenin koşa koşa geleceği vs. vs… AKP İktidarı buna samimiyetle inanıyor mu? Yoksa takva mı yapıyor!.. Sorulmağa değer ama her ikisinin de, veya her iki durumun da tartışılmağa açık olduğu şüphesiz.. Atalarımıza özür borçlu değiliz değil mi!.. Fakat benim düşündüğüm tıpkı Gümrük Birliğindeki sorgulanması gereken avantajlarımız(!) gibi geleceklerin avantajlarının(!) da belirgin bir şekilde karşımızda durduğu… Ege Kıt’a sahanlığının Yunan talepleri yönünde çözüme bağlanması! Ermenilerin Soykırım iddiasından ve Karabağ’dan vazgeçmeksizin, hatta Ermeni Anayasasında bulunan taleplerinden bir adım geri atmaksızın Batıyla kucaklaştırılması! Güney Doğu Anadolu’muza müteveccih düşüncelerden veya sahte Kürt federe devletinin Türkiye sevdası(!) göz boyacılığından kaçınıldığı avuntularının devamı.. Oysa bilinir olmalıdır ki Kürtlere devlet kurdurma hedefi Sevr’den beri süregelen bir Batılı tahriki… Üstelik son iki Irak savaşları ile bu olgu safha safha A.B.D. eliyle mesafe almış durumda. Dünya’nın tek başına jandarmalığı görevinin kendisinde ve çıkarlarında olduğuna inanan A.B.D.’nin kovboy mantığıyla ama kendisine en kolay uydu olacakların şuurlu adımlarıyla dünya hâkimiyetine giden yoldaki ısrarı! Bugün vazgeçilmiş gibi yapılan söylemlerin yarın için bir garantisi ise lafta!. Tıpkı yıllar boyu kullanıp sonra ortada bıraktığı ve birden sırtını döndüğü siyasi örnekleri göz ardı etmekse bizim siyasilerimizin hafızasızlığında! Ancak şurası bir gerçek. Batının siyaset dünyasında yer alan Orta Doğu’da yeni sınırların oluşturulması ile Kafkaslar’da Ermenistan için güçlendirici arayışlar tezgâhta olanlar.. Bizimkilerin ağzında ise “komşularla sıfır ihtilaf”. Doğru da! Fakat hep taviz veren konumundaysanız bunun adını koyduğunuzda ürpermez misiniz? Acı olansa Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetmeğe talip olanların böylesi tarih süzgecinden gelen hedeflerle ilgilerinin belli seviyelerde kalmağa devam ettiği! Zira siyasiler için önce olması gereken iktidarları. Sonra da AB(!) yolunda istenilenleri sömürge yöneticileri gibi yerine getirmek ve alınan emirleri tekrar etmek! Öyle görünüyor!.. Örnek mi? Saymağa kalksam içimdeki sıkıntıyı bertaraf edebilme şansım yok ki! Ama yine de şu Uyum ve Açılım Paketleri ihtilâtlarına, daha taviz ve biraz daha taviz kısır döngüsü içersindeki Kıbrıs’ta illâki çözüm isteyen anlayıştaki uyduluğa, PKK terör örgütünün içerdeki ve dışarıdaki işbirlikçilerinin Türk Devletine “teröristlere karşı silah bırakma” talebini tekrarlayabilecek kadar kendinden geçmiş pervasızlığına ve Türkiye’yi tehdide varan terbiye dışı akıl dışılığa sesini çıkaramayan aydınlarımıza bakarken içimin daralmasından kendimi kurtaramıyorum! Unutmadığımsa milletleri yapanın geçmişlerinin olduğu... Fakat ne yazık ki o da giderek cemaatleştirilmekte veya aşiretleştirilmekte! Görülen o ki, bir yığın okur-yazar eline kalemi almış şimdilerde millî olan ne varsa onu çürütmek için elbirliğinde. Oysa çürüyen toplum yapımız. Farkında mı değiliz, yoksa fakında mı olmak istemiyoruz? Bir taraftan beyaz zehir kullanımın 10 yaşlarına kadar indiği haberleri, öte yandan alkollü içkilerden ve beyaz kullanımından doğan genç yaşlardaki insanlarımızın intiharları veya cinayetleri. Devlet aleyhine yolsuzluklar! Cinayetler! Kiminde rant kavgası, kiminde sex-manyağı ilişkilerin getirdikleri.. Son zamanlarda bir cinayet üzerinde sürdürülen çok yönlü trajedinin arka plânına bakan bile yok! Çünkü bu normal bulunan çağdaş bir ilişkinin(!) cinayete dönüşmüş şekli. Cani suçlu. Olay çok iğrenç ve acı. Ama ya arka plânında değer hükümlerimizle bağdaşmayan ilişki tarzı ve bu ilişkilere bile bile ses çıkarmayan aileler! Yoo tabiatıyla bunları düşünmek, hele söylemeğe kalkmak gericilik, çağ dışılık! Çünkü AB’nin en ileri ülkelerinden bilmem neresinde aynı cinslerin evlenmeleri kanunlarla normal hâle getirilmiş, bu tip ilişkilerse çağdaşlığın ilk adımları!.. Sonrasında eh biz de AB liginde olduğumuzda diğer ahlâkî standartlara uyarız birilerine göre! AB’mi dediniz? Onlar giderek Sarkozy veya Merkel’leşmekte! Yani Batı Türkiye’yi bünyesine almak için inanılmaz bir çırpınış içinde!.. Neyse ki Türkiye, Batı için her değerini önlerine serse ve paspas yapsa da, bizi AB’ne almayacaklarını neredeyse tek tek değil artık koro halinde söyleme noktasına geliyorlar. Ama anlayan var mı? Her kesimden örnekler vermek mümkün. Hele muhafazakâr bir kanalımızda öyle bir üçlü var ki, insan öncelikle bu kadar nasiyeleriyle de birbirine benzeyen insanı nasıl bir araya getirdiklerine şaşıyor. Sonra da bu derin benzerliğin iç dünyalarının yansımaları olduğunu idrak ederek bunların AB ihtilatı içinde bulunmalarını kavramakta zorlanmıyor olmalı! Olsun, bunlar veya başkaları, aramızdan birileri AB’nin ahlâkî(!) değerlerini savunmakta ve bunlara “özel hayat” veya “insan hakları” kılıfı giydirmekte bir sakınca görmemeğe ve hatta bunun medyada propagandasını yapmağa devam edeceklerdir!. Zira bunlar Batılılaşmanın, Çağdaşlaşmanın gereğidir! Medyamızın büyük kısmının çıkardan ve doğru yanlış rating’den başka neyin peşinde oldukları da düşünülmeğe değer. Yalan haberleriyle, ahlâkî değerlerimizi hiçe sayan magazinleşmeleriyle bu anlayışın içler acısı yansımasından başka bir şeyle ilgili olmadıklarının bol örneği ile karşı karşıya bulunulduğu ise acı bir gerçek… *Değerli okuyucum, önümüzdeki hafta Mardin’de gerçekleşecek bir sempozyum dolayısıyla mutad haftalık yazımı yetiştiremezsem şimdiden özür dilerim. dr. metin eriş