12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinden itibaren, bir yıl geçmesine rağmen, siyaset çevrelerinde tekrar seçimler gündeme gelmiştir. Yerel seçimlerin 2013 yılına alınması, arkasından 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 yılında da Milletvekili seçimleri konuşulmaktadır. Demokrasilerde seçim fevkalade önemlidir. Diğer bir ifade ile seçim demokratik rejimin gıdasıdır. Demokratik sistem, milletin kendisini belli bir süre idare edecek temsilcilerin, halkın önüne konulacak sandıkla, yani millet iradesinin sandığa yansıması ile belirleneceği sistemin adıdır. Bazı eksikliklere rağmen, demokratik sistem ülkemizde işlemektedir. Seçimler, bu işle görevli yargı organı olan Yüksek Seçim Kurulu’nun gözetim ve yönetiminde yapılmaktadır. Bazı aksamalara ve ihlallere rağmen, genelde Türkiye’de hür, adil, şeffaf bir seçim sürecinden bahsedilebilir.
Seçim kararı genellikle iktidara bağlıdır. Mecliste çoğunluğa sahip olan iktidar partisi, seçim kararı çıkarabilir. Şüphesiz bu karar, iktidarın güçlülüğüne bağlıdır. Yani, iktidar partisi gelecek seçimlerden endişe duyuyorsa, seçim kaybetme tehlikesi varsa, seçimleri yasal sürenin sonuna kadar bekletecektir. Çağdaş, demokratik rejimlerde, iktidar partileri zaman içinde yıpranırlar. Bir veya iki dönem sonunda, seçimleri kaybedecek duruma gelebilirler. İktidarda yıpranmayan, kendini bir dönem ara vererek, yenilemeye ihtiyaç duymayan parti yok gibidir. Aslında, seçimi muhalefet partileri ister. Muhalefet partileri seçimden kaçmazlar ve muhalefet partilerinin, seçim istememeleri görülmüş bir şey değildir ve eşyanın tabiatına aykırıdır. Muhalefet, muhalefet dönemi içinde her zaman seçimlere hazır olmalı ve iktidara karşı gerektiğinde sert muhalefet yapmalıdır. İktidarlara, seçimi kaybettiği takdirde hesap sormakta muhalefet partisinin görevleri altındadır.
Gelelim bizim durumumuza. Seçimleri, nedense hep iktidar partisi istiyor ve seçimleri öne alıp, daha fazla iktidarda kalmak ve belki de icraatlerini tamamlamak için ilave süreler yaratıyor. Asıl ilginç ve görülmemiş husus, iktidar partisinin 2002-2007-2011 seçimlerinden hep üstüne koyarak ve güçlenerek çıkmasıdır. Son seçimde iktidar partisinin oyları %50’lere ulaşmış olup, şu andaki kamuoyu yoklamaları ise %56’ları göstermektedir ve neredeyse Ana Muhalefet Partisi ile %100 oranında bir fark mevcuttur. (CHP %26) İktidar icraatleri ile agresif siyasi tutumu ile seçime hep hazır görünüyor. Muhalefet ise kendi durumunu, iktidarın tavır ve politikasına göre ayarlıyor. Bu bir açmazdır. İktidarın siyasi tercih ve davranışları, muhalefetin hareket alanını belirlememelidir. Muhalefet, iktidara geldiğinde yapacağı icraatlere ait politikasını, kendisi belirlemelidir.
Tüm demokratik olguların tersine, eğer iktidar her seçimde oylarını arttırıyorsa, bu incelenecek ve özellikle muhalefetin kendi durumunu gözden geçirmesi gereken bir husustur. Sanki iktidarın tüm siyasi icraatı doğrudur ve ne yaparsa yapsın, millet tarafından takdir görmektedir. Esasen muhalefet, iktidarın icraatlarının yanlış ve ülke aleyhine olduğuna dair tatmin edici, tutum ve politikalar üretememektedir. Aslında, muhafazakar ve aşırı dinci seçmen oyları, Türkiye’de %15’ler seviyesindeydi. AKP’den önceki MSP, Refah, Fazilet ve de Saadet Partilerinin oy tabanının esası budur. AKP özellikle 2000’li yılların başında Türkiye’yi krize sokarak, büyük güç ve oy kaybeden ve böylece çöken Merkez Sağ’ın (ANAVATAN + DYP) tabanını, oylarını, tabiatıyla, Merkez Sağ kadroları, partinin her kademesine alarak, bu üstünlüğü sağlamış ve Türkiye’nin Merkez Sağ partisi olması yolunda büyük mesafe almıştır.
Aslında ANAP’lı ve DYP’li kadroların ve seçmenin temayül ve inançları, AKP’den çok farklıdır. Bugün, Türkiye’de taş üzerine taş koyulmuş, eserler, hizmet, ezcümle kalkınma başarılmış, “çağ atlayan büyük ve güçlü Türkiye” yaratılmış ise, bunu hep yukarıda ifade ettiğimiz Merkez Sağ iktidarlar sağlamıştır. Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi ve özellikle bizim mensubu olduğumuz ANAVATAN Partimiz, adeta yeni bir Türkiye yaratmıştır. Bu partiler, 2002 yılına kadar başardıkları hizmet, eser ve icraatla son on yıldaki kazanımların hala üzerindedir. Bilhassa, ANAP’ın, kendisine bağlı kadroları, Milletvekilleri, Bakanları ve samimi tabanı, ortada durduğu halde, yok olup ortadan kalkması esef vericidir. Türkiye için de bu durum büyük bir talihsizliktir. ANAPlı kadroların büyük bir bölümü, Milletvekilleri, yeni Demokrat Partiye girmemişler, bir köşede hazır olarak beklemektedirler. Küçük bir bölümü AKP’ye intisap etmelerine rağmen, biliyorum ki, onlarında aklı hala ANAVATAN’da olup, özellikle Özal’lı günlerin, büyük özlemi içindedirler. Merkez Sağ seçmen, ne yazık ki oy verecek başka bir alternatif ve özellikle kendi partileri olmadığından ortada kalmışlar ve ehvenişer olarak AKP’ye oy vermişlerdir.
İşte AKP’nin %50’lere ulaşan oy potansiyelinin ve tabanının gerçek analizi budur. Öte yandan, Ana Muhalefet Partisi CHP ve de MHP ortadan kalkan, partisiz kalan gerçek Merkez Sağ’a sahip çıkamamışlar, bu büyük kadroları ve oy potansiyelini kullanamamışlar ve göz göre göre bu tabanı AKP’ye kazandırmışlardır. Oysa, Sosyal Demokrat ve Sosyal Demokrasi ilkelerini muhafaza ederek, ancak Türkiye gerçeğine uyan, tutum ve politikaları ile Merkez Sağ, özellikle Liberal Merkez Sağ kazanılabilirdi ve eğer bu taban kazanılabilseydi CHP bugün %26’nın ve MHP’de %10’un çok üzerinde olurdu. Aslında bu durum CHP eski Başkanı, Mülkiyeli Sn. Deniz Baykal tarafından teşhis edilmişti. Kendisi ile yaptığım görüşmelerde, büyük ustalık ve manevralarla, Liberal Merkez Sağ’a sahip çıkabileceğinin sinyallerini vermişti. Ne yazık ki, bugün dahi, ne olduğu bilinmeyen bir komploya Sn. Baykal kurban gitmiş, bana göre, istifa etmemesi gerekirken, görevini bırakmış ve Merkez Sağ’a sahip çıkma politikası başarısızlığa uğramıştır.
12 Haziran 2011 seçimlerine, Baykal’sız giren CHP’nin bir tek amacı vardı, aslında fevkalade dürüst, namuslu, çalışkan ve kariyer sahibi yeni Genel Başkan ve çevresindeki insanların Milletvekili olmaları yeterliydi. Partinin ne oy alacağı, kaç Milletvekili çıkarabileceği ikinci plana atılmıştı! Zaten CHP, değil Merkez Sağı, Merkez Sağın kadro ve oylarını kucaklamak şöyle dursun, kendi değerli insanlarını bile dışarıda bırakmıştır. Önümüzde, arka arkaya muhtemelen 2013 ve 2014 – 2015’te doğal olarak seçimler olacaktır. Çok olağan üstü durumlar ortaya çıkmazsa, (çıkabilir de) siyasi konjonktür AKP iktidarının lehinde görülmekte olup, yerel seçimleri, Cumhurbaşkanlığını ve Milletvekili seçimlerini kazanması sürpriz olmayacaktır.
Bakın, çok olağan üstü siyasal ve ekonomik durum ortaya çıkmazsa diyorum! Ben aslında seçimlere giden önümüzdeki süreçte, başta CHP olmak üzere, Muhalefet Partilerinin ne yapacaklarını merak ediyorum...