NEDEN SANAT MEKÂNLARI BOŞ KALIYOR
Selçuk MARUFLU
Mülkiye’den sonra gazetecilik mesleğini seçerek, kendi alanında ünlü olan bir yazarın “bu sene İstanbul çok zengin ve renkli, kültür ve müzik ortamına giriyor” şeklindeki yazısı gözüme çarptı. Zaten, kendisi de önümüzdeki aylardaki kültürel faaliyetlerin ve konserlerin listesini okuyucularının bilgisne sunuyordu.
Şüphesiz İstanbul gibi bir şehirde yaşamak, belki de bir imtiyazdır. Kültür olaylarını ve sanat performanslarını izlemek açısından, İstanbul çok uygun bir kent diye düşünülebilir. Ancak bu sanat olayları, acaba yeteri kadar izleyici ve katılımcı bulabiliyor mu, salonlar doluyor mu? Buna ‘evet’ demeyi çok isterdim. Bu gazeteci arkadaşımız, esasen hayatın güzel ve keyifli taraflarını yaşamaktadır. En güzel lokantalarda, yiyip içmekte, altında özel şoförlü arabası, cebinde bol parası istediği her yere gitmektedir. Zannediyorum ki, hemen hemen tüm tiyatro, konser, sosyal olaylara ait davetiyeler, hazırlop biçimde eline gelmektedir. Diğer bir tabirle, kendileri bu tür davetlerin tabii üyesidir. İstanbul’da sanat faaliyetlerini izlemek sade vatandaşlar için sanatsever olsalar da büyük bir mücadele, yoğun bir uğraşı ve fedakarlıktır.
Bir keresinde, önemli bir konsere bilet aldım ve eşimi alarak, Anadolu yakasındaki evimden, Avrupa Yakasındaki konser salonuna tam 1,5 saat önce arabamla yola çıktım. Köprüye geldiğimde, hiçbir medeni ülkede olmayan şekilde, köprünün Fenerbahçe stadının önünden itibaren tıkandığını ve arabaların adım adım gittiğini yaşadım. Tam 2 saatte, köprüyü geçtiğimizde, konser başlamıştı. Her yerde olduğu gibi, bu konserin yapıldığı yerde de arabamı koyacak yeterli otopark imkanı yoktu. Dön dolaş, zorlukla arabamı park edebildim. Evden çıkarken, ben ve eşim, konsere uygun şekilde giyinmiştik. Yağmur başladı, arabamı park ettiğmi yerden konser salonuna vardığımda, sırılsıklam olmuş, ütülü lacivert elbiselerim ve boyalı ayakkabılarım, yağmur çamur içinde kalmıştı. Aynı durum eşim için de geçerliydi. Verilen aradan sonra, konserin ikinci bölümünü izleyebildik. Şimdi, benim bizzat yaşadığım ve tüm sanat severlerin yaşadığı böyle bir sanat olayına gitmekte, çektiğim eziyet ve üzüntü, keyifle sanatsal faaliyetleri takip etmeye imkan vermiyor mu?
Bir defasında da, Beşiktaş Kültür Merkezi (BKM) oyuncularına gidelim dedik. Aynı şekilde, tiyatronun otoparkı yoktu. Zaten her yere otobüsle, vapurla veya toplu ulaşım araçlarıyla gidilemiyor. Medeni ülkelerde, özellikle Amerika’da ve İngiltere’de bir restoran, bir sanat kültür merkezi yapılırken önce beklenen kapasiteye göre otoparkın yapılması ön şarttır. Otoparktan sonra, asıl binaya izin verilir.
Mülkiyede, Ankara’da, öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum. Ankara, klasik batı müziği konserleri, opera ve bale, tiyatro bakımından birçok zenginlik sunuyordu. Benim için, Ankara’da okumanın en büyük şansı, bu sanat faaliyetlerine katılabilme imkanını bulabilmemdi. Özellikle, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, devlet opera ve balesi, devlet tiyatrosu performansları muhteşemdi. Bunlara giderken, en şık kıyafetimizi giyer, papyon veya kravat takar ve paltolarımızı ücretsiz olan, vestiyere bırakırdık. O zaman adetler böyleydi ve herkes uyardı. Şimdi ise, millet yırtık kotlarla ve kazakla, ellerinde palto ve parkalarıyla sanat faaliyetlerine geliyorlar. Davetiyelerde, yazılsa bile kıyafet mecburiyetine çok az insan uyuyor.
Eğer tiyatro, konser salonları yeteri kadar dolmuyor, boş kalıyorsa, bu İstanbul gibi şehirlerde insanların sanata düşkün olsalar bile, bunları izlemek için bin bir ulaşım mücadeleyisyle, kendilerini ev atması ve TV karşısına geçip, bir daha dışarı çıkmamak durumundan kaynaklanmaktadır. Sanat faaliyetlerine gidenler ise, sadece parasal değil, bir çok güçlükleri, büyük mücadelelerle göze alabilenlerdir.
Öte yandan, bugün İstanbul’da opera, bale, klasik müzik konseri icra edebileceği sanat merkezi yoktur. Atatürk Kültür Merkezi (AKM) yıkılarak, cami yapılmaktan son anda kurtulmuş, ancak restore edilecek diye toz toprak içinde bir yıldır makus talihine ve kaderine terkedilmiştir. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, bir yılı aşkındır konser yeri olmaksızın, orada burada dolaşmaktadır. Binbir güçlükle yetiştirdiğimiz, gerçek sanatçılar, perişan durumdadır. Hepsinin moralleri bozuktur. Devlet tiyatroları, kendi tiyatro binalarından mahrum bırakılmış, alışveriş merkezlerinde sürünmektedirler. Bu nedenle büyük ve iddialı yapıtlar, fiziksel mekan yetersizliği nedeniyle, icra edilememektedir. İşte kültür başkenti ve finans merkezi olmak iddiasındaki İstanbul’da, sanat ve kültürün durumu budur. Ve sanıyorum ki, sanat ve kültür, bu duruma planlanarak ve bilinçle getirilmiştir. Sanata değer vermeyen toplumların, akıbet ve gelecekleri için endişe duymak gerekir.
Bir sözde TV’lerdeki diziler için söylemek istiyorum. O kadar saçma sapan ve seyredilmeyecek diziler yapılıyor ki, bunlara verilen emeğe ve harcanan paraya yazıktır diyorum. Bunların sanatla da hiçbir alakası yoktur. TV sahipleri, dizi yapımında daha dikkatli olmalı ve değer taşımayan, saçma sapan dizileri yayından derhal kaldırmalıdırlar. Ben artık TRT’yi izlemiyorum. TRT, çağdaş bir yayın yerine, ızdırap verici, halkı kültür, sanat ve sağduyu bakımından geliştirecek projelere imza atamamaktadır. Maalesef, Türkiye’nin, TRT efsanesi menfi yöne gelmiştir. Bu nedenle her şeyde olduğu gibi, sanat ve kültür faaliyetlerinde, ileriye ümitle bakamıyorum...
Yorumlar