Aziz Ocağımız, “Mektebi Mülkiye-i Şahane” sadece biz Mülkiyelilere üstün siyaset, iktisat, hukuk, mülki idare, maliye, uluslararası ilişkiler, diplomasi, devlet yönetimi konularında eğitim vermeyip, sanat ve kültür alanında da geniş spektrumlu olanaklar sağlamaktaydı. Bunun yanı sıra, her Mülkiyeli bir veya iki lisana, bihakkın sahip olarak mezun olurdu. Bizim dönemlerde, Mülkiye kendi imtihanı ile öğrencilerini itina ile seçerdi. Mülkiye’ye talep çok fazla olduğundan, Mülkiye’ye giriş sınavları, Ankara’nın yanı sıra İstanbul Hukuk ve İktisat Fakülteleri Amfilerinde de yapılırdı. Yaklaşık 7000 kişinin girdiği, iki gün süren, çok zor imtihanlar sonucunda, Mülkiye’ye 150 kişi alınırdı.

Mülkiyeli olup, Ankara’ya yerleştiğimizde, Ankara’nın sanat, kültür açısından çok büyük imkanlar sunduğu gerçeği ile memnuniyetle karşılaşmıştık. Ayrıca Mülkiye’de, tiyatro, müzik, bale, opera, edebiyat, şiir, resim konularında öğrencilerin katılabileceği, kültür komiteleri bulunuyordu. Bunlara ilaveten başta basketbol olmak üzere spor komiteleri de çok aktifti. (O dönemlerde Mülkiye Basketbol Takımı sürekli Türkiye Şampiyonu olurdu.) Mülkiye’den kendi meslekleri dışında, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Ergin Günce, Turgay Gönenç, Yalçın Küçük, Ayla Kutlu, Erhan Bener, Ali Rıza Akdemir, Gürol Gökçe, Selahattin Aras, Ercan Belen gibi daha bir çok şair ve edebiyatçı yetişmiştir.

Mülkiye’de geleceğin valileri, kaymakamları, büyükelçileri, diplomatları, maliyecileri, müsteşarları, genel müdürleri yetiştiğinden, Türk Dili ve Edebiyatına vukûfiyet, Türkçeyi en güzel şekliyle konuşmak, fevkalade mühimdi. Bu nedenle, Prof. Dr. Nurettin Sevin hocamız tarafından “Hitabet” dersleri verilirdi. Ayrıca haftanın 3 günü, konferans salonunun önündeki pistte akşamları dans programları müzik eşliğinde yapılırdı. Ankara,  Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Riyaseti Cumhur Senfoni Orkestrası, AST, Meydan, tiyatroları ile adeta bir sanat mabedi idi. Geceleri en şık kıyafetlerimizi giyer, mutlaka kravatlarımızı takar (şimdiki gibi jean, pejmürde kıyafetler değil), bu sanat temsil ve gösterilerine katılırdık. Cumartesi günleri saat 11’de, Şef Hikmet Şimşek yönetiminde, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın, Dil Tarih Fakültesi salonunda verdiği konserler muhteşemdi. Bu konserlere yabancı, Türk şefler, solistler katılırdı. Ücretsiz olan bu konserlerde yer bulmak için erkenden kalkar, Dil Tarihe koşardık. Cuma akşamları bale, senfoni, opera gösterilerine, İsmet İnönü, Celal Bayar, Menderes, Bakanlar, yüksek devlet erkanı, eşleri ile birlikte katılırdık. İsmet Paşa en kritik günlerde bile klasik müzik konserlerine katılır, fuayede bizlerle konuşurdu. İstiklal Savaşı’nın en zor dönemlerinde, Yüce Atatürk’ün müzik dinleyerek çalıştığını, ifade etmişti. İsmet Paşa ile konserleri izlemek büyük mazhariyetti.

Mülkiyede hemen her akşam, konferans salonumuzda ünlü sanatçıların katıldığı sanat, edebiyat, şiir faaliyetleri düzenlenirdi. Erman Bayraktar’ın, Işıksal Baltacı’nın, Lumumba Özer’in saz konserlerini daha dün gibi anımsıyorum. Şiir gecelerinde, Ercan Belen (Vali) ağabeyimizin, o kendine özgü sesi, üslubu ile okuduğu, “Efkarmısın, nesin bu akşam, Üstüme gülme sakın, Şuraya efendice geldim, Ağız tadıyla, içeyim dedim..” şiiri, bir ritüel olmuştu. Bizim dönemler hala hatırlarlar. Biz Mülkiye’nin içinde bulunan yurtta kaldığımızdan, tüm bu kültürel aktivitelere rahatça katılırdık. Hatta Mülkiye yurdunun havasını almayan arkadaşlarımızı, “Siz, tam Mülkiyeli sayılmazsınız” diye, kızdırırdık. Tabiatıyla, onlarda tam Mülkiyeliydiler. Ayrıca, meşhur pikniğin yanında ormancılar cemiyetinin altında olan “Ankara Sanat Sevenler Platformunun” müdavimiydik. Orada çok değerli, şiir, edebiyat toplantıları, söyleşiler yapılırdı. Ünlü sanatçılar iştirak ederlerdi. Müzik eşliğinde okunan şiirleri, kız arkadaşlarımızla birlikte nefes almadan, romantik duygularla izlerdik. Müzik, şiir ve romantizm, birbirlerinin tamamlayıcıydılar. Örneğin; Özdemir Asaf’ı dün gibi anımsıyorum. O gündür, bugündür ben hep şiirleri klasik hafif müzik eşliğinde dinlerim. Türk Edebiyatı, dünya edebiyatı, şiirler, yazarlar, romanlar ve tüm bunlar uçsuz, bucaksız eriştikçe erişilmeyen engin bir deniz gibidir. Tüm bu sanat ve kültür faaliyetlerini izlerken daima hafızamızda, Büyük Atatürk’ün “Efendiler, mebus, bakan, reisi cumhur, her şey olabilirsiniz, ancak gerçek sanatçı olamazsınız, sanatçı olmak Allah vergisi, kabiliyet, nitelikleri gerektirir, bu da herkes de olamaz.”, “Sanat ve sanatçıdan mahrum bir milletin, kan damarları kurumuş demektir” ifadelerini yaşarız.

Bazı dönemler vardır ki, ülkeyi yöneteme erkini ellerinde tutanlar, hayatlarında bir kez opera, bale, klasik müzik konseri izlememişler, hatta bir kez eşiyle dans etmemiştir. Şairler, edebiyatçılar, müzik yetenekleri, klasik müzik sanatçıları ezcümle tüm kültür ve sanat insanları, Allah vergisi yeteneklere sahip olup, onlara üstün saygı ve destek elzemdir. Hep var olsunlar, sayıları artsın, devlet ve toplum her daim onları desteklesin... Mülkiye bizlere, sanat ve kültür alanında da çok güzel vazgeçilmeyen hususlar vermiştir.