Mülkiye yıllarında, Ankara’da, İzmir Caddesi’nde, Amerikan Pazarı vardı. Tuslog gibi Amerikan üslerinin PX.lerinden sağlanan, kazaklar, loefer ayakkabılar, naylon gömlekler vs... satılırdı. Bizim Mülkiyelilerin ihtiyaçlarını alışveriş işlerinde bilgili, Aydın (Mison) isimli arkadaşımız sağlardı. Ben de Aydın’ın baş müşterileri arasındaydım. Irmak Tülbenci de bu işe düşkündü... Naylon gömleklerin yıkanması kolaydı. Ütü istemezdi. Loeferlerde havalıydı. En önemlisi de birbirinden güzel, çeşitli renklerde yün kazaklardı. Ben bu kazakların, bütün renklerinden edinmiştim. Sabah dolaplar arasında giyinirken, benim dolaptan, isteyen tullap, istediği kazağı alır giyerdi. Benim en sevdiğim rengi ise, turkuaz olanı idi, onu vermezdim. Daha sonra herkes Mison’dan bu kazaklardan aldı. 29 Nisan 1960 Mülkiye olaylarında, bir arkadaşımız, bu kazakların en göz alıcısından olan kırmızı renklisini giymiş, polislerin dikkatini çektiğinden epey dayak yemişti. İfade ettiğim gibi yurt ve fakülte  binası aynı çatı altındaydı. Bir kapı ile geçilirdi. Sınıflar üçüncü katta, ikinci katta ise dekanlık, muhasebe, hoca odaları, kız arkadaşlarımızın lavabolarının olduğu ‘only for Ladies’ vardı. Ayrıca yabancı hocaların bulunduğu, Nebaska, Arizona Üniversitesi Enstitüleri, Türkiye Amme İdaresi Enstitüsü vardı. Merdivenlerin altında, bodruma inen kısımda kalorifer dairesi bulunurdu, orası bir geminin makine dairesi gibiydi. 

O tarihlerde kız tavlamak için, yakışıklı görünmek için saçlarımız çok önemliydi. Kalorifer dairesindeki sıcak suyun saçlara iyi geldiğine Birol inanmıştı. Kendisinin de saç dökülmesi sorunu vardı. Hatta kafadaki kılcal damarların çalışması için, lavabo açan, vantuz edinmiş, kafasına tatbik etmiş, sonrada çıkarması, biraz zor olmuştu. (Allah rahmet etsin, nurlar içinde uyusun) İşte bizi de yanına alır, Uğur İnan, Okan, Daver kendisine (White Hair) adını taktığımız, kalorifercinin müsamahasıyla, kafamızı, Dr. Birol’un tavsiyesi ile kükürtlü sabunla yıkar, bu sırada Dr.’un saç yıkamanın bilimsel ve tıbbi yönlerini anlatan izahatını dinlerdik. Bir defasında, Dr. izahatı öyle uzattı ki, White Hair neredeyse bayılacaktı.  

Akşamları sınıflarda ders çalışılırdı. Espriler, şakalar, sululuklarda yapılırdı. Bir defasında, ders çalışırken, herkesin sevgilisi Erdoğan Oyal  (Kont Erdoğan/Hariciyeci/Rahmetli oldu), birden ayağa kalkıp, “Ey tullab, eğer gürültü devam ederse, sınıftan çıkacağım” esprisi, herkesi gülmekten, yerlere sermişti. Bir defasında da, Urfalı arkadaşımız, Kadir Güzeloğlu’na, bayramlarda kullanılan “çatapat” atılmış, Kadir “Dur.... LO” dediği için, adı LO Kadir Bey olarak kalmıştır. Yurt kapısından çıkışta, sağda, kantin, lokal ve aşağıdaki yemekhanemiz bulunurdu. Kantinin karşısında ise, konferans salonu, önünde ise dans edilen fuaye vardı. Kantinin küçük odasında, o zamanlar TV olmadığından, büyükçe bir radyo bulunurdu. Radyoda istenileni dinlemek, açıp-kapamak yetkisi üst sınıflara, ağabeylerimize aitti. Biz üst sınıf olunca, bize geçti. Yalnız Pazar günleri saat 11’de Ankara Radyosunda, pop müzik programı vardı. O programı hep birlikte dinlerdik. Kantinin oda kısmı küçük olduğundan, yan tarafta oldukça büyük lokal kısmı, herkesi alırdı. Orada da oturur, konuşurduk. Gündüzleri ders zamanları, o tarihlerde sayıları fazla olmayan kız arkadaşlarımızda, kantine gelirler, yerler, içerlerdi. 

Konferans salonunun önündeki fuayede, haftanın 3 günü dans bilmeyen arkadaşlarımıza, dans öğretilirdi. Tabiatıyla, benim yaşamım İstanbul’da, İzmir’de fevkalade modern bir ortamda geçtiğinden, kendimi bildim bileli, müzik ve dansla iç içe olmuşumdur. İstanbul’dayken, Yelken Kulübünde, Çatıda (Ayten Gencer çıkardı), İzmir’de, Efesin gece kulübünde, Kubanada, Mogamboda, kızlı-erkekli modern bir hayatımız olmuştu. Zaten ben lisede muhtelit, yani kızlı-erkekli okumuş, kız arkadaşlarımızla aynı sırada yan yana oturmuştuk. Mülkiye öyle bir ocaktı ki, bizler, herkesin kazanamadığı çok zor bir imtihanı kazanıp, Mülkiyeli olmuştuk. Türkiye’nin her tarafından, Edirne’den, Kars’a değişik vilayetlerden gelmişiz, aynı yurtta kalıp, hayatımız boyunca unutamayacağımız, hatıralar yaşamışız. Hiç birimiz, hiçbir zaman sen şuradan geldin, sen bu kökenlisin, bu sun diye, asla geçmemiş... Hepimiz Yüksek Mülkiyelilik ruhu ve idealleri ile, Atatürk İlke ve İnkılaplarının izinde “Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz” diyerek yetiştik... Şiarımız, vatanımıza, milletimize, hiçbir karşılık beklemeden hizmet olmuştur. Halk arasında, şıklıkla ifade edilen, bazen de istismar edilen “Önce Mülkiye sonra Türkiye” sözünün anlamı şudur; Mülkiye, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun zayıflama döneminde, Padişah Abdülmecit tarafından, 1859 yılında İstanbul’da kurulmuştu. Mülkiye’nin amacı, devlete, çok iyi yetişmiş, üstün nitelikte idareciler kazandırmaktı. Devlet çöküşe girmişti. Bu nedenle, devlete hizmet için önce Mülkiye ve Mülkiyeliler olacak ki, Devlet, Türkiye rahat etsin... 

Mülkiye’den mezun olanlar, geleceğin valileri, kaymakamları, maliyecileri, hariciyecileri, müsteşar ve genel müdürleridir. Bu nedenle, güzel konuşmak, Türkçeyi iyi ifade etmek şarttır. Bu nedenle, Prof. Dr. Nurettin Sevin tarafından, Mülkiyelilere, hitabet dersleri verilirdi. Bu dersler, adabı muaşeret, davranış, yemek usul ve tavırları ile tamamlanırdı. Konferans salonumuzda devamlı edebiyat, şiir, müzik, opera, bale performansları, paneller, tartışma programları, konferanslar yapılırdı. Bu faaliyetlere, konularında etkin, yetkin, bilgili kişiler, uzmanlar, en yetenekli gerçek sanatçılar çağrılırdı. Bir defasında bir parti yapacaktık. Bir gecede konferans salonunun tüm koltuklarını taşıdık, geniş bir mekan ortaya çıktı, müzik sistemi kurduk. Adına “Boza Partisi” dediğimiz partiye, Ankara’nın, Kolej’den, Dil Tarih’ten, Gazi Eğitim’den en güzel kızları davetli olarak katıldılar. Harika bir parti oldu, yanılmıyorsam, bazı arkadaşlarımız, kızlarla söz kestiler. Sonra tekrar, bir gecede koltukları taşıdık, salonu eski haline getirdik. O tarihlerde partilere “Çay” da denilirdi... Bir de ev partileri vardı, herkes şişesini alır gelirdi, müzik dinleyip, Ankara’nın en güzel kızları ile dans ederdik. Ev partilerini genellikle Kaya Kamer’in, Güray’ın, Ertan Cireli’nin ve Vanoş’un evlerinde yapardık. O yıllarda Ankara Palas, Bulvar Palas, Barikan, İntim gece kulüpleri çok popülerdi. 

(devam edecek)