Yazarın tezi şu; Çünkü mimarlar kazık yer...
Kitabı okuduğumda çok güldüm.  Yıllarca bu işi bi-fiil yapan bir meslek erbabı olarak, toplumumuzda  genel yargının, mimarların kazık attığı yönündeydi. Dile getiremememin acısını yaşıyordum. Kitabı okuduğum da ruhumu, bir paylaşımın dayanılmaz hafifliği sardı ...
Mimarlar dik durur... Belki bale yapmıştır... Belki gerçekten yediği kazıktan onurunu kurtarmak adına, göstermez... Belki yıllardır elemeği, göznuru çizdiği projelerden virgül şeklinde kalmak, acı vermiştir tam ters bir virgül gayreti içindedir... Belki kimse soru sormasın diye beden dilini kullanıyor, kendini sorulara kapatıyordur... Kimbilir belki de yaptığı işin gururundan dimdik ayakta olduğunu vurguluyordur...
Kitabı yazan  büyüğümüz Mimar Doğan Hasol’a yürekten katılıyorum. Neden mi çünkü mimarlık da iç mimarlık da sanat işidir. Görsel Sanatların bir koludur. Tasarım yapan kişinin amacı, ilk etapta eserini pazarlamak değildir. Sonradan da olamayan çok sanatçı tanıyorum. Güzeli yakalayacağım idealizminde hayatın geçtiğini ve paranın yadsınamaz önemini anlayamadan yıllar geçivermiş...
Ha bu arada saksıyı çok iyi çalıştırıp, dünyanın dört bir yanında otel katlarında ofis kullananlar da yok değil... Ticari bakış da hiç öyle görüldüğü gibi kolay değil, yapı ve gelenek işi maalesef... Yapanlara helal olsun diyorum.
Her mesleğin zor tarafları vardır. Ancak mimarlık ve iç mimarlık detay ve ekip işi olduğu için, orkestra şefinin işi kadar zordur. Yanlış tınılar eserin içine eder...
Teşhisten bahsetmiştim son yazımda... Teşhisi yaparken doktorların çok özen göstermesini ve teşhislerin rastgele yapılmamasını vurgulamıştım. Yapılan yanlışların hastaları ölüme kadar götürebildiğini de, en azından çevremizde deneyimlemeyenimiz yoktur herhalde... Toplumlarda insan hayatının önemi, işte bu noktalarda önem kazanıyor. 
Mimarlık da doktorluğa benzer. İşe başlamadan zemin, kullanıcılar, zaman, çevre, iklim, estetik, malzeme, fonksiyon, sağlık ve aklınızın almadığı küçük detayların harmanıdır. Vee... teşhis burada da insiyatif ister... 
“Mimarlar Dik Durur” kitabını mutlaka okuyun. Mesleğin içinde olanlar kendinden bir kesit bulurlarken, dışındakiler mesleğin zorluğu hakkında fikir sahibi olacaklar. Yazar deneyimlerini akıcı ve esprili bir uslüple anlatırken, ülkemiz de kaçınılmaz trajikomik olayları da günyüzüne çıkarmış...
Kendisine teşekkürlerimi arz ederim.Yüreğine sağlık... 
Kitaptan bir parça aktarmak istiyorum. 
“Adam, konuğuna evini gezdirir. Konuk evin bir mekanını beğendiğini belirtir. Evin sahibi, “Evet” der, “Orayı bizim hanım düzenledi.” Konuk bir başka hacimi beğenmediğini söylediğinde ise yanıt söyledir. “Mimara bir türlü anlatamadık derdimizi... Kendi başına yapa yapa bunu yaptı”... Bu durum, işe başladığım yıl da aynıydı, şimdi de aynı...
Hani çocuğun iyi taraflarını kendine, kötü taraflarını eşe benzetmek gibi... Şöyle bir genelleme de yapmak istiyorum bu arada, işi beğenseler de beğenmeseler de hiç “Ellerine sağlık” demezler. Hep bir kusuru vardır mimarın. İşte bu yüzden köşeyazdığımdan beri çok keyifliyim “Kalemine sağlık”  sözcüğünü sık sık duyuyorum.
Mimarlara  toplum teşhisi şöyledir; 
Kırkaltılılar-Çatlaklar... Komisyoncular... Kazıkçılar...
Oysa projeyi çizenin dışında uygulamaya bulaşan herkes komisyon peşinde... Hatta meslekten olmayıp, komisyon alıp işi paslayanlar da bol miktarda... Son yıllarda bu trende,  emlak piyasası da hızla daldı...
Kimse alınmasın, hep derim ya, sözüm meclisten dışarı...