Yıllar önce “Four Horsemen of Apocalypse”, (Mahşerin Dört Atlısı) isimli çok etkileyici bir film seyretmiştim. Dört atlıdan, kırmızı ata binen insanlığı mahveden savaşları, siyah ata binen kuraklık, susuzluk ve kıtlığı, beyaz ata binen inanç, umut yıkımını, solgun renkli ata binen de salgınları, öldürücü hastalıkları (Pestilence, Epidemic, Pandemic) temsil ediyordu. Ata binenler, korkunç görünümlü, Azrail benzeri yaratıklardı. Bu dört süvari insanlığın, yaşadıkça karşı karşıya kalacakları, kaçınılmaz felaket üstü olayları milyonlarca ölümü simgeliyordu. 

Yaşadığımız dünyada çeşitli bölgelerde afetler, felaketler, depremler, heyelanlar, çığlar, seller, volkan patlamaları... Özetle doğal felaketler yaşıyoruz. Ama hiçbiri bu yıl yaşadığımız, tüm  dünyayı etkileyen, saran, hayatı durduran, insanlığın dengesini altüst eden, büyük manevi ve iktisadi tahribata yol açan, yaşadığımız “Coronavirüs Salgın” belası gibi olmadı. Bizim nesiller, böyle bir felaket yaşamadı... 

Deprem, doğal bir felakettir, binlerce insan ölür, hayatlar söner, ancak dünyanın belli bir bölgesini etkiler. Acı verir... 

Bu corona nasıl bir felakettir ki, güçtür ki, tüm dünyayı bir anda mahvediyor... Yüzbinlerce can alıyor. Her şeyi felç ediyor. Ne olduğu, nasıl bulaştığı kesin olarak bilinmiyor, aşısı, ilacı yok. Meçhul bir gözlenemeyen mikrop, güç... Milletine, dinine, unvanına, cinsiyetine bakmadan, tahribat yapıyor. Kurtulmak için kendimizi izole ediyoruz, bizi evlere hapsediyor, tüm uçaklar yerde, uçamıyor, fabrikalar, işyerleri, sanayi, ziraat, turizm, restoranlar, konserler, tiyatrolar, maçlar, kafeler, velhasıl her şey durmuş, insanlar işsiz, parasız, her şeyi devletten bekliyorlar, medet umuyorlar...

Virüs, mikrop dünyayı sarmış, süper güç, 20 trilyon dolar GSMH’ya sahip ABD’de, sağlık sektörü yerle bir olmuş, çökmüş durumda... Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, güya gelişmiş ülkeler aciz durumdalar, birbirlerinin sıhhi malzemelerine el koyuyorlar... Acaba “Mahşerin Dört Atlısı”nın sembolize ettiği kıyamet bu mu?... 

Bizim annelerimiz, babalarımız savaşlar, sıkıntılar gördü, çekti, ama böylesini hiç yaşamadık... İnsanlar, birbirine yaklaşamıyor, sosyal hayat, aile hayatı, dostluk, arkadaşlık, temasları bitti, herkes acaba virüs gelir mi diye birbirinden korkuyor. Evlatlar, çocuklar eve gelemiyorlar. Camiler, kiliseler, inanç mekanları, Kabe kapandı, daha ne diyeyim... 

Bu meşum salgının, meşum atlılardan biri olan “Kıtlık, Kuraklık, Susuzluğu” tetiklemesinden endişe ediyoruz.. Bu salgını, bir iktidar, hükümet çıkarmadı, kimseyi suçlayamazsınız...

Tarihi gerçekler, nedense hep bu tür salgınların, Çin bölgelerinden sadır olduğunu gösteriyor. 

İnsanlık, yaşadığımız yüzyılda, bilimsel, teknolojik çok önemli gelişmelere imza attı. Daha önce bir çok verem, veba, çiçek, sıtma, tifo, tifüs, tetanoz, AIDS vs.. gibi önlenemeyen salgınları önledi. Ancak corona belasının, dünyayı sarıp, tahrip etmesini önleyemedi. 

Bunları şunun için yazıyorum. İnsanoğlu tuhaftır, kolay unutur. Bu olayı unutmamalıyız. Zira, mahşerin dört atlısı hala, dolu dizgin bir yerlere doğru koşuyor. 

Eğer bu girdaptan çıkabilirsek, Türkiye’nin ve dünyanın neler yapması gerektiğini ileride yazacağım...