Bu haftaki yazımda ülkemizdeki bazı güzel gelişmelerden söz etmeyi plânlamıştım. Kırk bilim adamı ve uzmanın katıldığı “gençlik, eğitim, medya” meselelerinin tartışıldığı iki günlük bir Kurultay gerçekleşmişti Mardin’de. Bundan söz etmek istiyordum. Ancak Kurultay’daki gelişmelerin tadına varamadan hemen o günlerin akabinde, adı kuruluş günlerinden beri daha çok korsanlık veya teröristlikle anılan nevzuhur bir devletin yöneticilerinin Filistinlilere yardım taşıyan Mavi Marmara gemimize yaptırdıkları kanlı baskın gündeme giriverdi… Konuda çok şey konuşuldu. Konuşulmağa da devam ediliyor. Bütün bunları tekrarlamak istemem. Zira ülkemizde yöneticileri dâhil her kesimden ve dünya kamuoyunda da çok tepki çeken, uluslararası sularda, alçakça veya dilerseniz bizim oraların tabiriyle kancıkça yapılan terörist baskınını utanmadan bir de kahramanlık sayan zihniyete fazlaca bir şey söylemek gerekmez! Zaten devlet olmaya ve onu yönetmeğe talip olan kişilerin biraz insanlıkla ilgileri olabilseydi yıllardır sürdürdükleri zulmün farkına varır, hiç değilse el koydukları coğrafyanın sahiplerine insanca davranırlardı. Bunu beklemenin fuzuli olduğunu bilmeme rağmen düşünüyorum da bu adamlar, bugün varlıklarının önemli sebeplerinden biri olan, yüzyıllar öncesinden başlayarak her dara düştüklerinde yok olmalarını önlemek üzere atalarına kucak açan, onlara ülkesinde yer veren Türk insanına vahşice saldırabildiler! Galiba bir şeyi göz ardı ediyorum. Bu nevzuhur devletin varlığına kadar uzanan ve unutulmaması gereken asıl nokta kin üzerine kurulmuş olduğudur. Hatırlayınız. Bunların insanlıkla hesapları vardır! Bu hesapta sadece Yahudilere kötülük yapanlar değil, şöyle veya böyle intikamlarını sürdürdükleri bütün bir dünya insanlığı vardır. Bunları ben söylemiyorum. Dilerseniz İsrail’i iyi ve daha yakından tanımak için üç önemli esere göz atalım. Ben öyle yaptım. Seyahatten döndüğümde hemen Boğaziçi Yayınevi tarafından neşredilmiş olan bu kitapları bir kere daha gözden geçirme gereğini duydum… Kitaplardan ilki önemli tarihçilerimizden Yılmaz Öztuna’nın “Türkler-Araplar-Yahudiler” adını taşıyor. 104 sayfa içinde Osmanlı Devletinin yıkılış yıllarından günümüze, yüzyıllardır birlikte yaşayan üç kavmin Ortadoğu’daki varlıklarının tarihi seyri inceleniyor. Değerli tarihçinin mükemmel üslûbunda sadece İsrail’in kuruluşuna giden tarihi olaylar değil, Yahudilerin karakteristik özellikleri yanında “insana bakışları” da yer alıyor. Ve, Yahudiler nasıl bir kavimdir sorusuna cevap veriliyor: “Yahudiler fatih ve asker bir kavim değildir. İmparatorluk kurmamışlardır. İşte bugünkü İsrail, atalarının bu eksiğini telâfi ederek, bu eksiğe teşhis koyarak kuruldu. Onların diğer hususiyetleri, entrikacı, menfaatçi ve paraya çok düşkün olmalarıdır. Ayrıca çalışkan, kanaatkâr ve cimridirler. Aralarında büyük dayanışma vardır. Yaşadıkları topraklarda o ülkelerin halkına kaynaşmamışlar, ayrı ve kapalı bir cemaat hâlinde yaşamışlardır. Bu tutumlarıyla da diğer kavimlerce sevilmemişlerdir.” Öztuna, 1897 Birinci Siyonist Kongresinde, “Yahudi devleti ve menfaati için her türlü metodun mubah olduğu noktasında karar alındığını ve bunun her dönem uygulandığını” vurgular. Bu küçük hacimli kitapta İsrail’in doğuşu,,. Bunun için uygulanan kirli metodlar, terör ve nihayet ABD’nin İsrail-severliğinin sebepleri üzerinde durulmaktır. 2007 yılında basılmış olan eser okunduğunda teyiden görülecektir ki, İsrail devletinin Mavi Marmara gemisine uzanan terör anlayışı ne ilktir, ne de kaçınılmaz bir davranış biçimidir!.. İsrail devletinin varlığındaki temel hedefleri daha yakından tanıyabilmek açısından bir başka esere daha bakmak faydalı olacaktır.. Kitap Siyonizm’in kurucusu “Theodor Herzl’in Hatıraları ve S. Abdülhamid” adını taşıyor. Rahmetli dostum Ergun Göze’nin dikkatli ve mükemmel Türkçesiyle dilimize kazandırılmış olan kitap sanırım 2’nci Baskısını yaptı. İsrail’in varlığının temel taşlarını ve varsa(!) insanının karakter yapısını tanımak için bu hatıratı mutlâka okumak gerekir. Herzl’in İsrail’in var olması için yaptığı çalışmaları, yazışmaları, seyahatleri ve ziyaretleri, bağlı olarak baskı metodları ile gereğinde kullanılan rüşvet uygulamalarını, bizzat hatırat sahibinin kaleminden öğrenmek sanırım İsrail’in nasıl entrikalarla kurulduğunu anlamamızı kolaylaştıracaktır. Herzl’in kavmini bütün karakter yapısıyla ortaya çıkaran açıklamaları ayrıca dikkat çekmektedir. İşte bazı alıntılar: “İcraat için lâzım olan şeyin ne olduğunu gayet iyi bilmekteyim. Para… para… para…” “Arz-ı Mevud’a doğru göç, bugünkü dünyada emsali görülememiş bir girişimdir.” “İstikbalde bir Avrupa savaşı bizim teşebbüsümüze zarar vermez, bilâkis faydalı olur. Zira bütün Yahudiler bütün varlıklarıyla karşı tarafa, emin olan tarafa geçiverirler.” Herzl, gün be gün denilecek tarzda tuttuğu hatıraları içersinde İsrail’in kuruluşuna giden yolda çok önemli aşamalar bulunmaktadır. İşte onlardan biri… 3 Eylül 1897 “Ben Bâle’de Yahudi devletini kurdum. Bunu bugün yüksek sesle söylesem bütün dünyada bir kahkaha tufanı yükselir. Fakat bundan beş sene, belki elli sene sonra ise muhakkak herkes bunun böyle olduğunu anlayacaktır.” Bu arada önemli bir başka nokta ise, Sultan Hamid’in Osmanlı’nın malî sıkıntılarına rağmen “Filistin’e karşılık yapılan 20 milyon Sterlinlik teklifi” reddedişinin bizzat Herzl’in ifadelerinde yerini almakta oluşudur… Herzl, kavminin karakteri icabı bükemediği eli öpmekten de kaçınmayacağı gibi, tabasbustan da uzak durmaz! İşte Sultan Hamid’e gönderdiği mektup ve/veya telgraflardan birindeki cümleler: “Yahudi tebaasına karşı gösterdiği âlîcenaplıktan ötürü Sultan Abdülhamid han hazretlerine içten gelen minnet ve şükran duygularımı arz eder… vb” Fakat aynı adam, diğer taraftan Osmanlı maliyesini kontrol altına almak için çeşitli ülkelerdeki Yahudileri kullandığını da zikretmekten kaçınmaz: “Ocak ayının ortalarına doğru bir seyahate çıkacağım ve malî çevrelere tesir ederek Türk hükümetinin bütün bu kaynaklarla âlâkasının kesilmesini temin edeceğim. O zaman benim yabana atılacak bir kimse olmadığımı anlamış olurlar.” Hatıratta kimlere rüşvet teklif edildiği, bunların hangilerinin kabul edildiğine dair de satırlar bulunmaktadır. Kısaca İsrail devletinin kuruluşuna giden güzergâhtaki kirli paradan teröre uzanan çizgiyi bu satırlarda bulmak ibret verici olmalıdır!.. Üçüncü eser yine E. Göze’nin güzel Türkçesiyle Vincent Monteil’den çevirdiği “İsrail’in Gizli Dosyası-Terörizm” adını taşıyor. Bu kitapta İsrail’e neden “Terörist Devlet” denildiğini delillendiren pek çok örnekle doludur. Eserin bir başka önem taşıyan hususiyeti, olayların doğrudan İsrail istihbaratı veya yazışmaları kaynaklı oluşudur. Doğudan, batıdan, dünyanın her yerinden verilen örnekler İsrail’in nasıl bir terör devleti olduğunu ve varlığını kin üzerine kurarak idame ettirdiğini delillerle anlatmaktadır. Kitaptan aktaracağım geçmiş yıllardaki olaylardan kaynaklanan şu tek cümleyi bugüne taşımak bile çok şey söylüyor olmalıdır. “Bütün dünyaya karşı terör yapabiliriz!” Eserde İsrail devletinin “Nazileşmekte” olduğunu dile getiren Yahudi düşünülerinin varlığından da söz edilir. İşte onlardan biri.. Kudüs Üniversitesi Profesörlerinden İsrail Shahak şöyle dile getirir düşüncelerini; “Bu sahada ve diğer bazı sahalarda cereyan edenlerle, Almanya’da iki Cihan Harbi arasında vukua gelen hadiseleri mukayese etmekten korkmuyorum.. Üstelik İsrail Yahudileri ve onlarla beraber diğer memleket Yahudilerinde bir “Nazilik sürecine girmiş” olduklarını söylemekten de korkmuyorum. Meir, Har-Zion gibi kimseleri milli kahraman kabul eden bir millet için başka bir şey söylenebilir mi? Üstelik halen İsrail’de yürürlükte olan Talmud Kanunlarına göre Yahudi olmayan kadınlar kirli, iffetsiz ve fahişe kabul edilir yahut da köle… Nazi Almanya’sı hukukçuları aynı görüş sebebiyle Nürenberg Mahkemesi kararlarını kabul etmek zorunda kaldılar. Yahudi hukukçular ise, hâlâ, Yahudi olmayanların dilekçelerini reddediyorlar.” Eserde vurgulanan bir başka önemli nokta ise bugüne kadar üzerinde pek durulmamış Nazizm ile Siyonizmin, bir zaman diliminde, nasıl işbirliği içinde olduğunun belgelenmesidir. Tabiatıyla eserde Mossad’ın yapılanmasından ve yaptıklarından da çokça söz edilmektedir. Mossad teşkilâtının varlığının dayanağı hususunda Prof. Shahak üç temele işaret eder. Bunlar: “İşlek bir ırkçılık, her gün gerçekleştirilen terör ve her şeyi birbirine karıştırmaktır…” Kısaca bugünkü İsrail’i tanımak için dününü bilerek bugüne gelmek en doğru olanıdır. Böylece belki içimizdeki İsrail-sever okumuş yazmışlarımız yine bilmediklerini(!) söylemeye ve çevrelerini aldatacaklarını sanmaya devam edeceklerdir, ama, hiç değilse çoğumuz bu üç eserle bir terör devletinin iç yüzünü daha yakından tanıma şansını elde edecektir…