Gel dertlerimizi tokuşturalım deriz bazen,  misketlerimizi vuruşturalım der gibi… Kıyaslamalar öyle sürüp gider her nedense.  Dertlerimizi bile yarıştırırız kendimizin yarışması yetmiyormuş gibi.  Hani hayırda yarışsak Allah’ın emrini yerine getirmiş oluruz diyecem de…  Bu öyle bir şey de değil,   İnsan bazen farklı olmak, farklı görünmek ister ya işte dertlerinin farklı görünmesinin istenmesi de bunun gibi bir şey.  

Birileri çok hassas bir terazi ile herkesin imtihanını tartsa bakalım kimin ki ağır basacak. Bu sefer ne kazanmış olacağız ki bizim ki ağır gelse diye düşünüyor insan.   Önemli olan, şekli ve ağırlı ne olursa olsun, imtihanı kazanmak değil mi?  

Yakın zamanda daha 18’ine yeni girmiş bir evladı kara toprağa emanet ettik. Cenazesinde bulunduk. Kanserle mücadele ediyormuş küçücük yaşından itibaren.   18 sene iyileşmek için mücadele etmiş anne ve babasıyla ve yakınlarıyla beraber.  Emri hak vaki olunca Allah emanetini geri almış. İnsan her şeyi kendinin zannedince ayrılık zor geliyor doğal olarak. Lakin anne babanınki biraz bundan öte bir şey.

Teselli bile fayda vermiyor. Başlar anlatılanları öylesine tasdik etmek için inip kalksa da içerde ki alev tutuşmuş bir kere.  Sönmesi de mümkün değil. Belki üzeri biraz külle kaplanır zamanla, ancak o kor içten içe yanmaya devam eder bir ömür boyu.

Başka bir babanın ateşi küllerinden uyandı bu acının tetiklemesiyle.  Bu bağrı yanık baba tesellinin kar etmediği babaya dönüp birazda sesini yükselterek:  Bak kardeşim bu takdiri ilahi. Şükret, bundan da beteri var. Ben 20 yaşında bir evladımı trafik kazasında kayıp ettim.  Annesiyle düğün hazırlığı yapıyorduk. Alışverişe gitmişlerdi. Lakin bir telefonla dünya üzerimize yıkıldı. Telefon eden başka birisiydi. Evladınız hayatını kayıp etti başınız sağ olsun, dedi. 

Eee söye bakalım senin derdin mi büyük benim derdim mi der gibi uzun uzun bakıştılar iki dertli.  Öyle ya Allah bu babaya kızının yaşı kadar bir zaman vermiş kendini hazırla diye.   Ümitler bazen hayata tutunmaya sebep olsa da bazen de kuvvetle muhtemel, bu imtihanla yüzleşeceğinin hazırlığı yapılmıştır içten içe.  Bu yönüyle bu bir nimet değil de nedir?

Onun için derim ki kimse dert yarışına girmesin.  Bunun kazananı olmaz.  Sonra birileri kalkar ben bütün ailemi depremde kayıp ettim der. Başka birileri annesinin paramparça olmuş bedeninin parçalarını tamamladığı için sevinir de utanırız derdim var demekten.  

Nehirde boğulup kayıp olan evladının cesedinin bulunması hayaliyle yaşayanların olduğu dünyada dertleri yarıştırmak kimin haddine...

Gazzede’ki çocukların çığlıklarını hiçbir dert ızdırap bastıracak kadar güçlü değil, bu böyle biline.  Siz hayvan dışkısından ölmemek için buğday taneleri ayıklayan çocukların halini nereden bileceksiniz kuru ekmeyi dert gören dert edinme müptelaları.

Akşamleyin oturup hasret gidermek için bir araya gelen, gülüp söyleyen ancak Zalim İsrail’in bombalarıyla enkaz altında feci bir şekilde yanarak ölen Gazzeli aileden daha mı dertlisiniz.   Ben ölmek istiyorum belki cennette karnımı doyururum diyen Filistinli çocuğun ölüm isteme sebebiyle sizin evladınızın ölümü arasında tezatlık mı var zannediyorsunuz imtihanın ağırlığından başka?

Bir yazlığım da yok diyenler milyonlarca evi olan insanların yaşadığı Gazze’nin enkazını izlesinler.

Siz, bir torba unu elde ettim diye dünyalara sahip olmuş gibi sevinen Gazzeli babayla Kızına bisiklet alıp eve götürürken sevinen babanın arasında ki farka imtihan deyin yeter.   

Oğluna en son çıkan telefonu alamadığı için üzülen, kızının istediği elbisesini almaya parası yetmediğini dert gören babayla öpmeye kıyamadığı, gözünden sakındığı biricik kızına şahadet şerbetini içirirken sevinen Filistinli baba arasında ki farkı yorumlarken kazanan ve kayıp eden iki Müslüman babayı görün kâfi.  

Öyleyse bırakalım dertleri yarıştırmayı, dövüştürmeyi de kulak verelim Mevlana’nın  “Üzülme” başlıklı şu mısralarına:

“İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme! Rahman(cc) ‘Ben kırık kalplerdeyim’ buyurmadı mı? O halde ne diye üzülürsün ey can? Gündüz gibi ışıyıp durmak istiyorsan; gece gibi kapkaranlık nefsini yak!..

’Derdim var’ diyorsun; dert insanı Hakk’a götüren Burak’tır; sen bunu bilmiyorsun. Sanma ki dert sadece sende var. Şunu bil ki; sendeki derdi nimet sayanlar da var. Umudunu yıkma; Yusuf’u hatırla. Dert nerede ise deva oraya gider. Yoksulluk nerede ise nimet oraya gider. Soru nerede ise cevap oraya verilir. Gemi nerede ise su oradadır. Suyu ara, susuzluğu elde et de sular alttan da yerden de fışkırmaya başlasın. Dünya malı Allah’ın tebessümüdür: ona bak! Ama sarhoş olma…

Ayağın kırıldı diye üzülme! Allah senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek. Kuyu dibinde kaldın diye üzülme! Yusuf kuyudan çıktı da Mısır’a sultan oldu, unutma! İstediğin bir şey; olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara…

Geçmiş ve gelecek insana göredir. Yoksa hakikat âlemi birdir. Bu âlem bir rüyadır. Zanna kapılma ey can! Rüyada elin kesilse de korkma, elin yerindedir. Dünya bir rüya ise, başına gelen felaketler de geçicidir. Neden çok üzülürsün ki? Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme: Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir. Bu âlemin, bu kâinatın kitabı sensin: Aç da kendini oku ey can!

Selam ve dua ile…