Malumunuz her yıl 3 Aralık Dünya Engelliler Günü olarak kutlanıyor. Unutulan engellileri hatırlama açısından bu günü önemli görüyorum. Yalnız engellileri sadece bir günde değil her gün hatırlamalıyız.        

Hayatımızda var olan bazı gerçeklere gözlerimizi kapatarak değil, açarak çözüm üretebiliriz. Görmek istemediğimiz, umursamadığımız, dikkate almadığımız insanlar bizlerle beraber yaşayan, bazen belki bir komşumuz, akrabamız, hatta anne babamız bazen en yakın dostumuz, arkadaşımız olarak hayatımızda yer alan insanlardır. Bugün sağlam ve sağlıklı olduğumuzu düşünürüz ancak yarın görülmesi gereken, ilgi duyulması istenilen, hakkına hukukuna riayet edilmesi gereken bizler de olabiliriz.  Yani her sağlıklı insan aynı zamanda bir engelli adayıdır. Öyleyse kendimize reva görmediğimiz bir şeyi başkalarına da reva görmemeliyiz; kendimiz için istediğimizi bir başkası için de istemeliyiz.  

Engelli kardeşlerimize engel olmak ya da onları bir şekilde toplumdan tecrit etmek onların önüne konmuş en büyük engeldir.  Devlet yetkililerine,  özellikle belediyelere bu hususta büyük görevler düşüyor. Kaldırımları, yolları sadece sağlıklı insanlar için düzenleyemezsiniz;  engelli insanların olduğunu da düşünüp onlara da engelsiz bir hayat sunmanız gerekir.  Hastaneler, alışveriş merkezleri, devlet daireleri, memleketimizde sayısı 5 milyon ulaşan engelliler düşünülerek inşa edilmeli.

Hayat nizamı olan, toplumun ihya ve inşası için gönderilen, birlikte yaşama becerisi kazandıran, insanlar arasındaki ilişkileri iyi niyet, samimiyet, sadakat ve merhamet üzerine inşa eden İslam dini, engelliler ile ilgili büyük uyarılar vaaz eder.  İmtihan dünyasında başarılı olmanın yollarını gösterir. Engelliler için imtihan nedeni  engelleri iken bizim için imtihan onlara karşı vazifelerimizdir. 

Sağlıkla imtihan oluruz da hastalıkla olmaz mıyız? Varlığın imtihanı bazen yokluğun imtihanından daha zordur. Bugün sahip olduklarımız yarın elimizden gidebilir. Her şeye emanet bilinciyle bakmamızı isteyen İslam dini, emanete hıyaneti münafıklık alametlerinden saymıştır. Canımız emanettir, korumalıyız. Malımızın emanetini o malın sahibi neyi bizden istiyorsa onu yerine getirmekle; zekâtımızı vermekle, hayır hasenat yapmakla yerine getirebiliriz. Evlatlarımız emanettir; onları İslam’a göre yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Bütün insanlar bizler için emanettir onların hakkına, hukukuna riayet etmeliyiz. Yoksa emanet edilen şeyler bizler için imtihanı kayıp etme sebebine dönüşebilir. Bu bağlamda engelli kardeşlerimiz bizlerin ukdesine bırakılan birer emanettir onların hakkına her şeyden daha çok dikkat etmeliyiz.

Âlemlere rahmet Peygamber efendimiz engellilere her zaman yardımcı olmuş, onların hayata katılması için elinden gelen gayreti göstermiştir. Onları teselli etmiş, engelleri nedeniyle sabrederlerse mükâfata nail olacaklarını bildirmiş; yapamayacakları şeylerle onları sorumlu tutmamıştır.  Buna rağmen savaşa katılmak isteyen de engel olmamış, onları hayattan  tecrit etmemiştir.

Ama bir sahabe olan  Ümmi  Mektum hadisesi her Müslüman için en büyük ders mahiyetindedir.

Ümmi Mektum Hz Peygamber’e gelerek İslam hakkına kendisini bilgilendirmesini istemiş.  Peygamberimiz o esnada Kureyş Müşriklerinin ileri gelenlerinden olan Utbe b. Rabia, Ebu cehil, Umeyye b. Halef gibi kimselerle konuşuyor, onlara İslam’ı anlatıyordu. Ümmi Mektum “onlara anlattıklarını bana da anlat” dedi ve bunu birkaç defa tekrarladı. Peygamberimiz onlarla konuşmasına devam etti,  Ümmi Mektum’u dikkate almadı.  Bunun üzerine, özelde Peygamber’imizi genelde bütün müminleri uyaran şu ayet nazil oldu: 

“Amanın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. Onun halini sana kim bildirdi. Belki o temizlenecek yahut öğüt alacakta öğüt ona fayda verecek. Kendini muhtaç görmeyene gelince ona yöneliyorsun, oysaki onun temizlenip arınmasından sen mesul değilsin. Fakat koşarak ve Allah’tan korkarak sana gelenle sen ilgilenmiyorsun.”(Abese, 1-10)

Bu ayetten sonra Hz. Peygamber Ümmi Mektum’u her gördüğünde “Ey kendisinden dolayı rabbimin beni azarladığı zat, merhaba” der ona faklı bir ilgi ve alaka duyardı.

Ümmi Mektum, Hz. Bilal ile beraber Peygamberimizin müzezzinliğini yapmış, ayrıca Medine’ye kuran öğretmesi için gönderilmiştir.  Peygamber Efendimizin bazen Medine’de olmadığı zamanlar namaz kıldırması için O’nu görevlendirmesi O’na verilen ne büyük bir değerdir?

Engellilerin rencide olabileceği, onları üzecek davranışlardan şiddetle kaçınmamız gerektiğini emreden dinimiz onlara “kör topal, sağır, aptal geri zekâlı, deli” gibi ifadelerle hitap etmeyi bile haram kılmıştır. 

Engelli olmak başarılı olmaya da engel değildir. Günümüzde öyle engelli kardeşlerimiz var ki, sağlıklı insanların bile başaramayacağı işlere imza atıyor. Memleketleri için ellerinden gelen bütün güzel işleri yapıyorlar.  Onları asıl üzen engelli olmaları değil,  insanların onlara önyargılı yaklaşmalarıdır.   

Mutlaka kendilerine ilgi ve alaka duyulması istenilen,  kebair kesiminden insanlar vardır hayatınızda. Siz onların itibarlarını dikkate alıp farklı beklentiye girdiğiniz zamanlar da olmuştur muhtemelen. Hâlbuki samimiyet, iyi niyet, ihlâs insanın gönlünde olan şeydedir. Nice boyu-posu düzgün insanlar vardır ki,  bir defa Rabbinin huzurunda kıyama durmamış, nice güzel yüzler vardır ki o yüzü veren Allah’ın huzurunda secde etmemiştir.  Elleri sağlam, cepleri dolu olup fakir birisinin elinden tutup kaldırmayan, sağlam ayaklarıyla istikamet üzere yürüyemeyen, gören gözleriyle şu muntazam kâinatta ki hakikatleri temaşa edemeyen insanların engelleri daha kötü değil midir?

 Yüce Allah bu hususta asıl engelin ne olduğunu bizlere bildiriyor şu ayetiyle:

...gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içinde ki kalpler kör olur.”(Hacc,46)

 Kısaca bize düşen ne çeşit engel olursa olsun insanlara yardımcı olmaktır… 

 Selam ve dua ile…