Bugün insanlığın en önemli sorunu sevememe sorunudur. Sevgi kalpte yer etmeyince yerini kin, nefret, öfke ve düşmanlık alıyor. İnsanlar bir birilerini sevmek isterken dahi en büyük engel olarak enaniyetle ve bencillikle karşılaşıyorlar. Bu nedenle sevgiler anlamsızlaşıyor veya kısa sürüyor ya da su üzerindeki köpük gibi hemen sönüveriyor.  

    Sevgi, meyve veren ağaca benzer. Bu ağacın kökü Allah sevgisi, gövdesi Peygamber sevgisi, dalı budağı ise bütün mahlûkata karşı beslenilen sevgidir. Bu ağacın asıl meyvesi ise ahrettedir.

        İşte sevginin seceresi ve soy ağacı dediğimiz şeyle bunu kastediyoruz. İyice düşünüp analiz ettiğimizde bu misal de çok hakikatlerin olduğunu görmemiz mümkün olacak.

     Sevgi tohumu insanın yaratılış hamuru olan, tevazuu temsil eden toprakla irtibat halinde olmalı. İnsan sevmeye talip olduysa kibirden, bencillikten uzak durmalı.

     İlk olarak sevgiyi yeşerteceğimiz kalbimizi hazır hale getirmeli, orayı bütün kötü duygu ve düşüncelerden temizlemeliyiz. Dikerken de sevgi ağacını kökle gövdeyi, gövdeyle dalı budağı,  meyve ve yemişi bir birine karıştırmamalıyız.

      Sonra bütün sevgilerin temeli ve memba-ı olan Allah sevgisini kalp tarlasına ekmeli; bakımını ibadet ve itaatle yapmalı, ihlâs ve muhabbetle sulamalı, sabırla buna devam etmeliyiz. Bu ağaç zamanla öyle gelişir ve serpilir ki kolları bütün dünyayı çepeçevre kuşatır, sevgimizin ulaştığı her yer bir gül ve gülistan bahçesine dönüverir.

      Ancak dünyayı sevgi cümbüşüne döndürseniz dahi tevazudan beslenmeyen, kök salmamış ağaç gibi bütün güzellikler hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur. Kurumuş çalıya su vermek gibidir ölmüş kalpteki sevgiyi canlandırmak. Nasıl ki; gövde ile kökün irtibatını kopardığınızda da ağaç, ağaç olmaktan çıkar,  kök ve gövdeye rağmen dal ve budak kesilirse o ağacın meyvesinden de söz edilmez ve ateşte yanmaya layık kuru bir kütük halini alır.  Sevgide böyledir işte. 

        Bir gün Behlül Dana’yı  üstü başı tos toprak içinde görenler bir yerden geldiğini düşünüp sordular:

       “Ey behlül! Nereden geliyorsun böyle?”

        Behlül: “Cehenneme ateş almaya gittim lakin ateş bulamadım.” der

         Ve devam eder: “Cehennemin bekçileri bana dediler ki: Burada ateş olmaz herkes ateşini kendi getirir.”

    Evet, herkes buradan ateşini götürür. Ya yanmak için kütük olarak ya başkalarının yanmasına sebep olan ateş olarak götürür...

    İnsan, sevginin asıl membaından aldığı ilhamla kendisinden sonrakine can olmalı, can suyu kadar sevgiyle dolmalı. Aksi halde hem kendinin hem de sonraki neslin kurumasına ve er nihayet yanmasına sebep olur.

         Bu nedenle kâinatı en mükemmel bir şekilde yaratıp idare eden,  cehenneme kütük olmamaları için gönderdiği kitaplarla ve peygamberlerle insanları uyaran Allah, bütün canlılara olan sevgi ve merhametini göstermiştir.  Sevgi duygusunu kalplere yerleştirmiştir ki insanlar herkesi ve her şeyi sevsin; insanı, hayvanı, börtü böceği, ağacı ve nebatatı, dağı, taşı, her şeyi sevsin…

     Kulunu çok seven Allah, Habibin’i göndererek bizzat nasıl ve niçin sevileceğini göstermiştir. Rahmet rahmet yağan, tenleri okşarcasına damla damla düşen yağmur gibi… Kimseyi ayırt etmeden doğan güneş misali… Gülümseyen gül, billür billür kokan çiçek gibi.  Gecenin karanlığında korkutan değil koruyan yogan misali; baba, abi şefkatiyle kusurları örten gibi. Af kapısını her daim açık tutup belki birileri gelirler diye mesai mefhumu gözetmeyen vefa misali fedakâr abidesi gibi…   Düşmanı dahi af edecek kadar büyük mü büyük, merhamet yüklü bulutlar kadar dolu, kâinatı içine alacak kadar geniş bir yürek devleti misali…

         Özet olarak:  Allah sevgisine dayanmayan sevgi cansız, suni ve yapmacıktır.  Böyle sevgiler gösteriş ve menfaate dayalıdır, taklidi ve sunidir; menfaatin bittiği yerde biter, gücün ve takatin kalmadığı yerde bırakır kendini. Çünkü sağlam bir dayanağı samimi bir ilişkisi yoktur.   Maalesef insan,  Allah sevgisiyle ilişkilendirmeden birçok şeyi sever. Mesela, dünya sevgisi, para pul sevgisi, makam mevki sevgisi gibi…

    Fani olan bu şeyleri ebedi olana tutturamadığınız zaman gönlünüzü kaptırdığınız her şey elinizden uçup gittiğinde büyük bir hayal kırıklığına uğrar,  bunalıma ve huzursuzluğa kapılırsınız. Lakin sevdiğinizi Allah için severseniz, Allah bakidir, yanınızdadır. Size her an ve her zaman yardım etmeye muktedirdir. Böyle bir sevgiyle hem aldanmamış hem aldatmamış olursunuz. Onun içindir ki Allah için olan sevgide kimden ziyade kimin için, niye ve nasıl sevdiğiniz önemlidir.

      Mahlûkatı sevmenin nüvesi adeta bütün sevgilerin üzerinde yükseldiği Peygamber sevgisinde saklıdır. Çünkü Onsuz olmaz, O olmadan sevgiden de söz edilmez. Gövdeden köke inerken, kökten gövdeyle;  gövdeden meyveyle buluşurken yani mahlûkattan Halik’a ulaşırken hep O’nu görme, Onunla sözde ve özde bir olma mecburiyetimiz söz konusudur. Asıl sevgiye ulaşmak Allah resulünü candan da çok sevmekle mümkündür. Onun sevgisini Allah, öyle bir makama koymuş ki  “ Deki Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin” buyurmuştur.

    Evet, mümin böyle bir şecereyi takip edince Yunus’un ifadesiyle “yaratılanı yaratandan ötürü sever” ağaç meyveye durur çiçek açar; güllük ve gülistanlık olur dünya. Bakışlar sevgiyle, ilişikliler sevgiyle, alış veriş sevgiyle, oturup kalkmak sevgiyle olur. Başkalarının sevgisinin gölgesinde büyütmeyi becerebildiğimiz sevgi ağacı dünya hayatını huzur ve saadet yumağı haline döndürüyorsa bu, sevgi ağacın ahretteki meyvelerinin gölgesidir. Düşünün ya aslı nasıldır bu meyvenin!

     Suyumuzu topraktan, gücümüzü köklerden, cesaretimizi gövdeden gölgemizi kardeşliğimizden almak ümit ve duasıyla…