İki bölüm halinde anlatmaya çalışacağımız ülfet kavramı, bugün en muhtaç olduğumuz,  eksikliği nedeniyle en yakın insanların bile birbirlerinden uzaklaştığını, insanların arasında ki sorunların daha çözülmez bir hal aldığını üzülerek görüyoruz. 

  Sözlükte “dostluk, arkadaşlık, kaynaşma, alışma ve anlaşma” anlamlarına gelen ülfet, tasavvufta “samimi olmak, insanlarla ünsiyet etmek, iyi geçinmek, herkesle anlaşmak” demektir.

   İnsan sosyal bir varlıktır; tek başına yaşaması, insanlardan uzun süre uzak kalması mümkün değildir. Dolayısıyla birbirlerine muhtaç olan insanların birbirleri ile iyi geçinmeleri,  kaynaşmaları ve birbirlerine karşı sorumluluk bilinci içerisinde yaklaşmaları huzurlu bir toplum için olmasa olmaz şarttır.   Mümin her hususta kendisi ile iyi geçinilen ve kendisinin de başkalarıyla iyi geçindiği insandır. Mümin,  el emindir yani güvenilirdir. Onun elinden ve dilinden başkaları güven içerisinde olur.  Mümin, kardeşçe bir anlayış içerisinde insanlarla ilişki kurarken, kendisi için istemediğini başkalarına reva görmeyen, kendi menfaati kadar başkalarının menfaatini de âli bilme anlayışıyla hareket eden insandır aynı zamanda.  Müminde ki bu vasıflar imanın bir nişanı ve gereğidir.  

  Ahlaki bir terim olan ülfet kavramı bütün bu güzellikleri içerisinde barındırır. Aynı masa etrafında oturamayan, aynı sofrayı paylaşamayan, aynı yerde bulunmaktan çekinen; uzak kalmayı yeğleyen insanların kalplerini birleştirmeleri, birbirlerini sevmeleri mümkün değildir. Önyargıdan uzak, duygudaşlık yaparak meseleleri yorumlayan, Ahlaki kurallara uygun bir şekilde gerçekleştirilen her iletişim mutlaka müspet sonuç verir. 

  Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Mümin kendisiyle ülfet edilendir. İnsanlarla ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyende hayır yoktur”. (Ahmed b. Hanbel, II, 400).

   Ülfet, uzletin tersidir. Uzlet, uzak olmak yalnızlığı tercih etmek olduğuna göre; zaruri ve dini bir gerekçe olmadan böyle bir yöntemi benimsemek asla uygun bulunmamıştır.  Asıl olan halkın içerisinde hak ile beraber olabilmektir. Halka rağmen hak ile olmak gerçek bir takva ve ahlak-ı hamide göstergesidir. 

  Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

“İnsanların cennete girmelerine en fazla yardım eden şey, takva ve güzel ahlâktır.”(Tirmizi, Hâkim)

 Başka bir hadisinde ise:

 “İnsanların arasına karışan, onların eza ve cefasına katlanan mümin, insanların arasına girmeyen ve onların baskılarına katlanmayan müminden daha faziletlidir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s Sağîr, II, 282)buyurmuştur

  Peygamber efendimizin hayatına baktığımız zaman her zaman halk ile iç içe olduğunu, ancak hakkın temsilcisi olarak hayatını geçirdiğini, insanlara güven vererek emri bil maruf ve nehyi anil münker yaptığını görüyoruz. O öyle bir örnektir ki; onun güvenilirliğini ve samimiyetini düşmanları bile inkâr etme cesaretinde bulunamamış, O’nun yakınlığını her zaman hissetmişlerdir. Allah resulünün insanlara karşı kalbinde beslediği ülfet ve yakınlık sayesinde kısa bir zaman içerisin de insanlar hakla ve hakikatle buluşup İslam’ı kabul etmişlerdir.

 Peygamberimizin bu başarısının sırrını yüce Allah bir ayetinde şöyle belirtiyor:

“Sen onlara sırf Allah’ın lütfü sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Ali İmran,159)

   Demek ki ülfet, aynı zamanda dava adamı müminin için en etkili ve tesirli bir yöntemdir. Hem çatık kaşlı, üslubu bozuk, sert ve kaba sözler insanları sizden uzaklaştırır.  Yakınlaşmaya mani olan haksızlık, hukuksuzluk, kibir, bencillik ülfeti peyda etmenin önünde ki en büyük engellerdir.  Haklılığınızı anlatabilmek,  doğru bildiklerinizin başkaları tarafından kabul görmesi, onların sizi can kulağıyla dinlemesiyle ve size güvenmesiyle alakalıdır.

    Ailede, eş dost arasında, komşuluk, akrabalık ilişkilerinde kısaca, bütün insanlarla münasebetlerde ülfet vazgeçilmez bir erdemdir.  Kibirli, bencil, kendi menfaatini düşünen, başkalarını görmemezlikten gelen insanlar her şeyi günü idare etme anlayışıyla yerine getirirler.  Hâlbuki ülfet kalıp değil kalp işidir.  Yani önemli olan kalplerin birlikteliği ve bir birine ısınmasıdır. 

   Ülfet sevgi, saygı, hoşgörü iyi niyet,  hüsnü zan ile elde edilir. İnsanın bakışları kötü olunca gördüğü her şeyde bir kusur mutlaka bulur. Buda insanlardan uzaklaşmaya sebep olur.  İyi niyetin olmadığı davranışların neticesi aslına döner. Yani farklı düşünceler besleyen insanın er veya geç asıl niyeti ortaya çıkınca yakın oldukları kendisinden uzaklaşma gereği duyar. Hoşgörünün olmadığı bir yerde sevgi ve saygıda olmaz. Hâlbuki insan sevdiğine yaklaşır, nefret ettiğinden uzaklaşır. 

( Devam edecek…)