Yüce Tanrının izni ve yardımıyla Sayın Başbakanımız Cumhuriyet Bayramını hatırladı veya bayram olarak kabul etti ve dün gece Devlet TV kanallarından Ulusa hitap ederek bir günlük gecikme ile de olsa Cumhuriyet Bayramını kutladı.

Bu arada Kutsal Kadir Gecesini ve gelecek Ramazan "Şeker" bayramını da kutlamayı ihmal etmedi tabii.

Genelde Rahmetli Özal'ın uygulamaya başlattığı bu tarz "Ulusa Sesleniş" programlarının yararı yadsınamaz; zira tüm icraatın en yukarıdaki sorumlusu ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre "Yürütme Erkinin Birinci Derecede Yetkilisi" olan Başbakanın "ki doğrudan halk oyu ile seçilmişlerin seçtiği, halk oyu ile seçilmesi gerekli olmayan, Cumhurbaşkanı tarafından seçilir ve atanır" bizzat Ulusun önüne çıkıp gidişattan,  yapılmış işlerden, başlanmış ve başlanacak işlerden, yapılacaklardan, en önemlisi de dış ilişkilerden söz etmesi gerçekten çok önemlidir dolayısıyla inandırıcılığı açısından da çok güvenilir    olmak zorundadır. Aksi bir durumda o Başbakanın ikinci konuşmasının oy vereceklerce nasıl karşılanacağını burada değerlendirmek istemiyorum.

Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının bu yıl 82 yıllık başarılı geçmişe uygun yapıldığını söyleyemeyeceğim, gerek hava koşulları gerekse Devletin üst basamaklarında görev üstlenmiş olanların bazı konularda farklı yorumlarını duygusal alana taşımaları, bazılarının da ifade zorluğu içinde tuhaf beyanlarda bulunmaları da bu kanımı kuvvetlendirdi. Özetle;

_ Parti değiştiren milletvekillerinin eşlerinin Cumhurbaşkanlığı kabulüne "nedense adı resepsiyon oldu" çağrılmayı hak etmeleri bence garip, yoksa bu hanımefendiler AKP den ayrılınca başlarını açtılar mı? O daha da garip.

_ Akademik kariyer sahibi her Türk vatandaşı özeldir ve bu ülkenin gerçek bir değeridir, her biri için bu ülkenin bütçesinden ciddi yatırım da yapılmıştır. Bu kişilerin oluşturduğu Üniversite yönetim meclislerin "senatolarının" başkanlığına üstelik de seçimle oluşan listeden yararlanarak YÖK'ün hazırladığı öneri listesinden Cumhurbaşkanı'nın seçim ve onayı ile göreve getirilmiş rektörler, en az Cumhurbaşkanlığının resmi kabulüne çağrılan diğer davetliler kadar saygın ve seçkin kişilerdir. Onların bu kabule daveti ile koşulları tartışmalı suçlamalarla her iki bayramını da tutuklu geçirmek durumunda bırakılan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörünün tutuklanmasını ilişkili göstermek de çok hatalı ve gariptir. 

_ Kabul esnasında Genel Kurmay Başkanının "eğer topluca randevu istense idi Rektörleri kabul etmeyeceğini", "şahsına yapılacak sözlü sataşma ve hücumları üzüntü ile karşılayacağını, fakat makamına yönelik benzer tepkilere izin vermeyeceğini", "bazı kimselerin Türk Silahlı Kuvvetlerine dil uzatarak aslan terbiyeciliğine soyunduklarını", "görevinin çok sorumluluk yükleyen zor bir görev olduğunu"ileri sürdüğü fikirler de gerçekten garipti.

_ Buna karşılık Kara Kuvvetleri Komutanın da " Sınır ötesi harekât yapamadıkları için teröristlerin işlevlerini takiben tutulamayan sınırdan geçerek Kuzey Irak'taki üstlerine döndüklerini" açıkça belirtmek için Cumhurbaşkanı'nın kabulünü seçmesi de çok garipti.

_ Sayın Başbakan'ın YÖK başkanı ile küs bir görünüş vermesi de hoş bir görüntü değildi.

İki bayram arasına sıkıştırılan bence çok önemli diğer bir husus da Prof.Dr. Mim Kemal Öke'nin devlet Televizyonunun ikinci kanalında yapmakta olduğu söyleşi programlarından sonuncusunda yine bir Prof. olan Hayrettin Kahraman'ı konuk ederek "sadece ibadet ve iman olarak İslam olunup laik (yani şeriat kurallarının yaşamı yönetmediği) bir düzende yaşanamayacağının" propagandasına imkan sağladığının tartışılmasıdır.

Söyleşiyi yapan Boğaziçi Üniversitesinin bu genç Profesörü sanırım en fazla, adını taşıdığı zamanının çok ünlü bir tıp hocası da olan büyükbabasının ( her ne kadar Büyük Atatürk'e yanlış teşhis koyarak kinin tedavisi ile karaciğerinin iflasını sağlamış olmakla suçlanmakta ise de) anısına ve kendisini yetiştiren Cumhuriyet'e karşı çok ağır suç işlemiştir. Umarım Cumhuriyet'in savcıları bu konunun üzerine gideceklerdir. Atatürk Cumhuriyeti'nin koruyucusu olarak bizzat büyük Atamız tarafından görevlendirilmiş olanlar da artık bu tip oyunlara karşı tahammül sınırının son kademesine gelmişlerdir. Yeni Şafak'ın şeriat aşığı yazarını din bilgini diye devlet TV sine çıkaranlar hesap vermelidir.

İki bayram arasının diğer önemli bir olayı da sürekli geçmişteki Denktaş dönemini eleştirerek kendine prim sağlamaya çalışan KKTC Cumhurbaşkanı Talat'ın büyük emellerle gittiği ABD de yarım saatlik bir görüşme ile sadece Black Beauty'nin elini sıkmakla yetinmek zorunda kaldığı Annan ile yapılacak görüşmeden de hiç ümitvar  olmadığıdır. Hep tekrarladığımız gibi KKTC için tek yol Hatay tarzı bir çözümdür, ama onun için de Talat'ın ne kişiliği ne de yeteneği uygun değildir.

Diğer bir önemli olay da ABD'nin Çin, Almanya, Fransa, Japonya'yı özellikle sıkıştırmak için sürekli yükselttiği petrol fiyatları sayesinde beklemediği bir bolluğa kavuşan İran'ın, geçmişi ve geleceği belirsiz Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın İmam Humeyni'den esinlenerek İsrail'i haritadan silmeği önermesidir. Zaten ABD'nin İran'a karşı davranışı  büyük bir soru işareti iken şimdi tüm Batı ileri gelenlerinin protestoları ile işler iyice karıştı, bu arada İsrail de Türkiye'yi net bir protesto yayımlamamakla suçlar oldu. 21. asırda kocaman ve köklü bir ülkenin bu tarz liderlerin eline düşmesi çok ilginç. 

Ne demişti Sayın Başbakan "Herkes işini yapsın, düzen ancak böyle korunur".

Tüm okurlarımın geçmiş Cumhuriyet Bayramı ile gelecek Şeker Bayramını kutlarım. Dilerim Ulu Tanrı doğal afetleri yurdumuzdan uzak tutsun tüm yavrularımız hep gülsün ve şeker de yesinler, bu ülkede hiçbir zaman da aç mezarı olmasın.