Avrupa Asya arasındaki en önemli ve değerli topraklar üzerinde kurulmuş ve Avrupa'nın gelişme süreci süresinde de bu toprakları hükümranlığı altında tutmayı başarmış olan Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılda hasta ve yaşlı toprak sahibinin elindeki mülklerin genç, aç, atılgan sergerdelerce ufak ufak işgali benzeri özellikle Batısındaki bazı toprak bölümleri koparılmaya başlanılarak "bilhassa yetersiz donanma nedeni ile bilumum stratejik adalar başta olmak üzere" 20. yüzyılının başında arka arkaya patlatılan isyanlar ve savaşlarla tam bir karmaşaya sürüklenmiş,  sonunda Avrupalı güç odaklarının kendi aralarında sömürge paylaşımını, dolayısıyla nema üleşmesini çözemedikleri için çıkardıkları bir Dünya savaşının tarafı olmak zorunda bırakılmıştır.

 

Bu olayı kral aslanın yaşlanarak çeviklik, güç ve dişlerinin etkinliğini kaybetmesi halinde zar zor avlayabildiği avının çakallar tarafından parça parça elinden alınmasına da benzetebiliriz.

 

Birçok kişinin birinci Dünya savaşına katıldıkları için suçladıkları İttihat ve Terakki'nin bu savaşın dışında kalma şansı olmadığı açıktır. Çünkü savaşan tarafların paylaşım amaçlarının en cazip ve değerli bölümleri Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalmakta idi ve iki büyük güce karşı korunması kesinlikle mümkün olamazdı. Bu durumda savaşan güçlerden Osmanlı mülküne karşı isteklerini en az deşifre  etmiş olan tarafla çıkar birliği içine girerek varlığını korumak gayreti içine girmek yolunu seçmek zorunda kalınmıştır.

 

Ancak, bu çıkar birliği için aşırı teslimiyetçi bir tutum içine girilmesi ve tüm savaşan insan gücünün Alman askeri yönetimi emrine verilmesi sonucunda elde ne savacak zindelik ve sağlıkta Türk askeri, ne de korunması için bunca fedakârlığa katlanılan Osmanlı Mülkü kalmadığı gibi 1453 den beri Türk olan payitaht da esir olmuştur.

 

İşte bu parçalanmış ve paylaşılmış mülkün esas koruyucu gücünü üreten maalesef çok zayıf ve bitkin düşmüş büyük kayıplar vermiş olan Anadolu ve Türkleri her türlü olumsuz koşula ve davranışlara rağmen büyük bir liderin arkasında yeniden Türk mülkünü kurtarıp temizlemiş güçlü, kendine yeter saygın ve tarafsız Türkiye Cumhuriyeti'ni kurabilmiştir. Sonra da Atatürk'ün o vecih söylemi ile nasıl bir bölünmez Ulus  olduğunu "Ne mutlu Türküm Diyene" diye bağırarak Dünyaya duyurabilmiştir.

 

Türkiye Cumhuriyeti Avrupalı sömürgeci ülkelerin ve onlara katılan yeni tip sömürgeci Amerika ve Japonya'nın yine paylaşım kavgası olarak çıkardıkları 2.Dünya savaşına kesinlikle katılmamış hatta "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" diyen merhum Atasının sözünü tutarak tüm komşuları ile iyi münasebetler kurmuş, barışçıl anlaşmalar tesis edebilmiştir.

 

Şimdi böylesine barışçı, uygarlık taraflısı, tüm uluslar arası barışçı organizasyonların kurucu üyesi veya üyesi olan, kendisine hep aba altından sopa göstermiş, ticari kazıklar atmış, yapabildikleri oranda sömürmeye çalışmış Avrupa ülkelerinin oluşturduğu AB'ye de girebilmek için çok önemli Cumhuriyetinin yapı taşlarını dahi oynatan, milli örf ve adetlerinden taviz veren yaklaşımları sineye çeken Türk Ulusu'nun en büyük güvencesi ve Atatürk'ün mirası olan en büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti, yine batılılar "ağırlıklı olarak Avrupalılar" tarafından bölünerek yok edilmek istenmektedir.    

 

Evet bu kez Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm mülküne sahip değildir, ama yine de Türk atlıları Rumeli'ye geçtiğinden beri hakim olamadıkları bir korkuyu içlerinde taşıyan, Viyana kapısından iki kez dönmelerinden de aşırı etkilenmiş olan Avrupa Hıristiyanları, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin dağılmış Sovyetler Birliği'nden kopan Türk Cumhuriyetleri ile soydaşlığından, bu ülkelerin tüm yer altı zenginliklerinin Türkiye üzerinden Batı'ya ulaştırılması ihtimalinden, hatta Türkiye-Rusya Enerji işbirliklerinden çok büyük rahatsızlık duyarak;

Türkiye'yi AB kapısından sokmadan kapıda bekleterek gümrük birliği yolu ile sömürülen gittikçe büyüyen bir Pazar olarak muhafaza etmek amaçlarını hiç de gizlemedikleri gibi, ülkeyi sürekli iç isyanlara bağlı olarak insan hakları ihlalleri vb. soyut kavramlar ile sürekli başı eğik tutarken güneyinde kendilerine yeni bir pazar, Türkiye'ye büyük bir baş ağrısı, ayrıca da önemli bir petrol üretim ülkesi olarak oluşturacakları Kürt devletini gündeme getirmektedirler. Doğal olarak bu bölgenin petrolünü denize ulaştırmak için ve Türk vatandaşı Kürtleri bu devletle bütünleştirmek için Türkiye Cumhuriyeti'nin güney sınırlarlarını TC aleyhine değiştirmek isteyecekler, bu yönde ABD yi de arkalarına alıp baskı uygulayacaklardır.

 

Görüldüğü gibi tarih tekrarlanmaktadır. Osmanlının ahfadı olmak sadece lafta kalmamaktadır. Lozan'dan beri bu akrabalığın borçlarını ödemekteyiz, güçlü bir sesle"YETER" demedikçe de bu ödemeler bitmeyecek kendi içimizden çıkan "İrlandalılar bugünlerde İsviçreliler demek daha uygun galiba" sayesinde yakında Ermeni ve Kıbrıs Rumlarının istekleri de korkarım ödenme sırasına girebilecektir.

 

Tek ümidimiz Atatürk'ü anlatabildiğimiz ve sevdirebildiğimiz genç kadroların görev bilinci ile olabildiğince süratle iş başına gelebilmelerindedir. Bu her disiplin için şarttır. Yoksa Atatürk'ün Cumhuriyeti parçalanma yoluna sokulmuştur, mevcut yetkililer bu süreci ne önleyebilirler ne de önlemeyi ister görünüşündedirler.