Son günlerde Türkiye'nin gündemini oluşturan ve başta AB'nin angaje destekçileri olmak üzere ülkemizdeki yandaşlarının, sözde Kürtçülerin, ne dediğini tam anlatamayan seçilmiş politikacılarımızın ortalığı toz duman ettiği konularda "BENİM DOĞRULARIMI" sizlere ulaştırmak gereğini duydum. Her zaman olduğu gibi bunlarla mutabık olmayanlarınıza da saygılıyım ama irdeleyip tartışmayı da isterim, bu nedenle doğru bulmadıklarınız varsa lütfen nedenlerinizi bana yazınız uygarca tartışalım, tartışmaları bu seviyede tutmamız gerektiği, aksi halde bu tartışmaların kolayca provoke edilebilinen düşünme özürlü gruplarca sokak çatışmalarına döndürülmesi ile kaçınılmaz ve hepimizce üzücü,küçültücü bir sonuca dönüşmesi endişesini taşımaktayım. Açıkçası bir etnik çatışmalar zincirinin oluşumundan tedirginim.

 

Doğrularım şunlar;

 

_      Orhan Pamuk mutlaka yargılanmalı ve ceza görmelidir. Bu hem tüm kamu vicdanında "Ecdadımıza ve yakın tarihte PKK terörüne karşı çarpışan tüm Milli güçlerimize katil diyerek" mahkûm olmuş bir kişinin, hem de bu kişinin yargılanmasından "sırf Türkiye'yi iyice baskı altına alma amacıyla imtina edilmesini adeta bir ültimatom gibi yetkili yetkisiz ağızlardan duyurarak" vazgeçilmesini isteyen AB'nin Türkiye Cumhuriyeti'ne sulta konulamayacağını anlayarak kendine gelmesi ve içerideki AB bülbüllerinin de seslerini kesmeleri için gereklidir.

_      Orhan Pamuk'un tanınmış bir roman yazarı olması yukarıda sözünü ettiğim tarzda beyan yolu ile suç işleme hakkını kimseye vermediği gibi ona da vermez. Bu tarz beyanlar hiçbir ülkede ve yasa düzeninde "FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ" olarak tarif edilmez, edilemez. Bu düpedüz "topluma  yayın yoluyla hem de Yurt dışı basını aracılığıyla hakaret" suçudur. Sizce bu sözleri Türkiye'de bir röportajında söylese idi herhangi bir gazete veya mecmua bunu yayımlar mı idi? Yayımlarsa bu gazete veya mecmuanın sorumlusu hakkında basın savcısı kovuşturma açmaz mı idi? O halde BENİM DOĞRUM, Orhan Pamuk, Adaletin elinden Adalet Bakanını dış ve iç politik odaklarca etkilenmesi ile kurtarılmamalıdır. Bu husus AKP'nin kişilik sınavıdır da.

_      Hiçbir ülkenin Başbakanı ve politik liderleri her konuda bilgili olmak, her demeçlerinde doğru ve pozitif etkileyici beyanlarda bulunmak imkânına sahip olmadıkları gibi böyle bir kapasite de kendilerinden beklenilmemelidir. Ancak bu boşluğun kapatılması ve özellikle Başbakanların demeçlerinin hatasız, doğrulara dayanan, mantık yoksunu olmayan, pozitif yönlendirici olmasını sağlamak için mutlaka güçlü bir danışman heyetince "hiç olmazsa ana hatlarıyla" hazırlanması usuldendir. Maalesef bizim Başbakanımız ya bu destekten yoksundur veya kendi istememektedir, ya da daha kötüsü yetersiz veya bilinçli olarak ters yönlendirici bir danışmanlar kurulu vardır. Hiç aklıma getirmek istemediğim ama varlığından korktuğum dış odaklara angaje bir gizli danışmanlar kurulu da olabilir. Zira bakınız Sayın Erdoğan'ın son günlerde gündemi allak bullak eden mesnetsiz, uyumsuz demeçlerinden birkaç bölüm;

 

_     Türk Ulusu Mozaiktir,  demiştir. "Hayır, BENİM DOĞRUM mozaik çok az etkinliği olan bir yapıştırıcı ile birbirine bağlı malzemeden (aynı cins fakat farklı renk ve türden) oluşur. Tek basit darbe ile dağılır, Türk Ulusu ise ateşten bir oluşumdan geçmiş ve birbiriyle kaynaşmış ve tek madde olmuştur. Ateş Kurtuluş Savaşı'dır, sonuçta çıkan maddenin adı Türk Ulusu olup dış darbelerde parçalanması da mevcut Cumhuriyet esasında mümkün değildir. Bunu bilmeden, bunu korumaya  ant içmeden milletvekili olunamaz, milletvekili olmayan kişi de zaten Başbakan atanamaz.  O halde bu yanlış benzetme ile Başbakan ne amaçlamıştır?"

_     Ben Gürcüyüm demiştir. "Hayır, BENİM DOĞRUM Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı ancak sadece ve sadece Türk olabilir, böyle bir söz ardından kendisi hakkında birçok sevimsiz konuyu dile getirecektir. Bu demeç ile amaçlanan husus nedir? Gürcistan başka bir bağımsız komşu ülkedir. Türkiye'de yeterli adam kıtlığı mı var ki Başbakanı Gürcü olsun?"

_     Kürt olayı vardır demiştir. "Hayır, BENİM DOĞRUM Kürt olayı olarak Türk Milleti'ne tanıtılmak istenilen Terörist bir isyan hareketinin kalıntıları vardır ve bu hareket en çok Güneydoğu ve Doğu bölgesi halkımıza zarar vermektedir, geçmişte  de 5500 kadar Devlet görevlisinin yanı sıra bu bölge halkından 25000 kişiyi de bu terörist hareket katletmiştir (bir kısmı harekete zorla katılarak,ama büyük çoğunluğu katılmadıklarından dolayı), kendi romanlarıyla dünyası kaplanmış romancının sözünü ettiği 30000 rakamı da bu ikisinin toplamı olsa gerektir. Sayın Başbakan bu teşhisi ile olmayan bir gizli kanserden söz ederek kendisini bilmediği bir alanda olmayan hastalığı tedaviyle yükümlü hale getirmiştir. Bundan sonra o bölgelerde oluşacak tüm zabıta olayları bu yanlış teşhisin kapsamına sokulacak ve kendisinden tavizlerle çözüm istenecektir. Ülkenin bir bölümünü sorunlu ilan etmek kadar tutarsız bir beyan hiçbir Başbakan için yüz aklayıcı olmasa gerektir. Bu çok gereksiz ve mesnetsiz demeçle kastedilen ayrımcı yaklaşım çok tehlikeli ve ülke bütünlüğünü zedeleyici bir irade gösterisi olarak algılanarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerine tam anlamıyla zıttır ve kanımca suçtur."

_     Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü'nün anlamsız isnatlarla tutuklanması ve rahatsızlığına rağmen tutukluluğunun devamına göz yumulması bir yana, bunu tenkit edenlere karşı Savcıları harekete geçirip kovuşturma açtırması çok kötü bir görüntüdür. BENİM DOĞRUM " Evet, neden bir Başbakan bu gibi kendi kişiliğini hedef almayan adli konulara müdahale eder? Bunun izahı yoktur. Eğer suçluların takibine ve cezalandırılmasına yani hukukun üstünlüğüne çok meraklı ise;

 

1.     Kendi söz verdiğini yerine getirip Milletvekili dokunulmazlıkları kaldırtır ve TBMM üyelerinin geçmişlerindeki gölgeleri kaldırmaları için Yargı ile yüzleşmelerine izin verirdi.

2.     AB'nin baskıları ile incelemeden, Türk kişiliğine,hayatına, yüzlerce yıllık ceza mantığına uymayan yeni ceza kanunlarının çıkarılmasına izin vermez, Kamuyu çok rahatsız eden, katillerin birkaç yılda tahliyesini önleyen,kadınların töre yavesi ile kendi cahil evlatlarına katlettirilmesi, ablaların erkek kardeşlerince babalarının desteği ile öldürülmesi vb. gibi insanlık ve din dışı suçları ağır cezalara çarptıran, rektörlerin hasta hasta aylarca yargılanmadan hapiste tutulmasını, yargılanmayı hapiste beklerken bunalıp intihar eden suçu belirsiz insanların kaybına neden olunmasını önleyici yasal tedbirlerin  alınması için ilgi gösterirdi.

3.     Hakkı olmadığı halde, zımmi baskı ile YYÜ Rektörünün gereksiz tutukluluğunu tenkitleri "yargıya baskı" diye yorumlayıp iş adamları "ki onlar kendisi İstanbul Belediye Başkanı iken görevini bırakıp doğuda hamasi şiirlerle mitingler yaptığı için tutuklandığında onu desteklemişlerdi ama o zaman kimse onlar hakkında suç duyurusunda bulunmamıştı" hakkında suç duyurusu yaparak kovuşturma açtırıp Kamuda kendileri için de kovuşturma açılmasını talep eden gönüllülerin çığ gibi ortaya çıkmasına sebep olmazdı.

4.     Anayasa Hukuku Profesörü olan YÖK başkanı ile ikide bir hukuk mücadelesine girip, hemen hemen hepsinde de kaybederek zor durumda kalmaz, başörtüsünün Kamu alanlarında kullanımı ve imamlık mesleğini seçmiş meslek lisesi öğrencilerini Devlet bürokratı olabilecek fakültelere sokabilmek için kolaylıklar yaratmaya çalışıp yasaları zorlamazdı.

5.     Tüm üst düzey Devlet görevlisi atamalarının Cumhurbaşkanınca onaylanması Anayasanın amir hükmü iken onay alınamayacağı belli veya onayları reddedilmiş kişileri vekaleten atayarak Cumhurbaşkanı yetkisini kısa devre etmezdi.

             

_      Kıbrıs konusunda AKP dönemi öncesinde başlayan AB uğruna tavizler sonunda belki AB ile ömür boyu sürüp sonuna gelinmeden AB'nin yok olacağını umduğum müzakere süreci başlatılmışsa da Kıbrıs politikası özellikle AKP döneminde bir "verip kurtulalım" politikasına dönüştürülmüştür. Öncelikle Ecevit Koalisyonu bütün milliyetçi gösterişine rağmen dış etkilerle yeterince aktif davranamayarak, "Londra ve Zürih Antlaşmalarını esastan dikkate almayan bir AB yi muhatap alıp, Türkiye'nin izni olmadan ve KKTC yi yok sayarak GKRY'nin aday ülke olmasını zımmen kabul etmiş oldu. Sonrasında pamuk ipliği gibi basit bir dönem başkanı mektubuna dayanılarak Türkiye'nin namzetliğini de Kıbrıs konusunun müzakereler dışı tutulacağı inancı ile kabul ediverdi. Bu durumda iktidara gelen AKP kendisine empoze edilen uyumluluk politikası ile "kazan, kazan" aldatmacasının peşinde önce Kıbrıs'ta Talat önderliğindeki angaje "yes be annem" ekibini destekleyerek ne gibi tuzakları içerdiğini tam anlamadıklarını sandığım ANNAN planına "evet" dedirtip Talat'ı da KKTC cumhurbaşkanı yapıp plana göre bir mahkûmiyet ve kısa sürede yok oluşu çözüm belledi ancak Ulu Tanrının yardımıyla önce GKRY plana "hayır" dedi ve plan kadük oldu. Sonra da BMGK da Rusya vetosunu kullanıp Kıbrıs'ta statüyü korudu. AKP halen plana birçok şeyden vazgeçme Kıbrıs Türklüğünü yok ettirme pahasına evet dedirtirken AB'nin ve ABD'nin söz verdiği hiçbir avantajı "daha doğrusu Kıbrıs Türklerinin 30 yıldır engellenen insan haklarının hiç olmazsa bir bölümünü sağlayacak ambargo kaldırma işlemlerinin" alamadığı gibi AB müzakerelerinin tam olarak işlerlik kazanması için GKRY'nin AB üyeliğinden doğan bütün haklarını vermeyi ve onu devlet olarak tanımayı amir ek protokolu TBMM de onaylatmak zorunluluğundadır. Bunu yapmaz ise kendisi ile çelişecektir zira bu protokol TC Devleti adına Devlet Bakanı tarafından imzalanmıştır. Ayrıca aynı AKP sadece adaylığı onaylanıp müzakerelere başlama gününün tespiti için gün verildiğine dayanarak TC adına AB'nin Anayasa taslağına kabul imzası da atmıştır. Ben ne AB'ye katılmak için yasalarımızın düşünülmeden hızla değiştirilmesini, ne de AB üyeliği uğruna daha fazla taviz verilmesini doğru bulmuyorum. TC imzaladığı bütün Uluslar arası antlaşmalar TC için kutsaldır, bunlara harfiyen uyar ve uyulmasını bekler, AB'nin bu antlaşmalar üzerinde söz hakkı yoktur ve olmayacaktır da, ne yırtılıp atılmış Sevr'in leş kokularını taşıyan demeçleri verenler ne de bunları derhal susturamayan güleç, ürkek yetkililer bence kabule şayan değildirler. Lozan antlaşması ancak örnek alınacak içindeki tek bir kelimesi dahi tartışılamayacak bir kanlı zafer sonrası yapılmış antlaşmadır. Orada kimler azınlık ise Türkiye Cumhuriyetinde azınlıklar onlardır ve Türk vatandaşıdırlar. Ne iç odaklar ne de dış odaklar Yurdumda başka azınlıklar yaratmaya çalışamazlar bu amaçta olanlar da onlara uyan Türk vatandaşları da bilerek bilmeyerek suç işlemektedirler. Hiç biri de benim muhatabım değildir. Kıbrıs konusunu bu kadar iğrenç, Türklük anlayışından uzak ve AB ile pazarlık konusu haline getirmiş olan KKTC ve AKP yönetimi de benim anlayışımla görevlerinde başarısızdırlar, politikaları dışarıdan kontrol edilmektedir ve kendilerine verilen hiçbir söz tutulmamıştır,bunu dahi sorgulayacak güçleri yoktur. En son Azeri uçaklarının uçuşları da GKRY'nin ve Yunanistan'ın baskısı ile durdurulmuştur. Kanımca AB ye karşı sözlerini kısa sürede yerine getirmelerini isteyen bir politika güdülmeli ve sonuç alınmadan da AB aşkı küllenmeye bırakılmalıdır. GKRY hiçbir şekilde muhatap kabul edilmemelidir. Talat Efendi buzdolabı tamirhanesine dönmeli KKTC TC'nin bağımlısı olmayı kabul ederek Hatay modeli ile Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlanmalıdır. Hiç bir ülke hükümran bir ülkenin kendi meclis kararı ve halkoyu ile başka bir ülke ile birleşmesine karşı çıkamaz bu insan haklarına aykırıdır zaten ABD ve AB el birliği ile yıllardır Kıbrıs Türklerinin insan haklarını sultaları altındaki BMGK vasıtasıyla önlemektedirler. BENİM DEĞİŞMEZ DOĞRUM şunlardır: KIBRIS TC'YE KATILMALIDIR, AB NALINCI KESERİNİ ELİNDEN BIRAKIP EŞİT KONUMDA MASAYA OTURUNCAYA KADAR GÖRÜŞMENİN YARARI YOKTUR.

_      AİHM kararlarının hemen hemen tamamı Türkiye'nin aleyhine tecelli etmektedir kanımca tek yararı başörtüsü konusunda verdiği ve Başbakanımızca ağır eleştirilere uğrayan kararı olmuştur. Bunun dışında hem vatandaşlarımızın açtığı davalarda hem de daha önemlisi Kıbrıslı Rumların Türkiye'ye açtığı davalarda çok yanlı davranmıştır ve davranmaya da devam etmektedir. Örnekler;

 

_      Lazaidau adlı bir Rum kadın'a AKP iktidarı bir milyon $ dan fazla işgaliye ödedi. Bu kötü bir başlangıç ve örnek oldu. Kanımca olumsuz ve gereksiz bir tavizdi, zira bu suretle TC doğrudan doğruya Kuzey Kıbrıs'ta işgalci olma durumunu kabul etmiş oldu hâlbuki Barış Harekâtı anlaşmalardan doğan katledilme durumunda olan insanları korumak için yapılan bir harekâttı, aynı işi yapmaktan kaçınan Yunan yönetimindeki ihtilalci albaylar Cuntası "beceriksizlik ve korkaklıkla suçlanarak" alaşağı edildiler ve Yunanistan'a sayemizde sivil idare geldi. Onlar da cesaret edip Türklerden her zamanki gibi korkmasa idiler belki güneyden girerler Kıbrıs'taki ihtilali bastırıp bugünkü sınırlara gelirler ve iki devlet yerine yeni bir Türk -Yunan sınırı oluşurdu bu durumda da Rum kadını AİHM den hiçbir şey talep edemeyecekti. Diğer garantör İngiltere tam anlamıyla Türklere tarih boyu oynadığı oyunlardan birini oynadı Rum ihtilalcilerinin zaten kadük hale getirilmiş anayasayı hiçe sayarak tüm Türkleri "sanırım Talat gibi düşünenleri yine ikinci sınıf hizmetkâr olsun diye bırakırlardı" katletme girişimlerine karşı sessiz ve hareketsiz kaldı.

_      Yeni bir kararla yine TC'yi muhatap alarak "bazılarının umduğu veya sandığı gibi KKTC'den söz etmiyor onu tanımıyor" emsal teşkil edecek "ucunda TC'ye dört milyar USD'ye mal olabilecek 1400 dava var" tarzda topu TC'ye atarak özcümle( Bu davacının hakkı var ama nasıl ve hangi esaslarla hesaplanıp ödeneceğini TC düzenleyip bize bildirsin) diyerek TC'yi iki yönden köşeye kıstırıyor. Yani mutlaka bir ödeme yaparak işgal suçunu kabul edeceğiz, hem de AİHM'nin tatmin olacağı bir yöntemle hesaplanacak tatmin edici bir bedel ödeyeceğiz. Bizim akıldaneler şimdi KKTC de yasa yapıp buna göre komisyonlar kurup kuzeydeki Rum malını kullanan Türk'ün güneydeki malını hesaptan düşerek güya bu badireyi ucuza atlatıp AB'ye de "bak biz işgal suçumuzun kefaretini ödedik" diyecekler. Böyle acizlik BENİM DOĞRUM değil. Her savaşın sonunda sebep olan tazminat öder Türk Ordusu'nun ne için ve nasıl adaya çıktığı malumken ve biz alacaklı iken bu ödemelerin anlamı nedir hani bizim Batı hukuku uzmanlarımız neden herkes susuyor bu paralar TC bütçesinden ödenecek zaten Talat Efendi ve yandaşlarının da tüm giderleri bağlı olmadıklarını beyan ettikleri Anavatandan gitmiyor mu?

_      AİHM bazı vatandaşların ipe sapa gelmez davalarına bakıyor ve hep TC'yi mahkûm ediyor. En son bir muvazzaf astsubayın komutanı tarafından verilmiş hapis cezalarını insan haklarına uygun bulmamış ve devletimizi bu emekli çavuşa para ödemeye mahkûm etmiştir. Yani "Kardeşim sen asker olurken bu devlet sana öğrenciliğinden itibaren bakıp donuna kadar temin eder ve seni askerlik için eğitirken, tüm askerlerin bilmesi gereken disiplin kurallarını ve cezalarını bilmiyor mu idin? Askerliğin esasının disiplin ve üste itaat olduğunu, Türk ordusunun çok köklü özel ve Dünyada gücü ve disiplini ile ün yağmış olduğunu, birlik komutanlarının astlarını disiplinsizlik nedeni ile mahkemeye sevk etmeden 45 güne kadar oda hapsine koyabileceğini de bilmiyor mu idin? Tüm bunları bilerek yemin edip görevi üstlendikten sonra şimdi ne halt etmeye bizi meşgul ediyorsun? Demek yerine fırsatı değerlendirip Türk ordusunun disiplin kurallarını sivil yasalara bağlamaya yönelik karar vermiştir. Tabii bu tarz disiplin uygulandığı zaman Hollandalı güya askerlerin Kosova'da Müslümanların katline göz yumması sonucunda aldıkları gülünç cezalar, Bosna'daki Fransız Nato gücü komutanının densizliğinden oluşan katliamdan sonra hiç kimsenin doğru dürüst cezalandırılmaması gibi Avrupai insancıl  disiplin örnekleri doğması normaldir.

 

AİHM konusunda BENİM DOĞRUM olabildiğince hızla yolunu bulup bu saçmalıktan yakamızı sıyırmaktır. Biz kendi hukukumuz ve yargımızla çok daha huzurlu ve mutlu oluruz. PKK elebaşını asmamak için zaten uygulamadığımız idamı kaldırdık sonuç çok kötü oldu. Hâlbuki asılmasa bile "idamlık" nitelemesi dahi hem engelleyici hem de pişmanlık yaratıcı bir etki yapıyordu. Asmadığımız bebek katili de başımıza ada sakini oldu kaldı. Şimdi ise en ağır ceza 30 yıl onu da yatan veya yatacak olan yok bir kişiyi öldürüp diğerini öldü sanı ile ölüme terk edenler bile yaşı küçükse 7 ayda yaşı büyükse 16 ayda çıkıyorlar.

 

_      Türk Silahlı Kuvvetleri tamamen milli bünyeden oluşan öz varlığımızın parçasıdır. Şimdiye kadar bu güç ve onun üst yönetimi Türkiye'yi kurtarıp Cumhuriyeti kurmuştur. 1950 - 2000 arasında demokrasimizin her tökezlemesinde de tutup kaldıran güçlenmesini yoluna devam etmesini sağlayan bu güçtür. Ne yazık ki AKP iktidarı dış odakların etkisinde kalarak bu iyi niyeti, ülkenin çıkarlarını savunmadaki gücü, dış dünyadaki saygınlığı, vazgeçilmezliği tartışılmaz gücü becerebildiğince yetkisiz, dış ve iç politikada etkisiz hale getirmek için dış odaklardan kendisine empoze edilen işlemlere tevessül etmektedir. Daha da üzücü ve ümit kırıcı olanı bu gücün varlığını ve görev alanlarını korumak için aktif bir tutum içine girmesini sağlayacak üst kumanda heyetinde bu bakımdan bir atalet gözlemlenmesidir. Sanki "Silahlı kuvvetler AB ye katılımı engelliyor" gibi bir töhmet altında kalmaktan korkarcasına Atatürk'ün ordusuna hiç yakışmayacak bazı muamelelere muhatap olmayı sineye çekmek, kendi yetki alanlarındaki veya iç düzenleriyle ilgili konularda yetkili veya yetkisiz kişilerin açıkça demeç vermelerine karşı susmak,  TC'yi ve Türk Ordusunu tahkire cesaret eden Kürt peşmergelerinin dillerini kesmekten adeta ürküyormuş gibi susup oturmak gibi bir çok olay ve yayım-yayın işlemlerinin karşılıksız bırakılmalarına tahammül etmekte zorlanmaktayım. BENİM DOĞRUM Türk Ordusunun, en yetkili ağızdan "o yapmıyor veya yapamıyorsa görevi yapabilecek olana devretme zamanı gelmiş demektir" gümbür gümbür bağlı olduğu ilkeleri ve öncelikli görevlerini yayınlayıp derhal en hızlı ve Atatürk'ün Cumhuriyet Ordusuna yakışan şekilde AB'nin saçma sapan standartlarını filan unutup bu ülkenin doğudaki ve güneydoğusundaki vatandaşlarına zulmeden PKK pisliğini eskiden olduğu gibi temizleyerek güneyimizdeki ABD'nin işgal bölgesindeki yuvalarını da yok edecek harekâta girişerek başta doğu ve güneydoğudaki vatandaşlarımız olmak üzere tüm Türklere "OH" dedirtmesidir. Bu terörle rahatsız edilen her ülkenin yaşam hakkıdır. ABD bu amaçla Afganistan'ı birbirine kattı, ancak bizim askerimiz orada bir miktar insanı huzura kavuşturdu, yine ABD bunu sebep gösterip koskoca Irak'ı işgal etti şimdi girdiği bataktan çıkmak için Türk askerini Bağdat'a sokmak istiyor.  " Hâlbuki bu Anglosaksonlar değil mi idi Arapları para ile satın alıp Osmanlı ordusunun Türk Mehmetlerini arkasından vurdurup bu ülkelere giren yapay devletçikler kurup petrolünü sömüren" şimdi artık başa çıkamayıp Mehmet'i nöbete çağırıyorlar. BENİM DOĞRUM bu ülkenin sadece kuzeyindeki müktesep petrol hakkımızı alıp sadece kurulacak bir BM gücüne az bir kuvvet verilmesidir.

_      IMF'e borçlu ülkeler sıralamasında birinciliğe yükseldik, Brezilya ve Arjantin merkez bankalarındaki rezervlerin bir miktarını da kullanmak pahasına IMF'e borçlarını ödeyip sultadan kurtuldular bu ülkelere nazaran Türkiye birçok bakımdan daha güçlüdür ama IMF den kurtulma yönünde bir politik iradeye sahip değildir üstelik yönetim IMF'in tam denetimi altında Cumhuriyetin oluşturduğu bütün değerleri "Özelleştirme uydurmacası" adı ile ucuz pahalı demeden satıp güya gelir temin etmektedir. En önemli iki stratejik üretimi görünüşte yerli firmalara satarken dahi sonucunu düşünmemiştir. Nitekim Oyak Erdemir'in büyük hissesini bir yabancı şirkete devretmekten imtina etmemiş hatta bu devirlerin devam edebileceği izlenimini de vermiştir, Koç Grubu ise Tüm ülkenin petrol hareketini denetimi altına alıp rafinerilere sahip olunca, zaten ticari çıkarlarını hep önde tutan iş anlayışı ile tamamen bir kredi sendikasyonuna bağlamış olduğu bu yatırımını doğal olarak kendi çıkarları ve kreditörlerinin önerilerine göre yönetecektir. Ülkenin bu en stratejik ihtiyaç maddelerindeki devlet denetimi artık pratik olarak yoktur. Limanlar ve haberleşme de artık yabancı özel şirketlerin elindedir. İlginç olarak bu tip özelleştirmelere silahlı kuvvetlerin hiçbir engellemesi veya uyarısı olmamasıdır ve ürkütücüdür. Ülkede tarım desteklemeleri giderek yok edilmekte ve AB önerileri dikkate alınarak küçük çiftçi çok mağdur duruma düşürülmektedir. BENİM DOĞRUM mümkün olan hızla tüm imkânları IMF denetiminden kurtularak özgün plan ve bütçe hazırlama özgürlüğüne sahip olma iradesiyle hareket edilmesi, vatandaşların tüm birikimlerinin bu amaçla seferber edilmesi için kampanyalar düzenlenerek öz kaynak gücünün ortaya çıkarılması ve IMF WB borçlarının denetim etkinliği yapamayacakları düzeye indirilmesidir. Bunun ilk adımı da mümkün olan hız ve destekle yerli malı kullanımına dönülerek ihracat için gerekli ithalat dışındaki ithalatın doğal yoldan azaltılarak dış ticaret dengesine yaklaşılmasıdır. İlk akla gelen kalemler otomotiv, giyim, yiyecek, mobilya olabilir. Zaten AB âşıklarının da vuslat için bu ekonomiyi düzeltmeleri gerektiği unutulmamalıdır. Önemli bir husus da yabancılara özellikle büyük arazi satışlarının durdurulması ve sadece sürekli istihdam yaratacak dış yatırımlara destek verilmesidir.

 

Konuyu burada kesmek istiyorum, müteakip bir yazı ile diğer hususlardaki doğrularımı irdelemenize sunmak istiyorum.

 

    Bu vesile ile tüm okurlarımın yeni yılını kutlar mutlu, huzurlu, sadece Türklüğünü benimsemiş ve ona inanmış bilinçli, sağlıklı insanların sevgi içinde yaşadıkları bir Türkiye'nin oluşmasını dilerim.