Bir yaz mevsimini daha geride bırakıp, Eylül'e, yani sonbahara girdik. Bunu şuradan anlıyorum, Amerika'da yaşayan torunlar, yazı bizim Marmara Ereğlisi'nde bulunan yazlık evimizde geçirip, tekrar Amerika'ya geri döndüler. Geldiklerinde ne kadar sevindik ise, gittiklerinde bir o kadar üzüldük ve ızdırap çektik. Sayılı günler, yaz çok çabuk geçti, her güzel şey gibi hızla bitti. Aslında çocuklarımızı, iyi eğitim alıp, vatan ve milletlerine faydalı olsunlar diye büyük maddi ve manevi fedakarlıklar karşısında Amerika'da okuttum. Eğitimlerini bitirip, MBA derecesini aldılar ve "baba bizi bu ülke okuttu, bizde Türkiye'ye dönüp, hizmet etmek mecburiyetindeyiz" diyerek, geri gelmişlerdi. Ne yazık ki, birçok genç gibi Türkiye'nin şartları, Amerika'da eğitimi olan ve master derecesi sahibi çocuklarımıza, arzu ettikleri gibi katkıları olabilecek bir iş ve çalışma imkanı doğurmadı. En önemli ve acı olanı, Amerikalı olan ve ağız ve çene cerrahisi konusunda ihtisası bulunan diş doktoru gelinimin, Amerika'nın konusunda en önemli üniversitelerinden aldığı diş doktorluğu diplomasını, bundan önceki Teziç yönetimindeki YÖK tanımayarak, denklik vermedi. Neticede çocuklar bana, "Baba bu ülke bizi istemiyor, bize izin ver biz tekrar Amerika'ya geri dönelim" dediler ve geri döndüler. ABD'ye gidenler bilirler. Tıp sektöründe en fazla kazanç getiren doktorluk dalı diş branşıdır. Gelinim, ABD'ye döndüğünün daha ilk haftasında Türkiye'deki diş doktorlarının hiçbirinin erişemeyeceği ücret ve şartlarla iş buldu, gayet memnun ve çalışıyor. Bu şekilde dışarıda eğitim alıp, Türkiye'ye dönüp, vatan ve milletlerine borçlarını ödemek isteyen, Türk çocuklarına karşı, YÖK'ün (eski yönetimler) bu tutumunu anlayamıyorum ve mantık kurallarıyla izah edemiyorum... Tersine beyin göçünü, tevşik etmesi gereken bundan sorumlu olan bir kuruluş (YÖK), dışarıda eğitim görmüş, yetişmiş, çok kıymetli, lisan bilen, Türk çocuklarını dışarıya kaçırıyor. Netice itibariyle, Eylül ve sonbahar geldi. Yazlıklar kapanmaya başladı. Tatil yerleri yavaş yavaş boşalıyor. Yazlığımda, gece evden dışarıya baktım. Yazın kuş ve çocuk sesleriyle dolu olan, gece ışıl ışıl olan yemyeşil ağaçlar arasındaki sitemiz, sessizleşti, evler ışıksız ve kapkaraydı. Herşey hüzünlü ve mahzun idi. Yazlık evimiz bile, "işte beni kapatıp, gidiyorsunuz, dokuz ay yüzüme bakmayacaksınız" der gibiydi. Hep söylenir ya, Eylül'de deniz bir başka olur diye gerçekten deniz çok güzeldi. Eylül'ün ilk haftası içinde Marmara Ereğlisi'nde denize bu mevsim belki de son defa girerken, o eski deniz gitmiş, yerine sakin, latif, hafif çırpıntılı, dibi görünen, tertemiz tam yüzülecek bir deniz gelmişti. Sanki bana "işte bu güzel denizi bırakıp, çekip gidiyorsun," der gibiydi. Yüzdüm, yüzdüm, doyamadım. Nerede ise bir saatten fazla, son defa denizde kaldım. Akşam üzerileri, sitenin kafesinde oturup, güneşin batışını izledim. Grup, gizemli, sihirli, insanı mest edercesine akıp gidiyordu. Herkese, tüm dostlarımıza, bir sonraki yazda sıhhat ve afiyet içinde tekrar bir arada olmak dileğiyle, veda ediyorum. Kime sorsan, "Eylül'de hava deniz çok güzel olur, Eylül en güzel mevsimdir", diyor. Ama herkes yazlıkları kapatıyor. Kışın evlerden gelen eşyalar, arabalara yükleniyor, buzdolapları kapatılıyor, perdeler çekiliyor ve yollar yazlıklarını kapatıp, şehre dönen insanlarla doluyor. Çocuklar ve torunlar Amerika'ya döndüler. Bizde yazlık evimizi kapatıp, umut ve özlemlerimizi her yıl olduğu gibi, sağlık ve mutluluk içinde bir sonraki yaza taşıyarak, sonbaharın hüzünü içinde eve döndük.