Son yıllarda çok tartışılan yargı, bu zihin bulandırıcı tahliyelerle iç ve dış basında büyük yankı uyandırdı... Hemen hemen herkes Türkiye’de yargının temel ve yerleşik bir sorun oluşturduğu görüşünde birleşiyor. Şu hale bakın, eli kanlı adamları hesap sormadan salan devlet şimdi onları operasyonlarla köşe bucak arıyor. İnanın ki yeryüzünde görülmemiş bu fıkraya benzer olay karşısında dünya bize gülüyordur. Dahası, Avrupa Birliği’ne aday olan bir ülkenin yargısı bu kadar net ve sert eleştirilirken, yetkililerin bu işin vebalini ona buna yamamaya çalışması da son derece komiktir. Bu bir kader meselesi filan değil, hepimizin yüzünü kızartan bir anlayış meselesidir. AIHM Raporuna göre 13 bin 214 dosya ile adil yargılama hakkın ihlali konusunda Türkiye birinci sırada yer alıyor. Acı gerçek şudur ki, “Türkiye’de yargı çok yavaş ve sistem dışı yürüdüğünden” yaşanan mağduriyetlerin sonu bir türlü gelmiyor. Bu kanayan yaradan dolayı en az adalet kadar yıpranan vatandaş, mahkemelere düşmemek ve mahkeme koridorlarını arşınlamamak için her acıyı sineye çeker hale getirilmiştir. Yargının iş yükünün ne derece ağır olduğunu bu ülkede bilmeyen yoktur. Üst yargının milyonları aşan dosyalarla başı dertte ama alt mahkemelerde durum sanıldığı kadar farklı değildir. Gecesini gündüzüne katarak, binbir sıkıntı içinde çalışan 4149 hâkimimiz bu sistem içinde artık görevini yapamaz hale gelmiştir. Türkiye’de hâkim başına düşen 16527 nüfus oranı, dünya ortalamasının tam 4,3 katıdır. Bu şu demektir. Dünyanın her hangi bir yerinde çalışan bir hâkim (ki Batı’da 3 misli daha fazla para alıyorlar) 2 dosyaya bakarken, bizde hâkim (ön çalışması bile tamamlanmamış) 9 dosya ile boğuşmak zorunda kalıyor. Şimdi hiç kimse kalkıp da şu soruyu sorma ihtiyacını hissetmiyor. Niçin Yargıtay’a bu kadar dosya geliyor? Neden alt mahkemelerin verdiği kararlar bozuk çıkıyor? Çünkü, o davalara bakan hâkimlerin nefes almaya bile zamanları yok da ondan. Burada çıbanbaşı iki temel sorun vardır. Birincisi personel yetersizliği, ikincisi çağ dışı sistemin tıkanmışlığıdır. Önemli hususlardan biri de çağdaş ülkelerde her erken kalkan dilediği gibi dava açamıyor. AB ülkelerinde birçok dava mahkemeye intikal etmeden savcılık tarafından neden ve nasıl karara bağlandığını bir başka yazımda size anlatmaya çalışacağım. Elbette ki adaletin tecellisini geciktiren faktörlerin bir an önce ortadan kalkması şart ama 102. maddenin arkasına sığınarak, “sorun ne olursa olsun” ardı ardına yaşanan bu tahliyeleri hukuken izah etmek mümkün değildir. Çünkü yüksek yargıya intikal eden dosyaların karara bağlama görevi, Hükümette değil, Yargıtay`ın kendisindedir. Anlaşılacağı gibi burada yapılanlarla söylenenler arasında büyük bir çelişki vardır. Hatırlanacağı gibi, “yargının bu yükünü hafifletmek amacı” ile 2005 yılında çıkan yasa istinaf mahkemelerinin 2007`de devreye sokulmasını öngörülüyordu. O gün “ bunlar kendi yandaş yargısını kuruyorlar, devlet elden gidiyor” diye feryat eden ve bu süreci tıkayanlar, bugün istinaf mahkemelerinin bir an önce kurulmasını istiyorlar. Ancak, istinaf mahkemelerinin kurulabilmesi için her şeyden önce sorunları masaya yatırarak, çağdaş bir yargı reformunun gerçekleşmesi ve alt yapının uluslararası standartlara çıkarılması şarttır. Unutmamak gerekir ki, bu reform çerçevesinde Türkiye’nin bölge Adli Tıp Kurumlarına büyük ihtiyacı vardır. Amaç, devlete karşı vergi ödemelerini ve mükellefiyetlerini titizlikle yerine getiren vatandaşın beklediği hizmeti eksiksiz ve hızlı bir şekilde yerine getirmekse, o zaman sadece fotoğrafı değil, bu çürümüş sistem ile çağ dışı zihniyetti bir kenara bırakmak gerekir.