Geçen Yıldan Hafızamda Kalanlar
Dr. Metin ERİŞ
İnsanoğlunun izafî değerlendirmeleri içerisinde yer alan kavramların başında gelenlerden biri şüphesiz “zaman değişimiyle” ilgili olanı. Zaman konusunu vurgulan bir deyişse sıkça olduğu gibi son günlerde yine dilimde pelesenk haline geldi. “Zaman, naif karakterlerin parçalandığı bir kayalıktır!” Gençlik yıllarımın tiyatrolu günlerinden hatırladığım bu cümlenin hangi eserden hafızama yerleştiğini bugün söyleyemem. Ama hani o, insanların kendilerini bulutların arkasına gizlemek ihtiyacını duydukları yılbaşı, doğum günü vb özel coşkulu günler vardır ya işte bu zaman dilimlerinde bir araya gelenlerin hareket tarzları bana, nedense, daima bu cümleyi hatırlatmıştır… Gerçekten naif karakterler zaman mefhumu içinde kayalara çarparak parçalanıyorlar mı, tam bilemiyorum!.. Ama hayatın bir akış sırrı olduğu inancı içinde yeni, yepyeni bir dirençle Hak rızasına doğru yelken açma ihtiyacı içinde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Neyse… Bunlar başka yazıların konuları. Fakat şurası muhakkak, zaman fertlerin olduğu gibi toplumların, millet ve devletlerin de üzerinde bazen acımasızca, bazense ufuk açıcı hükmünü icra edip gidiyor…
Bu düşüncelerle mademki insanoğlu kendisine hayatın akış seyrinde sınırlar koyma ihtiyacını duymaktadır o halden biz de bundan uzak kalmayalım ve 2010 yılında mühimseyerek hatırımda kalanların neler olduğunu sıralamağa çalışalım… Kim bilir belki böylece değerli okuyucularımın bir bölümüyle aynı şeyleri paylaşmanın şansını yaşar, bir bölümün de “yok canım bunu da nereden çıkarmışsın” diye söylendiğini, gıyaben de olsa, hissetmiş olurum. Bu arada şunu da dile getirmek isterim. Aşağıda belirtmeğe çalışacağım “hafızalarımdakiler “ ne bir sıralamaya tâbidirler, ne de aralarında tabii afetler veya felâketler yer almamaktadır. Düşüncelerimde yer alanların daha ziyade sosyo-kültürel meseleler kapsamında hemen hafızamdan satırlarıma düşenlerdir. Hepsi o kadar. Bakalım sizlerle birlikte önemseyerek aynı şeyleri hafızalarımıza yerleştirmiş miyiz?
Doğrusu hafızamda en ağırlıklı olarak yer edenlerden biri, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 29 OECD ülkesinde yapılan bir istatistik araştırmasıdır. Burada işsizliğin, en az küresel ısınma kadar, insanlığın en önemli sorunu olduğu üzerinde durulmuştu… Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler veya 29 en zengin ülke olarak tesmiye edilen bu ülkelerdeki genel işsizliğin %10 ortalamasına ulaşmış olması yanında, daha vahimi işsizliğin gençlik arasında yaygınlık taşıdığıdır. Genel işsizlik içerisinde 4 ülkedeki genç işsizlerin %9,1’lik oranı bir tarafa bırakılacak olursa OECD Ülkelerinde bu rakamın %10’lardan başlayarak %39,6’lara kadar çıkmakta olduğudur. Türkiye’de de, yanlış hatırımda kalmadıysa, genç işsizlerin genel işsizlere oranı %21,4’lerdeydi,.. Genç işsizliğin, özellikle iletişim araçlarının ahlâki değerleri ne derecede dumura uğrattığı gerçeği göz önüne getirildiğinde bu durumun ne gibi olumsuzluklara açık olduğu üzerinde fikir beyan etmeden, geçen seneden ilk aklıma takılanın bu olduğunu söyleyerek konuyu geçelim..
Hafızamda ikinci yer eden AB ve AVRO meselesiydi. Karşılaşılan bir kriz sonrasında hemen ortaya atılan ve özellikle AB’nin çekici gücü hüviyeti taşıyan Almanya tarafından dile getirilen “acaba yanlış mı yaptık, DM’a dönsek mi!” lafazanlığı, doğrusu beni pek şaşırtmadı. Bu tarz beklentilerimi “AB’ne HAVET” adlı kitabımda zaten dile getirmiştim. Fakat inancım AB’nin belli bir seyirden sonra kendi kendini yemekten çok uzak olmayacağı ve de Türkiye’yi AB’ne almayacakları yönünde... Bu düşüncelerime rağmen Türkiye’nin direncini kırmadan ama kendi doğrularından da sapmadan AB yörüngesindeki yürüyüşüne devam etmesidir.. Hanı derler ya “isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara!” Esas itibariyle bu nokta düşünüldüğünde Avrupalının yüzüne bakmağa pekte gerek olmadığıdır. Zira yüzlerindeki karalar dolayısıyla gerçek yüzlerini bulmak hiçte kolay olmayacaktır!..
Yukarıdaki düşünceme bağlı olarak hafızamda yer eden bir başka şekillenme Batı Dünyasının Anti-semitizm yerine son yıllarda ikâme ettiği “İslâmofobi”dir. Geride bıraktığımız yıl “İslâmofobi” adetâ bir hortlak gibi, özellikle Avrupa’da yaygınlaşmıştır. Dünya Yahudiliğinin asırlar boyunca Hıristiyanlıkla kavgalı olduğu ve bu kavgadan da sonuç itibariyle, para ve finansal olarak, hep kârlı çıktığı bir gerçektir. Dış görüntüsü itibariyle Dünya Hâkimiyeti sahibi ülkeler, siyaseten ve askeri cepheden bakıldığında başkaları görünseler de, işin gerçeği yüzyıllardır finans politikalarını dünya genelinde ellerinde bulunduran Yahudilerin gerçek hükümran olduklarıdır! Beşeri olarak çektikleri sıkıntıların hesabını da sormuşlardır ve sormağa da devam etmektedirler... Son iki asırdır bu hesap sormanın boyutları öylesine tırmanmıştır ki kompleksi içerisindeki Batı Dünyası kendine “anti-semitizm” yerine bir başka düşman yaratmanın yolunu, İsrail ile işbirliği yapma kolaylığını da kullanarak, “İslâmofobi” fenomenini ortaya koymakta bulmuştur! Ellerinde kullanacakları kozlar da vardır, ama asıl gerçek ülkelerinde hızla artan Müslüman nüfustur…
Dış Dünya olayları arasında hafızamda yer edenlerden biri diğeri, Sudan üzerine oynanmakta olan oyunların, hâkim ve güçlü ülkelerin istekleri doğrultusunda sona doğru yaklaşmakta olduğudur. Önümüzdeki Pazar günü Sudan’da yapılacak referandum, büyük ihtimalle, parçalanmaya yol açacaktır. Bu bölünmenin sadece Sudan’ı değil bütün Afrika’yı ve uluslararası camiayı ilgilendireceği kesindir. Çünkü oyunun alt yapısında yine doğal kaynaklar ve bütün aksine dillendirmelere rağmen “dinî bazı çıkar oyunları” bulunmaktadır..
Dış dünya denilince ülkemiz hariciyesinin önemli adımlarının hafızamda yer bulmadığını söylemem yanlış olur. Komşularla sıfır ihtilaf politikasının birilerini rahatsız ettiği muhakkak… Ama Türkiye’nin bundan vazgeçmek niyetinin olmadığı da aşikâr görünmektedir. Üstelik bağlı olarak da, daha geniş bir coğrafyada dış ilişkilerini genişletmek ve hatta dış yeni ortaklıklar ihdas etmek cihetinde de kararlı görünüyorlar. Bu cümleden hemen aklıma gelenleri şöylece sıralayabilirim… “Çok kısa bir süre önce 11 Ülkenin Devlet ve Hükümet Başkanlarının “Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı (EİT)” kapsamında bir araya gelerek 2015 Hedeflerini belirlemiş olmaları”. Bir diğeri Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Toplantısı’nın, Turgut Özal’ın 18 yıl önce hedeflediği, “Türk Konseyinin Kurulması” kararı ile sonuçlanması... Yine benzer bir zeminde mütalaa edilebilecek olan “Türkiye vatandaşlarının, aralarında Uzak Doğu, Lâtin Amerika ve Afrika ülkeleri olmakla birlikte, neredeyse Osmanlı coğrafyası olarak adlandırılacak bölgede, vizesiz dolaşma hakkına ulaşmış olmalarıdır...
Bir son noktam ise, şu bizim CHP’mizle ilgili!.. İşin gerçeği insan geçen yıl CHP’de yaşananları bir bir sıralamağa kalksa, sanırım demokratik siyasî hayatımızın örneklenmesi açısından, çok derin bir ıstıraba ve düşünceye sürüklenir. Hatırlayarak sıralayalım mı? Sanırım gereksiz. Ama siyasi hayatımızdaki gelişmemelerin ibretli bir halde sunulması bakımından, konuda bir belgesel hazırlayarak siyaset bilimcilerimizin “kare kare” olayları resimleriyle birbirine ekleyerek ibretlik bir sunuma hazırlamaları bence şarttır.. Buradan, “ahlâkî” demek istemediğimden “etik” sözüne sığınarak söylemek isterim ki, bu sürecin yürütülmesindeki tabloları ibret ve tersine ders alınmak şartıyla siyaset bilimi derslerine ve de siyaset yapacaklara sunmakta büyük fayda olacaktır. Hiç değilse, ihtimal dahi olsa, ülkemizi geleceğindeki siyasi tereddiden uzaklaştırabilmek ümidi bu belgesel ile gelecek nesillere taşınmış olacaktır. Daha fazla bir şey söylemek istemiyorum ama bu süreçte yaşananları “övünçleri” gibi sunanları seyrettikçe, ülkemizin neden “devlet adamı fıkdanın” sürüklendiğini daha iyi anlıyorum…
Neyse, yine de ülkemizin nice güçlü yıllara kavuşacağı inancımı kaybetmeyerek ülkemin insanlarına “Hayırla” dolu yıllar temenni ediyorum. Tabii bu arada bazı okuyucularımın, ama Güneydoğu ve/veya Kürt meselesi hiç hafızanda yer etmedi mi, diye sual ettiklerini duyar gibiyim. Evet ama bu mesele öyle hâle geldi ki insanın iç bulantısıyla karşılaşmaması neredeyse mümkün deği!..l
Yorumlar