Lozan Anlaşması, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında fevkalade önemli bir kilometre taşıdır. Türkiye baş delegesi Sn. İsmet İnönü, Lozan’daki müzakerelerde ve netice alınmasında başarı göstermiştir. İsmet Paşa, Lozan dönüşünde, Çankaya’da Gazi tarafından karşılanır. Atatürk, İsmet Paşa’yı tebrik ettikten sonra “İsmet çok iyi iş çıkardın, muvaffak oldun, lakin, Hatay, Musul, Kerkük, Süleymaniye, Kuzey Irak ve 12 adalar içimde, ukde olarak durmaktadır. Buraların büyük bir bölümü Misak-ı Milli hudutları içindedir. Keşke oraları da, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dahil edebilseydik” der. İsmet Paşa cevaben, “Çok haklısın Gazi Hazretleri, bu konuda ısrarlı olup, orayı terk edebilirdim, bunu bende düşündüm. Ancak, yeni bir savaşı göze alabilir miydik diye de sorar”. Atatürk sesini çıkarmaz ve akıllarda kalan şu sözünü söyler “Allah bana ömür verdikçe, Misak-ı Milli hudutları içinde kalan topraklarımızı kendi metodlarımla alacağım” der. Gerçekten bilindiği üzere, Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Hatay meselesini kendi yöntemleriyle çözmüş ve Hatay’ı Türk topraklarına katmıştır. Musul ve Kerkük sorunu Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olarak ilk ilgilendiği sorunlardan birisi idi. Atatürk Lozan’ı temel aldığı halde, 25 Nisan 1920’de San Remo’da imzalanan bir antlaşma ile, Musul halkının Musul petrollerinin İngiltere ve Fransa arasında bölüşülmüş olmasını, kabullenmemiştir. 1917’de, İngilizler Bağdat’ı işgal etmişti. Mondros Ateşkesi’ne göre, 31 Ekim 1918 saat 12.00’den itibaren bölgedeki tüm kuvvetler yerlerinde kalacaklardır”, hükmüne rağmen Musul’da bulunan 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, Sadrazam Ali Paşa’nın 8 Kasım 1918 tarihli telgrafına uyarak, 10 Kasım’da Musul’u İngilizlere bırakmak zorunda kalmıştır. Mustafa Kemal Paşa, 1920-23 yıllarında yaptığı her konuşmalarda Musul Telefer Süleymaniye ve Kerkük’ün Misak-ı Milli sınırları içinde bulunduğunu belirtmiştir ve 1921 yılında İngiliz oyunu ile, Irak’ta manda statüsünde bir devlet kurularak krallığa Emir Faysal getirilmiştir. Musul ve Kuzey Irak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk önemli sorunlarından biridir. Bu sorun, Türkiye ile Birleşik Krallık arasında, Musul ilinin kime ait olacağı konusunda anlaşmaya varılamaması ile oluşmuştur. Mezopotamya seferleri sırasında, General Marshall, Birleşik Krallık’ın “Her şey bitmeden önce Dicle üzerine yapılabildiği kadar ağır bir darbe gerçekleştirilmelidir.” emrini dinleyerek, Musul’u Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan, hemen sonra işgal etti. 1920’de, Türkiye Cumhuriyetini birleştirmeye ve korumaya çalışan Misak-ı Milli’ye göre, Musul’un Türkleri tarihi ve kültürel yapısı Türkiye’ye ait olduğunu gösterse de, İngiltere’nin bölgeye olan ilgisi devam etmekteydi. Irak’ta, İngilizlere karşı çıkan ayaklanma, 1920 yazında bastırıldı. İngiliz bakış açısına göre Mustafa Kemal, Türkiye’nin istikrarını ve güvenini sağlarsa, Musul Sorununu da halledecek, oradaki Türk halkı da Türkiye’ye katılacaktır. Böylece Türkler Hindistan kapılarına kadar büyüyebilirdi. 1923’te, Mustafa Kemal uluslararası bir hakem kararı ile, Musul sınırının düzeltilmesini istedi. Yapılan sınır düzeni, kısa zaman içerisinde iki taraf halkını da rahatsız etmeye başladı. Daha sonra Türkiye’nin sınırlarının bölgedeki petrol rezervlerinin bittiği yerde başlamasına karar verildi; ancak Mustafa Kemal Atatürk, bu sınır düzenini kabul etmedi. Bunun üzerine İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Musul Bölgesinde önemli petrol rezervlerinin olmadığını açıkladı, bu doğru değildi. 23 Ocak 1923’te, Lord Curzon bölgedeki rezervlerin varsayımdan ileri bir şey olmadığını söylüyor, meseleyi küçültmek istiyordu. Misak-ı Milli hudutları içinde olmasına rağmen, İngilizlerin ve Kürtlerin entrikaları sonucu Musul, Kerkük ve Türklerin yaşadığı Kuzey Irak meselesi çözümlenemedi. Daha sonra da, Gazi rahatsızlanarak, bizleri büyük acılara gark edip, aramızdan ayrılmıştı. Kuzey Irak’ta Öz be öz Türk olan, üç milyon kardeşimiz yaşamaktadır. Bunlar zaman içinde mezalim görmüşler, canlarını ve mallarını kaybetmişlerdir. Bu mezalimin en büyük vebali, Kuzey Irak’ta otonom idare kuran Kürtlere aittir. NATO’da Amerika’dan sonra dünyanın en büyük ordusuna sahip güçlü Türkiye Cumhuriyeti, ne yazık ki Kuzey Irak’taki Türk kardeşlerine yeterince sahip çıkamamış, onları koruyamamıştır! Kuzey Irak’ta Kürtlerin otonom idareleri, Bakanları, Başbakanları, sarayları, arabaları, her şeyleri varken, neden bizim Türklerin otonom idareleri ve teşkilatları yoktur. Neden devamlı haksızlığa muhatap olarak kaybetmektedirler? En basiti Irak parlamentosunda Kürtlerin 42 milletvekili varken, Türkler 1 kişi ile temsil edilmektedir. Irak’ın Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı Zabari Kürt’tür. Atatürk’ün vasiyeti olan Kuzey Irak meselesini çözmek için, karşımıza iki defa fırsat çıkmıştır. 1. Körfez Harekatı’nda Özal ABD ile anlaşarak, Kuzey Irak’a girmek istiyordu. Bilinen olaylar sonucu, bunu yapamadı. İkinci Saddam operasyonunda da, teskerenin TBMM’den geçmemesi neticesinde, bizim Kuzey Irak’a müdahil olmamız akim kalmıştır. Özal, Atatürk’ün vasiyeti olan Musul, Kerkük, Süleymaniye, Telefer hadisesini çözmek, buralarda Türk varlığını geliştirmek, orda yaşayan kardeşlerimizin, can ve mal güvenliğini sağlamak ve en önemlisi Kuzey Irak’ta yuvalanan PKK’yı tamamen yok etmek için bunu istemişti. Bazılarının, bu amaca bir türlü kafası basmadı ve korktular. Özal, cesur bir liderdi. Nitekim, istediğiniz kadar hava harekatı yapın, PKK’yı kökten çözmek için karadan müdahale gereklidir. Ne yazık ki, tezkerenin kabul edilmemesinin faturasını, acı bir şekilde ödedik. Askerlerimizin başına çuval geçirilmiş ve bugün Türk Silahlı Kuvvetleri, eskiden olduğu gibi Irak topraklarına girememektedir. Oysa, Başbakan Sn. Çiller zamanında 35.000 kişilik Türk ordusu Kuzey Irak’a girmiş ve orada güvenliği sağlamıştı. Türkiye’nin Amerika ve meşru Irak Hükümeti ile anlaşarak, sınır ötesi kara operasyonu meselesini çözmesi şarttır. Türkiye 1984’ten beri, Güney Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta büyük kayıplar ve şehitler vermiştir. Güneydoğu’da yaşayan bu vatana bağlı kardeşlerimiz ile, PKK olayını kesinlikle ayırmak, onları PKK tehditlerinden korumak ve bu meseleyi bu yaklaşımla çözmek esastır. Türkiye’de hiçbir zaman bir Kürt, Doğulu, Güneydoğulu ayrımı yapılmamıştır. Bu topraklar üzerinde herkes eşit, hür ve bu ülkenin yani Türkiye’nin sahibi olarak yaşamıştır ve yaşamaya devam edecektir.