DOĞDUĞUM TOPRAKLARDA 38 YIL SONRA-II
İsmail İŞCAN
Şumnu’ya varışımız akşam saat altı gibi oldu. Şumnu, 1389 yılında Çandarlı Ali Paşa tarafından Osmanlı toprağına katılan, stratejik önemi olan ve Osmanlı İmpatorluğuna askeri üs ve doğal kale görevi yapmış bir şehirdir. Şehirde 1741 yılında Şerif Halil Paşa tarafından yaptırılan tarihi Tombul Camii de bulunmaktadır. Bu Cami Balkan yarımadasındaki en büyük ikinci camidir.Dilimize de yerleşmiş olan, babanın oğluna "Ben sana vali olamazsın demedim,adam olamazsın dedim" deyimi bu caminin önünde yaşanan bir olaydan kalmıştır.
Şumnuda kısa bir şehir tutundan sonra kuzeye Deliorman’ın içlerine doğru yola koyulduk 45 dk bir yol sonrasında Civel ( Nikola Kozlova), Sofular (Vılnari) , Doyranlar (Doyrantsi) köylerinden sonra karşıdan Mahmuzlu ( Todor Ikonomovo) köyüm gözükmeye başladı. Doyranlar dan sonra bilinmez bir nedenle asfalt yol bozulmaya , çukurlar ortaya çıkmaya başladı.. Mahmuzlu’ya birkaç yüz metre kala sağ tarafta güzel bir mesire alanının ortasında yemyeşil çimenlerin olduğu bir futbol sahası vardı. Köyün sol tarafında TKZS denilen artık yarı atıl durumda olan kooperatifin binaları duruyordu. Bu TKZS kooperatifinde 30 yıl evvel 5 bin büyük 50 bin küçük hayvan beslenirdi ve köyün 28 bin dönüm arazisi işlenirdi. İşsiz hiç kimsede yoktu. Komunizm yıkıldıktan sonra kooperatif işlemez hale geldi ve yarı atıl duruma düştü. Son aldığım bilgi 14 bin dönüm toprağı TKZS den kiralayan bir kooperatifin işlettiği ve TKZS’in binalarını kullandığını, ve geri kalan 14 bin dönüm toprağında köyün mülk sahipleri olduğu. Köye doğru yaklaştıkça tabelayı aradım ama bir türlü göremedim. Sadece ben değil Fevzi ve Halil de aynı tabelayı arıyormuş ki tabela yok dediler. Onlarca köyün içinden geçtik ve bir tek benim köyümün tabelası yoktu, ilk şaşkınlığım bu oldu. Köye girince durumun vahameti daha da anlaşılır oldu. Köy merkezine gelince bana babamın anlattıklarının yerinde yeller esiyordu Diğer köylerdeki gibi köy kaldırımları boyalı değil, sokaklar temiz değil, Pazar günleri panayır kurulan bu merkez sanki o merkez değil. Bugün 785 haneli(160 Bulgar 250 çingene ve 375 hane Türk), ancak 30 yıl evvel 2000 hanelik 5000 nüfuslu, kapalı sineması, hastanesi bile olan bir köye sanki bir şeyler olmuş ki tarif edemiyorum. Sanki insanlar bir tarafa sinmiş de ortada görünmek istemezmiş gibi bir hisse kapıldım Adres yol sorduk, tarife göre bir sokağa girdik ama , bize arazi aracı lazımdı sokaklarında dolaşabilmek için köyümün. Tarif ve takip karışık sonunda dede evine gelmiştik. Köşesinde elektrik direğinin tepesinde leylek yuvasının olduğu, hemen solunda kışları kızakla kaydığımız yokuş aşağı olan sokak, karşıda ki komşu evleri hep hatırladıklarımdı. Bakındım keşkek taşını göremedim. Sağa bakınca yolun sonunda köşede ana okuluna gittiğim okul binası uzaktan gözüküyordu. Hafızamda kalmış bir şeyler vardı. Yedi yaşında çıkmıştım buradan 38 yıl sonraysa ilk defa geliyordum. Dede evimin yeni sahibine kendimi tanıştırdım . Dede evim dışı sarı toprak sıvalı, sokak tarafında camı olmayan , sırtını sokağa dönmüş, solunda giriş kapısı, üstünde renkleri siyaha artık dönmüş kiremitleriyle, dış avlularının bozulmuş, ön bahçesinde ot, çer çöpün bulunduğu, bakımsız bir haldeydi.
Amcamlar 1978 yılında göç edince Türkiye’ ye evi de satmışlar. Evin yeni sahibi babamdan belki birkaç yaş küçük ama babamı çok iyi bilen bir dost. Benim heyecanımı görünce içeri buyur etti, iç avluya girdim ama hafızamdakilerle şimdiki gördüklerim arasında ebatlar konusunda bir duraksama yaşadım. Her şey hatırladığımdan daha küçüktü. Kapıdan girince tavana bağlı salıngaç yoktu ve avul içi çok küçüktü. Sol taraftaki ahırlar ve sağ taraftaki evler yerli yerindeydi, arka harmana doğru göz attım ama akrabalarım Asiye, Vesile, Reyhane ablalarımın evleri yoktu, sordum, yıkıldı dediler.
İçeriye girdim, odalar küçücüktü. Kuzineli sobayı görünce rahmetli babaannem geldi gözlerimin önüne. Nur içinde yatsın çok severdim babaannemi, Türkiye’ye gelmek için otobüse bindirirken sen gelmezsen ben de gitmem diye çok ağladığımı söyler beni bilenler. Bu hikayeler hep anlatılır, hepsi birer dram, ayrılık, hasret kokan hikayeler. Babaannemle benimkisi de öyle. 1978 de Türkiye’ye geldi de o hasretlik bitti. 1988 de Amerika’ya gitmiştim 1989 da tekrar Türkiye’ye gelmiştim evlenmek için, o zaman bana bu benim seni son görüşüm, ben seni bir daha göremem demişti ve öyle de oldu. Ben 1992 de NewYork’ tayken vefatının haberi geldi. Telefonu kapattıktan sonra dışarı çıkıp ve kilometrelerce yürüdüğümü hala bugün bile unutamam. Bunların hepsi birer film şeridi gibi geçti hatırımdan.
Diğer odalara da şöyle bir göz gezdirdim, dışarı çıktım, tekrar baktım kirişte salıngaç var mı diye, yoktu. Sokak kapısına doğru çıktım. Tekrar eve baktım, sonra leylek yuvasına ve keşkek taşına , göremeyince sordum. Artık kullanılmadığı için sökmüşler keşkek taşını. Bir iki fotoğraf ve film çektikten sonra tam gitmek üzereydik ki bir el işaret edildi dur diye, durduk, Arabadan inip gittim yanına, yuvarlak bir yüz, kırmızı yanaklar 75-80 yaş civarlarında, tıknaz, bir pamuk nine.
‘’Haşım’ın oğlumusun sen’’ dedi ‘’evet’’ dedim. ‘’Ben Dini’nin karısıyım’’ dedi. Köydeki nadir Bulgarlardan ve Türkçeyi en iyi konuşanlardan . ‘’Beni hatırlıyormusun ‘’dedi, ‘’hatırlamıyorum ama ramazan Bayramının birinci günü amcamlara gittiğimde, belki yarın öbür gün Bulgaristan’a köye gitme durumum var’’ deyince ‘’Dini’nin karısı ordadır selamımızı ilet‘’ demişti. Kısmet oldu selamların ilettim dedim. Çok sevindi. Küçükken bizleri çok sevdiğini ve gelişime çok sevindiğini herkese selamını yaşlı gözleriyle söyledi. Başörtüsünün ucuyla gözlerinin yaşını sildi, gel bir öpeyim, yolun açık olsun yine gel dedi. Kısmetse dedim ve arabaya binip yavaşça köşedeki okulun yönüne doğru ilerledik.
Köyün iki okulu var. Bizim okulun dış sıvaları yer yer dökülmüş olsa da yıllara meydan okurcasına ayakta duruyor. Sağa dönünce köy merkezine giden yol üzerinde, sinemanın camları kırılmış,, binanın dış taşları bakımsızlıktan yer yer beyazdan siyaha dönmüş, yinede tüm heybetiyle ayakta, eski günlerine dönmeyi beklercesine suskun. Merkeze doğru yaklaşırken sinemanın önünde parkın yeşil ama bakımsızlığı gözden kaçmıyor, nerde güller çiçekler eski günlerim dercesine sakin bir bekleyişte. Merkeze gelince sola döndük ve acaba tabelayı görmedim mi diye dikkatlice sağa sola baktım ama tabela yoktu. Hava da kararmaya başlamıştı. Sadece yarım saat vaktim olmuştu, başka bir zamanda gelmek üzere niyetiyle , köye geldiğimiz yönden Varna istikametine doğru döndük. Ben tamamen şoktaydım. Tabelanın yokluğundan, sokaklardaki kafa büyüklüğündeki molozlara kadar , evlerin viran halinden, merkezdeki görüntü durmadan gözlerimin önünden film kareleri gibi geçiyordu.
Neyse deyip Varna’ya doğru yola koyulduk. Varna 400 bin nüfuslu Sofya’dan sonra Bulgaristan’ın en büyük ikinci ve liman şehri. Bulgaristan’da Varna benim için önemli bir yer. Babam köyden çıkıp Varna’ya çalışmaya gitmişti, bizi de yanına aldırdı bir süre sonra , tam hatırlamıyorum ama birkaç ay Varna’da oturduğumuzu biliyorum..Varna’ya vardığımızda hava iyice kararmış olsa da Varna önemli bir turizm şehri olduğunu girişinden çıkışına kadar belli ediyor. Haliçiyle, tersaneleriyle limanıyla, yeni alışveriş merkeziyle, merkezdeki tarihi binaları ve kilisesiyle Varna tam bir turizm ve ticaret kenti. Gece ışıklandırması da çok başarılı yapılmış. Varna -Burgas yolu üzerinde tatil köyleri, hoteller, villalar farklı bir canlılık vardı. Kendinizi Ege kıyılarında hissediyorsunuz. Burgas’tan Dereköy’e gelene kadar yollar dar ve virajlı..Gümrüğe girdiğimizde Bulgaristan tarafında yine aynı Kapıkule’deki gibi cansızlık, rahatsız edici bir dinginlik vardı. Türkiye tarafına geçince, gece yarısı olmasına rağmen o bildiğimiz hareket her zamanki gibi vardı.. Dereköy’den çıkıp Kırklareli TEM bağlantısı çok güzel yapılmış, yeni şahane bir TEM bağlantısı. Bir başka dünya burası.
Arkadaşlarımın bir çoğu gitme pişman olacaksın, gördüklerin, hatırladıkların yok artık orda demişti Haklı olduklarını bilsem de, gözlerimle görsem de gördüklerim o kadar da kötü değil. Belki köyümün 2000 hanelik 5000 nüfuslu günleri geri gelmeyecek ama, sonradan aldığım haberler Mahmuzlu’nun kaderinin tekrar iyiye doğru gideceği yönünde. Altyapı projeleri için Mahmuzlu’ya AB fonlarından ayrılan miktar, iktidardaki GERB partisinin engellemelerine takılsa da eninde sonunda altyapı elden geçirilip, yollar yapıldığında Mahmuzlu eskisinden daha güzel olacak. İnsanın getirdiği zenginliği dinamizmi tekrar yakalayabilmesi ise çok uzun yıllar olacak.
Her yurtdışı seyahatimi de klasik cümlemle bitiririm. Yurtdışına gidişin en güzel tarafı yurda dönüş.
Yorumlar