Dilediği Gibi Hakk’a Yürüdü
Dr. Metin ERİŞ
Daha önce de söylemiştim. Hemen her gün mutlâka, ama mutlâka telefonla görüşürdük. Şöyle veya böyle bir sebeple konuşamadığımızda içimize ukde girer, ertesi gün bunu telâfi ederdik. Haftada bir de buluşmağa çalışırdık. Fakat bu buluşmalar, galiba benim yüzümden, zaman zaman aksardı. Buluşmalarımızda öncelikle ülkemizin meselelerini konuşur, sonra yayınevindeki sıkıntılardan ve Türkiye’mizde giderek azalan ciddi eser okurlarından söz ederdik. Nihayet konu ailelerimize ve son dönemlerde yaşamakta olduğumuz maddî sıkıntılara uzanırdı. Ama tevekkül ve sabrın inançlarımızın tabiî seyrinde olmasından dolayı kadere boyun bükerdik. Bu arada konu eski dostlara kadar uzanır, özellikle Fethi ağabeyle, Aydın Bolak beyi anmaktan kendimizi alamazdık. Ve aziz dost Ergun Göze iç geçirerek, “hele bugünlerde Aydın Bolak gibi bir dostun istişare dolu, gani gönüllü dostluğuna ne kadar da ihtiyacımız var” değil mi diye sorardı..
Veda zamanım geldiğinde, tıpkı buluştuğumuz anda ki gibi sıkı sıkı birbirimize sarılırdık. Onun sarılışında gönülden gönüle geçişi sağlayacak bir içtenliğin olduğunu açıktı. Tam ayrılırken “biliyor musun Metinciğim, Cenab-ı Hakk’tan en çok dilediğim bu dünyada çok sevdiklerimden ve de gerçek dost bildiklerimden önce beni katına çağırması. Zira, artık hele bu yıl birbiri peşi sıra kaybettiklerimizden sonra, acılara dayanamıyorum!” derdi. Ben dilim döndüğünce, “aman ağabey takdir Hakk’ın. Ayrıca sen bu millete hizmetlerinle çoğumuzdan daha fazla lazımsın” diyerek yanından ayrılırdım. Vedalaşma sırasındaki son sözlerimizse, onun hiçbir zaman ihmal etmediği “hoca hanıma sağlık ve selâm temennileriyle”, benim “Hicran bacıma hürmet sunmam” tarzında olurdu.
Arkada bıraktığımız son hafta içinde ben Mardin’de olduğumdan telefonlaşmalarımızda aksamalar olmuştu. Dönüşümde, Perşembe veya Cuma günü, son zamanlarda canını fazlaca sıkan “Ebûssuud Tefsirleri” konusunda Ahmet Kot beyle bir araya gelecektik. Seyahatten döner dönmez kendisini arayarak buluşmamız hususunda son bilgileri almak istedim. Cevabı, son zamanlarda önemle üzerinde çalışma yaptığı ve gerek Türkiye, gerekse Boğaziçi Yayınevi için çok önemli bir eser olarak gördüğü Bâki Tuğ’un hazırladığı “Güney Doğu Anadolu ve Kürt Meselesi” kitabı için birkaç randevusu olduğunu, bu yüzden acaba buluşmamızı Pazartesine ertelesek A. Kot bey yanlış düşünür müydü? Ahmet beyi ikna edeceğimi ve Pazartesi saat 15.00 de buluşmak üzere gereğini yapacağımı söyledim. Nitekim buluşmamız Pazartesiye ertelendi.
12 Ekim Pazartesi sabahı saat 9.30-10.00 civarlarında aziz dostum Ergun beyin ismini ahizemde görünce doğrusu şaşırdım. Çünkü, genelde 10.30’dan sonraki saatlerde telefonla görüşürdük. Telefondaki sesi biraz yorgundu ama sıkıntılı değildi. Uzun uzun son iki gününü anlattı. Hafta sonunda tansiyonunun çok yükseldiğini, doktorla görüşüldüğünü, gerekli tedavilerin yapıldığını, Pazar günü tansiyonun düştüğünü, bugün yayınevine gitmek üzere yola çıktığını ve iskeleye kadar geldiğini, ancak yorgunluğunun devam ettiğini, bunun üzerine tansiyonunu ölçtürmek ihtiyacını duyduğunu söyledi.
Bir eczane ararken, Sağlık Evinin önünden geçmekte olduğunu fark edince orada tansiyonuna baktırdığını ve her şeyin normal bulunduğunu, belirtti. Fakat her şeye rağmen yorgunluk hissinden kurtulamadığından eve dönmek ihtiyacını duyduğunu, kapıya kadar geldiğini ama ikinci kata, evlerine çıkmak için, eşikte dinlenmek ihtiyacı ile sandalye istemek mecburiyetinde kaldığını anlatırken, içerden Hicran yengenin sesi geliyordu. Aziz dostsa, bu sesleniş üzerine candan ve sevgi dolu içtenliği ile “bak Metinciğim, bizim hanımlarımız yarı doktor olduklarından benim bu geçirdiklerime teşhisini koydu bile. Kâlb yetmezliği diyor.”
Ben kendilerine, üzülmemelerini ancak bir an önce doktora gitmelerinde fayda olduğunu söylediğimde; ameliyatlarını yapmış oldukları doktorlarıyla görüştüklerini, kalpten bu seyir içersinde fazla endişe edilmemesini söylediğini, fakat her şeye rağmen akşam 21.00’den sonra kendisini ziyarete gideceğini söylediğinde, doğrusu şaşırmıştım. “Aman ağabey o saatte randevu olur mu? demek ihtiyacını duydum. Ergun beyse; “Metinciğim böyle çalışıyorlar” derken sanki kaderini dile getirmişti. Sonra o mükemmel zerâfeti içersinde “Metincim, İnşallah yarın bir araya gelir ve şu Ebuussud Tefsiri meselesini” bitiririz. Ama şimdi sen A. Kot’la konuştuğunda ne olur söyle, yanlış anlamasın cidden kendimi halsiz hissediyorum ama bu meseleyi de muhakkak Helâlleşerek bitirmek istiyorum.”
Sonra yine karşılıklı olarak hanımlarımıza karşı “temennilerimizi” dile getirdik. Ben, “efendim gece sizi rahatsız etmek istemem ama ne olur doktor beyle görüştükten sonra beni arayınız,” diyerek sözlerimi tamamladım. Aradan bir veya bir buçuk saat geçmişti ki sevgili Sinan Uluant’ın ismini telefon ahizesinde gördüğümde, her halde “Gönlümde Taht Kuranlar” kitabımla ilgili son bilgileri verecek diye düşünmüştüm.
Ama, “ağabeyciğim, ben sana bu kitabı bir an önce bitirelim demedim mi? Birini, Ergun’u da kaybettik” dediğinde önce inanamadım sonra sanırım bağırarak boğazıma tıkanan hıçkırığı tutmağa çalıştım. Dün, 13 Ekim günü ebedî istirahatgâhına tevdi ettiğimiz aziz dostum için hâlâ kafamdaki düşüncelerle gönlümdekilerin karmakarışıklığını yaşıyorum. Sesi kulaklarımdan gitmiyor. Pazartesi sabahı bugün gibi... Onu duyuyorum “Allah milletimize zeval vermesin. Fakat giderek yaşamak zorlaşıyor. Hele milleti yozlaştırmakta olan ahlâkî çöküşte içine düşünülen durumun çözümü, ne kadar da büyük veballere vâbeste! Oysa bizler, bu sonbaharımızda, yaşamakta olduğumuz sıkıntılarla milletimiz için sanki olması gerekenden daha azını başarabiliyoruz, ne yapalım kader!.. Biliyor musun Metinciğim her gün Hakk’a yürüyen dostlarımızı daha çok, daha çok arıyorum. Hele Fethi ağabeyle Aydın Bolak beyi! Ama biliyor musun şu günlerimizde Aydın bey olsa, onun yanına gitsek, dertleşsek ve çözümler arasak, ne kadar da iyi olurdu? Ona ne kadar ihtiyaç duyuyorum, biliyor musun? Ne dersin? Ama yine de senin gibi dostum var ve dertlerimizi bir birimize aktarırken, arka plânda bir şey düşünmüyoruz. Ve son sözü olarak her zaman olduğu gibi, Metinciğin hoca hanım nasıl? Ona selamlarımı söylemeyi unutma.”
Sevgili Ergun Göze peki ya şimdi tıpkı Fethi ağabey gibi, Aydın Bolak gibi, Mehmet Turgut gibi senin yerini nasıl dolduracağız? Sana daha ihtiyacımız varken bu ne acele!.. Dostlarından önce gitmek dileğini neden bu kadar içten dile getirdin söyler misin!.. Ama, ne yapalım ki, ne bir dakika önce, ne bir dakika sonra Hakk’a yürüyüş kendi seyrinde devam edip gidiyor. Rahmet üzerinde olsun!..
Yorumlar