Siyasi akıl, bir de iktidarı elinde bulundurduğunda, gündemi tespit etmekte veya gündemle oynamakta müthiş bir maharete sahip oluveriyor.  Devlet ve tiyatro veya Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları meselesi de gündeme böylece düşüverdi! Şimdilerde başkaca şeyler konuşuluyor ama devlet ve sanatın varlıklarının birlikte veya farklı zeminlerde değerlendirilir olması çok eski çağlardan beri konuşulan, sadece konuşulmakla kalmayan kesişme noktalarının nerede olması gerektiği hep tartışmalara mehaz teşkil etmiştir. Hele konu tiyatro olunca!..
Tiyatro, belki bizim kültürümüz açısından, yine Batıdan aktardığımız bir ifade. Ama çok ve çok eskilere dayanan bilinen tarihimizin ilk zamanlarından beri, adı başka kelimelerle dile getirilse de,  tiyatronun toplumumuzun tabii bir parçası olduğu bilinir. Çünkü insanoğlu, daha görmeye, gözlemeye ve düşünmeye başladığı andan itibaren, tabiattaki aklının eremediklerini, müphemiyetlerini, korkularını, sevinçlerini ve başkaca hislerini dile getirme ihtiyacını duymuştur. Bu ise, ritimle bütünleşen sözlerin dile getirilmesine yol açacaktır. Tanrıyı veya ismini koymasa veya koyamasa da bir gücü, yaratanı arayış yahut hayatın getirdiği şartları zorlama, meselâ avlanma yorumları gibi taklit, hareket ve birlikte davranma tiyatronun temel ilkelerini ortaya çıkarmıştır. Bu davranış hemen bütün topluluklarda, tabiatıyla yaşayış şartlarının imkânları içerisinde farklılıklar gösterse de, tiyatronun ilk basamakları kabul edilir.
Zamanla toplum hayatımıza Temaşa Sanatı olarak katılan gösteri ve oyunların, bugün sahnelerde yapılan gösterilerin başkaca ve çeşitli mekânlarda icra edileni olduğu açıktır. İnsanoğlunun başkaca sanatlara da olan meylinin, sanırım ilk hareket noktası buradan, yani temaşa sanatlarından kaynaklandığını söylemek çokta yanlış olmayacaktır. Zira konuşma, söz söyleme, nükte yapma, hiciv, ritm, müzik ve tabiatın güzelliklerini yansıtma hep temaşa sanatının ögeleri olarak kullanılmışlardır. Kısaca birçok sanatın hemen ilk harman yeri tiyatro veya diğer adıyla temaşa sanatıdır.
Sanat veya konumuz olan tiyatro gündeme geldiğinde gözlenecek olansa; biri, sanatkârın özgürlüğünü yansıtan; diğeri, toplumun varlığının sınırlarını, iktidar gücüyle, belirleyen devletin uzlaşma ve/veya çatışma unsurlarıyla karşılaşmamızdır! Çünkü sanatkâr bağımsızdır, hürdür ama bir hayatını idame ettirmek durumunda kaldığı toplum ve onun da değer hükümleri vardır. Devletse, otoritesi ile doğru veya yanlış bir takım edimlerini yerine getirerek ayakta durmaya ve de gerekli destekleri vermeye hazır görüntü içerisindedir! Münevverler, aydınlar ve mali gücü elinde bulunduranlarsa, bu oyunda başkaca ama diğer, ikisi kadar güçlü olmayan aktörlerdir. Zira bunlar, ne sanatkâr kadar özgürlüğün ufuklarına tırmanmak coşkusuna, ne de devletin kullanma imkânlarına sahip olduğu güce haiz değillerdir. O halde, devlet ve sanat veya onun temel yapılarından biri olan tiyatro, tamamen birbirlerinden kopuk olabilirler mi?
Hadi özelleştirelim olsun bitsin! Mümkün müdür? Belki evet! Ama doğru bir çözüm müdür? Esas soru bu noktadadır. Özel tiyatrolar yok mu? Var elbette hem de dünyanın her yerinde, tıpkı pek çok gelişmiş ülkede devlet tiyatrolarının var oluşu gibi varlar… Ama!.. Ülkemizdeki özel tiyatroların, özellikle günümüzde, yani TV ve gelişen iletişim araçları karşısındaki durumuyla, nasıl ayakta kaldıkları veya kalmaya çalıştıkları doğru bir şekilde değerlendirilmekte midir? Canım ne yapalım ayakta duramıyorlarsa kapanır giderler, demek kolaycı bir yoldur. O zaman sanatın insanoğlunun estetik ve bedii duyguların gelişmesindeki rolü nasıl izah edilecektir?  Ve hemen akla, bugün özel tiyatroların pek çoğunun, ideolojik olanlarını bir taraf koyacak olursak, ayakta kalabilmek amacıyla nasıl bir seviyeye doğru geriledikleri hiç hesap edilmiş midir? Özel tiyatroların ilk hedeflerinde ayakta durabilmek ve kazanç olduğu dikkate alındığında, özelleştirmeden nasıl bir sonuç beklenebilir? Seviye, klâsik eserlerin oynanması ve de bedii zevkin tecellisi düşünüldüğünde, özel tiyatroların atacakları adımlarda bu hususlara ne kadar yer verecekleri veya verdikleri düşünülmekte midir?
İşte doğru veya yanlış, güzel veya çirkin, seviyeli veya seviyesiz oyunlarla ve bu atmosfere ayak uydurma temayülü taşıyan Şehir veya Devlet Tiyatrolarıyla mesele çözüm bulunamaz noktaya sürüklenir olmuştur. Sadece bulundukları konumlarına bağımlı olan kimselerin meseleye bakışlarında konuya sadece taraftarlık mantığından yaklaştıkları ise açıktır ve çözüm üretmekten çok kaosa yardımcı olmuşladır!.. Bu tespit doğrultusunda Kültür Konseyi, kendi sahalarında önemli yerleri olan 10 tiyatro konuşmacısı ile “Tiyatro ve Devlet” başlığı altında bir Beyin Fırtınası toplantısı tertipleme kararı verecekti. Konuda Eskader’li dostların toplantının tertiplenmesi için verdikleri desteği dile getirmekse bir vicdan borcudur. Kendilerine teşekkür borçluyuz. Neticede 26 Mayıs Cumartesi günü neredeyse 4 saat süreyle, mümtaz bir dinleyici kitlesine karşı İstanbul Sepetçiler Kasrında yapılan toplantıda “tiyatro ve devlet ilişkileri” enine boyuna tartışılacaktı…
Özetle varılan sonuçlar dile getirilecek olursa; sanatın kendi varlığı içinde özgür olması gerektiğindeki mutabakat çerçevesinde sanatın gelişmesinde asıl önemli olanın toplumun, halkın, kültürel seviyesinin eğitim müesseselerinde verilecek imkânlarla sağlanacağı düşüncesi idi… Bağlı olarak devletin sanatsız, sanatın da devletsiz olamayacağı, ancak bunun siyasetin sanata müdahalesi ve onu ideolojik bir zeminde harekete zorlaması anlamı taşımadığı konusundaki kararlılıkltı… Sanatın estetik unsurunun ve güzelliğinin ancak bu iki yapının karşılıklı birbirlerine karşı tolerans, anlayış ve güven beslemeleri ile yüceleceğinin altı çizildikten sonra gerekirse bunu temin etmek üzere âkil kimselerden müteşekkil bir Sanat Konseyine ihtiyaç duyulması üzerinde duruldu.
Bütün bu olumlu tavsiyeler arasında ise ne yazık ki altı çizilen iki olumsuz noktanın düşündürücü ve de asıl sorunların başında geldiği ve bunun da aydın insan unsuru ile ilişkili olduğu belirtildi. Bunlardan biri, Türkiye’de iyi tiyatroların var olduğu ve iyi tiyatro oyunlarının da oynandığı ama “Türk Tiyatrosunun olmadığı” nokta-i nazarı idi ki yanlış demek zordur! Diğeri de, daha acı olan, birçok sanatkârın “o varsa ben yokum” bağnazlığı içinde bulundukları, bununsa hem kendilerine hem de tiyatroya zarar vermekte olduğuydu!
Son söz olarak söylenen; tiyatroların kapatılarak ve/veya özelleştirilerek çözüme ulaşılacağı düşüncesinin doğru olmadığı; ayrıca siyasetin bulaşmadığı ama devletle tiyatronun birbirine tahammül ederek varlıklarını, bedii zevkin yüceltilmesi için, kullanmak durumunda olacakları  idi…