Aslında, demokrasinin kültürü mü, yoksa kültürün demokrasisi mi, demek doğru olur! Bana, kültürlü bir toplumun, Demokrasiyi daha iyi anlayıp, hazmedeceği ve işleteceği, daha rasyonel geliyor.

Demokraside kültür, demokrasinin tüm kural ve kurumları ile işleyişinde, bazı değişmez prensiplerin ön plana çıkması ve bir demokrasi klasiği olan müesseselerin toplumun tüm katmanlarınca kabul edilmesi ve gelenek haline gelmesidir. Bu tamamen, bir toplumsal zihniyet, ferdi idrak ve demokrasi anlayış reformudur.

Türkiye'nin de, kurucuları arasında yer aldığı, Avrupa Konseyinin bazı temel ilkeleri vardır. TBMM'de Milletvekili olarak görev yaparken, aynı zaman da, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine seçilmiş ve 4,5 yıl Strasbourgta, Avrupa Konseyinde görev yapmıştım.

Avrupa Konseyinin, vazgeçilmezleri vardır. Bunlar, İnsan, Hak ve Hürriyetleri, Hukukunun üstünlüğü, Laik Demokratik Parlamenter sistem ve Parlamentoların Üstünlüğü prensipleridir. Avrupa Konseyine üye olabilmek için, tüm bu ilkelerin altına imza atmakla kalmayıp, bunları gerçekten uygulamak gerekir. Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerde, Askeri darbeler meydana geldiğinde, Avrupa konseyi, derhal, bu ülkelerin üyeliklerini askıya almış ve Demokratik Rejime geri dönülmemesi durumunda, bu ülkeleri üyelikten çıkaracağını bildirmiştir. Demokratik parlamenter sistem, bizde, "Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir", deyimi ile ifadesini bulmuş olan, serbest ve hür seçimler sonucu tamamen milletin, kendisini temsil edecek, temsilcilerini seçmesi ve onları kendi adına görev yapmak üzere, Parlamentoya göndermesi ve Parlamentoda görev vermesi esasına dayanır. Burada önemli olan, açık, serbest, adil, hür seçimlerin sonucunda, milletin iradesinin sandıkta tecelli etmesi, millet adına tek yetkili organın, yani, Meclisin ortaya çıkması ve ülke kaderini millet adına eline almasıdır.

Aslında, Parlamento ve Meclis Millettir. Milletin ta kendisidir. Milletvekilleri, sadece Milletin temsilcileridir.

Tarih sürecinde, Demokratik Rejimin gelişmesi kolay olmamıştır. Bu uğurda çok kan dökülmüş, büyük mücadeleler olmuştur. Bir ülkeyi yöneten, tek adamın yetkilerinin sınırlandırılması ve bu yetkilerin millete devri ilk, 1215 Magna Carta ile başlamıştır. 1789 Fransız İhtilali, halkın hürriyet ve şerefleri uğruna, despotlara başkaldırması ve özgürlük mücadelesidir ve çok kan akmıştır. Bizde de, 1839 Tanzimat Fermanı, bir nevi, diktatör olan padişahın, yetkilerinin bir anlamda kısıtlanmasını öngörmektedir. Tabiatıyla, bunların hiç biri ideal, çağdaş demokrasinin kurulması olmayıp, demokrasiye giden adımlardır.

Türkiye'de demokrasi kültürünün, yeterince yerleşmemesinin nedenleri arasında, bazı yanlış anlamalar, bu yanlışlara dayalı müesseselerin yanlış hareketleri gelmektedir.

Dünyanın Demokrasi ile yönetilen ülkelerinde, Devletin temel yapısını, Hukukun üstünlüğünü, İnsan hak ve Hürriyetlerini, Anayasalar belirler. Anayasalar kalıcı olup kolay kolay değişmeyen hükümlerden oluşur. Bazen de İngiltere gibi. Demokrasinin beşiği olan bir ülkede yazılı Anayasa yoktur. Demokrasi ile yönetilen, bazı Ülkelerde de Anayasalar temel hak ve Hürriyetleri ve Parlamentonun üstünlüğüne yönelik hükümleri içeren ve bizim Anayasamız gibi uzun olmayan, kısa öz, hükümleri ihtiva eder.

İşte burada Temel Devlet Yapısı dışındaki, Demokratik uygulamalar, o ülkelerde yerleşmiş olan, Demokrasi kültürü diyebileceğimiz hükümlerle, geleneklerle, doldurulur. Devlet yapısını belirleyen hükümler, adına Teamüller Hukuku diyebileceğimiz, demokrasi klasikleri ile hareket edilir. Bizde, yaklaşımları ve anlayışı bozan husus şudur; Türkiye'de, 1924 Anayasasının dışındaki, tüm anayasalar, asıl görevi Anayasa yapmak (Teşkilatı -Esasiye) olan TBMM'nin(parlamentonun) dışında hazırlanıp, empoze edilmesidir. Oysa, meclisler, millet adına, Anayasayı hazırlar ve uygular. Bu nedenle, Parlamento üstündür. Parlamento (Meclis) bu nedenle, yetkisini hiçbir güç ve erk ile paylaşamaz.

Cumhuriyeti kuran , Büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları savaş ortasında bile, ülkeyi kendi bildikleri gibi yönetmemişler, ilk iş olarak 23 Nisan 1920'te TBMM'ni kurmuşlardır. Milletin temsiline öncelik vererek, Anayasa dahil, tüm temel yasa ve mevzuatı TBMM marifeti ile devreye sokmuşlardır.

Biliyoruz ki; Büyük Atatürk'ün, Türk Milletine en büyük armağanlarından birisi, "Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir", dediği Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan, Demokrasi Kültürü konseptinin temeli olacak ve bir ders niteliği taşıyan, Atatürk'ün, Milli Egemenlik Söylemlerinden, bazı bölümleri dikkatinize getirmek istiyorum. Gazi diyor ki: "İşittim ki, kimi arkadaşlar memleketlerine geri dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla buraya davet etmedim. Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilir. Ben bu kutsal davaya inanmış, bir insan sıfatı ile, buradan hiç bir yere gitmemeye karar verdim. İsterseniz siz gidin. Asker Mustafa Kemal mavzeri eline alır, fişekleri göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde dağa çıkar, orada tek kurşunum kalana dek vatanımı savunurum. Kurşunlarım bitince de bu aciz bedenimi Türk bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile temiz kanımı kutsal bayrağıma, içire içire, tek başıma can veririm. Ben buna ant içtim!"

** Türkiye milli tarihinin başlangıcı 23 Nisan 1920'tür ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bu tarih bütün bir düşmanlık cihanına karşı ayağa kalkan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni meydana getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder. (Atatürk'ün S.D.V., 1922, s.96)

* Milli egemenlik öyle bir alevdir ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkumdur.

* Yeni Türk Devleti'nin yapısal özü Milli egemenliktir. (1 Nisan 1923)

* Şimdiye dek Milletimizin başına gelen tüm yıkımlar, kendi talih ve yazgısını başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. İnsanlar, uluslar kendi istençlerini, kendi vicdanlarının gereklerini yürütmek ve uygulamak isterlerse, egemenliklerini kesinkes ellerinde tutmak zorundadırlar.

* Egemenlik, bağımsız kayıtsız, şartsız, Milletindir.

* Türkiye halkı kayıtsız, şartsız istiklaline sahip olmuştur. İstiklal hiçbir renkte, hiçbir biçimde, hiçbir anlam ve yolla paylaşım kabul etmez.

* Kurtuluş yolu ve yaşam ilkesi, ancak ve ancak Milli güçlerin (Kuvayı Milliye) etkin ve milli iradenin egemen kılınmasıdır.

* Gerçek durumda egemenlik yalnız bir biçimde yaşama geçer: O da bu egemenliğin sahibi olan insanların doğrudan doğruya bir araya gelerek yasama, yürütme ve yargı görevlerini doğrudan yerine getirmeleriyle olanaklıdır. (2 Aralık 1921)

* Milli kadere, Ulusal Yazgıya yalnız ve ancak Millet egemen olacaktır. Milleti temsil eden Milli amaç adına sınırlı ve belirli bir zaman için seçilen Türkiye Millet Meclisi bile, en sonunda Milletçe yenilenmek durumundadır. Asıl olan Millet ve Halktır. Egemenlik onun olduğu gibi, idare hakkı da onundur.

* TBMM Hükümeti Milli ve gerçekçidir. Bütün programların hedefi şu iki ilkedir:

- Tam İstiklal (İstiklâl-i tâmm) ve Anlatımı Milli Ant'tır (Misâkı Milli)

- Kayıtsız koşulsuz Milli egemenlik için bu yaşamsal hedefin ifadesi anayasadır.

* Hiç Kuşku yok, Devletimizin sonsuz olması için, ülkemizin güçlenmesi için, ulusumuzun gönenç ve mutluluğu için, yaşamımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsallığımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç duygularımızla, en açık uyanıklık ve gözümüzün açıklığıyla ve tüm gücümüzle Milli egemenliğimizi koruyacak ve savunacağız.

* Milletimizin güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için Devletin tümüyle Milli bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç kuruluşlarımıza tamamen uygun ve dayalı olması lazımdır.

* Bütün Dünya bilmelidir ki, artık bu devletin ve Milletin başında hiçbir güç yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir güç vardır. O da milli egemenliktir. O da Milletin yüreği, vicdanı ve varlığıdır.

** Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla milli egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır.

* "Kayıtsız Şartsız" tabiriyle belirtilen egemenliği, milletin üzerinde tutmak demek, bu egemenliğin bir zerresini, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir. Bununla kastettiğim manayı kolaylıkla anlayabilirsiniz.(Atatürk'ün Nutukları. II, s.80,1923)

* Süngü ile silahla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, ilim, fen, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti Refah ve Mutluluğa götürecek, bu anlamda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin doğrudan doğruya kendi istiklal egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır! (Atatürk'ün S.D. II, s 135, 1923)

Büyük Önder Milletvekillerine hitaben; Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak özellikle sizin görevinizdir. Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatın. Cumhuriyet ilkelerini sevdirin. Benimsetin.          

Şimdi burada, Türkiye'de Demokrasi Kültürünü konuşurken Atatürk'ün Nutkundan işaret ve ifade ettiklerini, prensiplerini, Demokrasi Kültürünü ve Demokrasi Klasiği olarak birinci köşeye alıyorum. Bu fikir ve görüşler, üzerinde yorum yapılmayacak kadar açıktır, anlaşılabilirdir.

Milletin Egemenliğine dayanan, Demokrasi, Laik Cumhuriyet ve Demokrasi Kültürünü daha güzel bir şekilde, başlıca nasıl anlatılabilir.

(Bu konuşma; Kadir Has Üniversitesinde düzenlenen ve Hüsamettin Cindoruk, Mehmet Ali Bayar, Dr. Yılmaz Karakoyunlu, Dr.Üner Kırdar, Prof. Dr. Emine Gürsoy, Dr. Murteza Zengin ve Selçuk Maruflu'nun konuşmacı olarak katıldığı "Türkiye'de Demokrasi Kültürü" konulu panelde yapılmıştır. 24 Kasım 2004)