BEYBABA LAKAPLI, AVDETî, SEBATAYİST POST-NÎŞİN OLUYOR!...

Cumhuriyeti   kuran,  avdetî,  Sebatayist’ler, Milletimizin, dinini,  dilini,  ahlakını,  aile  yapısını, tek  kelime  ile  tüm  ma’nevî    değer’lerini  tahrip  için, hangi  kombinizonlara  tevessül  ettiklerini, Beybaba  Lakaplı,  bilinen  adı, Sa’deddin, (Sebatayist,  Avdetî   olduğu  için  gerçek  adını  gizliyor) Beybaba’nın, Adana’da Kereste  ticaretiyle  ibtigal  ettiği,  yıllar, 1931  yılı, Avdetî’lerden, Ahmed  Emin  Yalman’ın  çıkardığı  Vatan  Gazetesinde, yayınlanan  haber  şöyle: Macaristan  asıllı  olup, Ankara, İstanbul’da  Bar- Pavyon  ve  gazino’larda  çalışan  bir  kadının  memleketine  o  devrin  parasıyla, 1,5 milyon TL.  ile,  döndüğü  haberini  resimli   olarak   vermişti.  Bu  yıllarda, Adana’da, Orman’da  tomruk  kesimi  ve  taşıma   işlerinde   çalışan,   işçilerin   yevmiyesi, 70 kuruştu. Ağır  işlerde  çalışan  işçi’lerin   yevmiyesi, 70  kuruş  olmasına  rağmen,  peşin  verilmeyip,  kereste  haline  getirip,  satıldıktan  sonra  ödenebiliyordu.O yıllarda, Pederiyle  birlikte, Kereste  ticaretiyle  meşgul, genç, Alanyalı, Kıvrasıllı, Mustafa  Arıkan, tecrübesine  ve  umûmî  ma’lûmatına  güvendiği  Beybaba’ya, gündüzleri,  arkadaşlarıyla  birlikte, oturduğu, Yıldız  Kıraathanesine  gider,  elindeki  gazete’yi  göstererek, “ Efendim,  ben  bu  haberi  bir  türlü  çözemedim. Ziraat  Vekaleti  namına, ormanda  çalışıyoruz, Ziraat  Vekaleti  bütçesinde  para  olmadığı  için,  amele’nin  hakkını  veremiyor,  kerestelerin  satılmasını  bekliyor. Bu  zamanda, bir  Macar  Çingenesi   kıza  bu  kadar  para  nasıl, nereden  veriliyor?!..
Beybaba, Gazete’deki  habere  bakıyor, Mustafa  Arıkan’a, “ Akşam  vakti,  sana Kahyam, Kilis’li, Kör  Mahmud’u  gönderirim, onunla  birlikte  bizim  eve  gelirsin, evde  sana  bu  hususları  tafsilatıyla  anlatırım. Dediği  saatte  evine  gittik,” Bak! Oğlum  sen  akıllı  bir  çocuğa  benziyorsun. Seni  gözüm  tuttu.Bizim  işimize  yaracaksın, ileride  seni  büyük  ve  yetkili  bir  adam  olarak  yetiştireceğim,”  dedikten  sonra, “ Bak,  oğlum. Bu  Milleti,  biribirinin  kı..nı  koklamktan  kurtarmak  için, evvela,  nefis  yollarını  açtık. İlk  olarak, Macaristan’dan  1000  oyuncu  Çingene  kızı  getirttik. Bunların  ustalarıyla, İstanbul’da,  Dârü’l- Bedâyi-i ( Şehir  tiyatro’ları)’nı  açtık   ve “Sanattır,” diyerek, Türk  kızlarını  da  teşvik  ettik.Onların  çalıştırılacağı, Bar- Pavyon  ve  gazinolar  açıldı.Böylece, Türk  Milleti’nin  taassubu  kırıldı.Barlara, pavyonlara  ve  gazino’lara  rağbet  arttığı  için  artık,  Mücar  Çingene  kızlarına  ihtiyaç  kalmadı.  Yavaş  yavaş,  memleketlerine  gönderiliyorlar. Giderken,  üzerlerinede,  sadece  elbiseleri   ve  ceplerinde  de  çok  az  miktarda  para  konuluyor. Türk  kızlarının,  bar,pavyon, gazino  ve  eğlence  yerlerinde  çalışmalarını  teşvik  için  de, gazetelerde  böylesine  haberler  çıkartıyoruz.Bu  haberler  dolaysiyle, Türk  aileler  de, “ Onların  yaptığını  bizim  kızlarımız  da  pekâlâ,  yapabilirler, onlar  bin  lira  kazanıyorsa  bizim  kızlarımız  yüz  lira  bile  kazansalar, bize  yeter,”  dediler. Böylece  Türk  Aile  yapısında  ilk  gedikler,  rahneler  açıldı  ve  devamı  geldi.
BEYBABA  MEVLEVÎ’ LERİN   POST-NÎŞİNİ!...
Beybaba  anlatmaya  devam  eder. “ Oğlum, Türk  Toplumu  için  tasarladığımız  devrim’lerin   tam  ma’sıyla benimsenmesinin,yerleştirilmesinin  önündeki  en  büyük  mania’lardan  birisi  de tarîkatler, tekke  ve  zaviyelerdi.Bunun  için  tekke  ve  zaviye’lerin  kapatılması  zarûri  idi.Tekke  ve  Zaviye’lerin  kapatılmasına  bu  Millet  rıza  göstermez,  kabullenmez,  tepkisi  büyük  olurdu.Onun  için  evveliyyetle, bunların  i’tibarları  zedelenmeli, kendi  içlerine  sokulan, ajanlar  vasıtasıyla kendi  kendilerini  kapatmaları  sağlanmalıydı. Bu  vadide  bana  da  vazife  verildi. Tasarlanan  plân  gereği, Konya’da,  Mevlânâ  Mevlevîhanesine,     Mevlevî-  mürid  olarak  intisab  ettim.” Yemez, içmez,” derviş  
ki, gece-gündüz  namaz  kılıyorum, yalınızken  bile  gece  namazlarına  kalkıyorum. Böylece,”Yemez,içmez, her  vakit  namaz  ve  ibadetle  meşgul, derviş  olarak  diğer  dervişler  arasında  mümtaz  bir  yere  sahip  oldum.Yemeyen,  içmeyen  birisi, hayatını  devam  ettirebilir  mi? Elbette,  hayır.  Kimselerin   grmediği- göremediği,   yerlerde , bilhassa,  geceleri  herkes  uykularındayken, zaman  zaman  da helalarda  yer  içerdim. Günler  böylece  devam  edip  giderken,devrin  Post-nîşin’i  vefat  etti. Dervişan  arasında, “ Yemez,  içmez,  herdaim  ibadetle  meşgul,  derviş  olarak  temayüz  ettiğim  için,  bütün   dervişan   ve  müridan’ın    ittifakıyle, “ Post-nîşin “  olarak  seçildim. Bütün  dervişan  ve  müridan’a  çok  iyi  davranarak,  kendimi  sevdirdim  ve  hepsinin  i’timadına  mazhar  oldum.Sohbetlere  başladım; Derviş  ve  mürid’lere,  “  Mevlânâ  Celaleddin-i  Rumî, Hazretleri’nin  bu  yüce  makama  vasıl  olmasının  sebeb  ve  hikmeti, Önce, Şems-i  Tebrîzî  ile, sohbet  ve  halvetlerinde Mey ( şarap)  içtiler,  bilahere, Tevbe-i  Nasûh  ile  tevbe  ederek  bu âlî   mertebe  ve  makamlara  yükseldiler. Biuzler  de  aynı  yolu  ta’kip  edersek  aynı  mertebe  ve  makamlara  yükselebiliriz,”  dedim. Böylece,  Mevlevîhaneye,  şarabın  sokulmasını  te’min  ettim.Ayrıca, Kadınlar  da  bizimle  müsavi   yaratılmışlardır, onların  da  sohbet,  meşk  ve  sema  yapma  hakları  vardır, dedim. Kadınları  da  Mevlevîhaneye  soktum.
Kıvrasıllı, Merhum,  Mustafa  Arıkan’ın  bir  sualine  karşılık, bu  hususta, Süleyman  Hilmi Silistrevî, (K.S.)  Efendi  Hazret’leri  şöyle  buyurmuştur;  “ Konya  Mevlevîhanesi’nde,  son  zamanlarda, bir  yahûdî,  Sebatayist, avdetî, üç  sene  müddetle,  post-nîşin’lik  yapmıştır. Bu  sırada, Mevlevî’liğin  aslını  bozmuş,  fesada  uğratmıştır.Bunu  yaparken  de, Hazreti  Mevlânâ’ya  ve  Şems-i  Tebrîzî’ye  büyük  iftira  ve  buhtan’da  bulunmuştur.Hazreti  Mevlânâ   ve   Şems-i  Tebrîzî, asla  ve  kat’â. Şarap  içmemişlerdir. Şems-i  Tebrîzî  Hazret’leri, Hazret-i  Mevlânâ’yı  ma’nevî   terbiyesine  ve  sohbetine  aldığında,   sadakat  ve  teslimiyyetini  ölçmek  için, “ Sohbette,  hamr,( içki)  lazımdır,  buyurmasıyla. Celaleddin-i  Rumî    Hazret’leri, müskiratçı’dan  bir  şişe  mey,  ( şarap)  alarak,  Şems-i  Tebrîzî  Hazret’lerinin  huzuruna  geliyor. Mevlânâ,   teslimiyyet  ve  sadakatini  ispat  ettiği,  imtihan  geçtiği  için, mey  şişesi  kırılarak,  mey  tualet  çukuruna  dökülmüştür. Sebatayist, Avdetî,  işte  bunu  istismar  ederek, Mevlevîhane’ye  içki  ve  kadını  sokmuştur.
Bu  Avdetî    ve   Sebatayist   tarafından,   Mevlevîhanelere   sokulan  raks’ın   Gerçek   ma’na’da,  Mevlevî  Sema’sıyla  hiçbir  alaka  ve  münasebeti  yoktur. Ma’alesef,  günümüzde,  Mevlevî’lik  ve  sema,  düğün  salonlarında,  eğlence  merkezlerinde, folkverik, bir  şekle  dönüştürülmüş,  serhoşların  mezesi, onların  eğlence  vasıtası  haline  getirilmiştir.
Turuk-u  Âliye’rin  devamı  olduğu  iddiasındaki   günümüz  sözde  tasavvuf  ehli’nin, benim  kendilerini, “ Tarîkat  ve  tasavvuf  Kalpazanları,” diye  tavsif  ettiğim  müteşeyyih’lerin(  sözde  şeyh’lerin)  hal-ü pürmealleri  ortadadır. Tarîkatlerin  geçmişi, hakîkî,  mürşid’lerle, “ Nisbet-i  Sahîha’ları”,  yoktur, Silsile’leriyle,  teselsül’leri  de  tamamen  kopmuştur.
Bu, “  ma’neviyyat  ve  tasavvuf  kalpazanları,”  kendilerinin  “Vâris-i  Nebî,”  olduklarını  iddia  etmektedirler,  oysaki,  vârisi   olduğunu  iddia  ettikleri o  Nebî, “ fakir’lik  benim  iftihar  sebebimdir, ben  fakirliğimle  herdaim,  iftihar  ederim,” buyurmuştu. Hiç  bir  zaman,  Resûlu’llâh’ın  evinde,ailesi  ve  Ecvâc-ı  Tahirât  için,  bir  günlükten  fazla, rızk, nafaka  bulunmazdı. Kalpazan  müteşeyyih’ler, Peygamber’in  varisi  olduklarını  iddia  ederler,  ama, hayatları, Karun, Firavn  ve  Nemrut  hayatına  benzer. Ekserisi,  Gecekondu   bölgelerinde   oturan,  fakir,  zavallı,    mürid’lerden   topladıkları  paralarla,  İnşa  ettirdikleri,   Sarayyavrusu,  Muhteşem   binalarda   oturur,  aile boyu,  lüks  otomobillere  binerler. Ba’zıları  da, İlâç  Kodeksi  gibi,  her  derde  deva,  du’a’  kitapları , cehennem  ateşinde  yanmayan,  nalin  ve  kefen  satarak,  biriktirdiği   paralarla,  bilmem,   kaç   eşi    ve    cariye’leriyle    birlikte,  şehr’in   mu’tenâ,   semt’lerinde   Süper  Lüks,   villa’larda  otururlar...