Türkiye-AB İlişkileri Kıbrıs Konusu ve Rum Liderliğinin Paniklemesi(2)

Çok Kutuplu Dünya Düzeni Türkiye-AB İlişkileri Kıbrıs Konusu ve Rum Liderliğinin Paniklemesi(2) 04 Ağustos 2023, 11:00 GÖKHAN GÜLER TÜM MAKALELERİ      Tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu bir dünya düzenine doğru geçiş süreci devam ederken Türkiye’nin küresel bir aktör ve oyun kurucu olarak yükselişi dengelerin alt üst olmasına neden olmuştur. Türkiye’nin çok kutuplu dünya düzeni içerisinde bir taraftan tek kutuplu dünya düzenini savunan Batı (ABD/AB) ile ilişkilerini sürdürüp Ukrayna krizinde etkin bir şekilde rol alması, buna karşın çok kutuplu dünya düzenini savunan ülkeler (Rusya ve Çin) ile de ilişkilerini her geçen gün ileriye taşıması özellikle bölgesel dengelerin sarsılmasına ve değişmesine neden olmuştur…   

Öyle anlaşılıyor ki Batı (ABD/AB), tek kutuplu düzenden çok kutuplu düzene geçiş sürecinde Türkiye’nin Rusya ve Çin ile yakınlaşmasından rahatsızlık hissetmektedir…    Daha önceki yazılarımda birçok kez vurguladığım üzere; Çin, ‘Avrasya Ekonomik Birliği’ni’, Rusya ise ‘Kuşak ve Yol’ projesini desteklemektedir. ABD yıllarca tek kutuplu dünya düzeninin kontrolünü en başta okyanuslar üzerinden kurgulamıştı.  Tek kutuplu Atlantik/ Batı düzeni artık eskisi gibi Afrika’da, okyanuslar üzerinde ve daha birçok yerde eskisi gibi etkili değil… Örneğin Rusya ile Çin Kuzey Buz Denizi Rotasını aktif olarak kullanmaya başlamışlardır. Ocak 2021’de Çin/Jiangsu’dan çıkan Rus LNG tankeri Kuzey Deniz güzergâhını kullanarak 11 günde Rusya’nın Sabetta Limanı’na ulaşmıştır.  Söz konusu yolculuk, Süveyş Kanalı güzergâhı ile yapılacak seyirden 36 gün daha kısa sürmüştür. Bu da küresel deniz ulaşımında en başta zaman ve ekonomi bakımında son derece önemli bir etki yaratmıştır. Söz konusu yolculuğun en önemli yanlarından biri de ABD deniz gücünün kontrolü dışındaki bir bölgenin ilk kez deniz ulaşımında kullanılmaya başlamış olmasıdır. Asya’daki Kuzey Kutbu kıyıları ile Batı Pasifik kıyılarının ise büyük bir bölümünün kontrolü de Rusya ve Çin’e geçmiş vaziyettedir.  ABD’nin, ivedilikle İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini istemesinin nedeninin söz konusu bölgeyi kontrolü altına almak istemesinden dolayı olduğu belirtilmektedir…  

İşte böyle bir ortamda Rum liderliği, öyle ki geçtiğimiz günlerde yaşanan Türkiye-AB yakınlaşma süreci sonrasında gözle görülür bir şekilde panik havası içerisine girmiştir.    Rum liderliği neden paniğe girmiştir? Çünkü Avrupa Birliği, Ortadoğu ve özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde daha etkin bir biçimde taraf olarak söz sahibi olabilmek amacı ile 23 Nisan 2004 tarihinde Annan Planına %76 ile hayır diyen Rum Yönetimini uluslararası hukuku göz ardı ederek 1 Mayıs 2004’de AB’ye üye yapmış, ancak aradan geçen süre zarfında istediği neticeleri elde edememiştir. Bu süreçte Annan Planına hayır diyen Kıbrıs Türk tarafı ise verilen tüm sözlere karşın yok sayılmıştı!   

Rum liderliği, AB-Türkiye yakınlaşmasından paniklemiştir. Çünkü AB-Türkiye yakınlaşması ile GKRY bertaraf olabileceğini ve bu doğrultuda Doğu Akdeniz’de birtakım pazarlıkların yapılma ihtimalinin söz konusu olabilmesinden ürkmüştür. Eğer böyle bir gelişme söz konusu olur ve yapılacak birtakım pazarlıkların neticesinde bir uzlaşma sağlanır ise bu durumun KKTC’nin geleceği ile pozitif bir etkisi olacağından ürkmüştür…   

Bu noktada, GKRY üzerinden 2000’li yıllardan günümüze kadar geçen süre zarfından kurgulanan Sevilla Haritası’nın resmi bir geçerliği olmadığı ortaya çıkmış, Eastmed Doğu Akdeniz Hidrokarbon Boru Hattı Projesi ile Eurasia Enterkonnekte Projesi gerçekçi bulunmayarak hayata geçmemiş, ayrıca bölge ülkeleri ile GKRY arasında imzalanan anlaşmaların Türkiye ile Libya arasından imzalanan deniz yetki anlaşması sonrasında geçerliliklerinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Libya anlaşması ile Türkiye üzerine kurgulanan tüm oyunlar çökertilmiştir…   

***   

İsveç’in NATO’ya üye olmasına yönelik yapılan çeşitli pazarlıklarda; Türkiye’nin AB üyeliği ile İsveç’in NATO’ya üye olması arasında bağlantı kurulmaya çalışıldı…   

Çok kutuplu bir dünya düzenine doğru geçiş süreci devam ederken, bir kesim hala daha tek kutuplu dünya düzenin olduğu gibi kalması gerektiğini belirtiyor…   

Önümüzdeki süreçte Türkiye ile AB, aralarındaki ilişki ve güçlerini iki tarafın da menfaatine olacak şekilde geliştirmeyi deneyebilir mi? Bunu ilerleyen dönemde göreceğiz.   

Jeopolitik dengelerin değişim ve dönüşüm yaşadığı bir süreçte Türkiye’nin AB üyeliğinin yolunun açıp açılıp açılmayacağı tartışılmaya başlandı…  

 ABD Başkanı Joe Biden ile TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi öncesinde kritik bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşmede Ukrayna'nın NATO'daki pozisyonu, İsveç'in NATO üyeliği, F-16'ların teslimi ve Türkiye’nin AB'ye tam üyelik süreci vb. konuların ele alındığı kamuoyuna yansıdı.    Ardından NATO Zirvesi'ne katılmak üzere Litvanya'ya gitmeden önce Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi'nde açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,”50 yılı aşkın zamandır Türkiye AB kapısında bekletilmektedir. Önce gelin Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde önünü açın, ondan sonra biz de Finlandiya ile ilgili nasıl onun önünü açtıysak, İsveç’in de önünü açalım” dedi.  

 Bu açıklamanın ardından Vilnius’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsveç Başbakanı UlfKristersson ile gerçekleştirilen görüşmede uzlaşmaya varıldığı açıklandı.    Kısa sürede müzakere sürecinde bir canlanma olmasa dahi Gümrük Birliği ve Vize Serbestisi gibi başlıklarda birtakım gelişmelerin yaşanabileceği belirtilmektedir…  

Bilindiği üzere Türkiye, 1963’de imzaladığı Ankara Anlaşması ile o dönem ki adıyla Avrupa Ekonomik Topluğu (AET) şimdiki adıyla Avrupa Birliği ile “ortaklık“ilişkisine başlamıştır.   

Türkiye-AB ilişkilerinde 60 yıl geride kalmıştır. 1999’da AB’den aday üye statüsü alan Türkiye’nin katılım süreci bazı üye ülkelerin engellemelerinin ardından 2016’da yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ise bazı hak ve özgürlüklerde gerileme yaşandığı iddiasıyla 2018’de resmi olarak durdurulmuştu…