BELGRAD’DA İSTANBUL KAPI
İsmail İŞCAN
Belgrad, Sırbistan'nın başkentidir. Orta ve Batı Avrupa’yı Ön Asya ülkelerine bağlayan ana yollar Belgrad'dan geçer. Bu nedenle eskiden beri önemli bir yerleşim merkezidir. Avrupa ve Ön Asya’nın endüstri ve ticaret bölgelerinin de kavşak noktası olması dolayısıyla önemlidir. Ayrıca önemli tarihsel yolların kesişme noktasıdır.
Osmanlılar Belgrad’ı ilk kez II. Murat 1441, ikinci kez Fatih Sultan Mehmet tarafından 1456’da kuşattı. Ancak ordunun yağmaya erken başlaması ve dağınık olması yüzünden başarı sağlanamadı. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1521'de Belgrad alındı. Osmanlı hâkimiyetindeki Belgrad, 16. ve 17. yüzyıllarda giderek gelişti, aynı zamanda önemli bir askeri üs ve ticaret merkezi oldu.
1521’de Kanuni döneminde Osmanlı topraklarına katılan Belgrad 1878, Belgrad antlaşmasına kadar Osmanlı’da kaldı. Bu tarihten sonra Sırbistan istiklalini kazandı ve Belgrad başkent oldu. Bugün hâlâ Belgrad’da Türk tarihinin ve kültürünün izlerini görmek mümkündür. Osmanlılardan kalma Bayraklı Camii bugün hala Belgard'daki Müslümanlara hizmet vermektedir.
Belgrad, 1. Dünya Savaşı'nda Avusturya’nın işgaline uğradıysa da Sırpların mücadelesiyle Sırbistan’a başkentlik yapmayı sürdürdü. 2. Dünya Savaşı'nda üç gün devam eden ve 20.000 sivilin ölümüne neden olan Almanya'nın hava bombardımanı şehri harap etti. 1944’le Yugoslav partizanların yardımıyla Tolbuhin’in Sovyet birlikleri tarafından kurtarıldı.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra sanayileşme nedeniyle kırsal kesimden aldığı göçle nüfusu hızla arttı. Günümüzde kentte oturanların çoğu Sırp’tır, en büyük azınlıklar Hırvatlar ve Karadağlılardır. Belgrad günümüzde bir sanayi merkezidir. Makine aletleri, motorlu araçlar, elektrik donanımı, dokuma ve yapı malzemeleri üretilir. Yugoslavya’nın en büyük ticaret merkezi olarak dış ticaretin yarıdan fazlasını elinde tutar. Halkın yaşam standardı normal düzeyde, ancak AB içindeki gelir seviyesinden çok uzak.
Bu bilgilerden sonra gelelim izlenimlerimize.
Sava’nın Tuna’ya sevdası bir başka. Tuna, tüm Avrupayı dolaşırken Sava, Belgrad Kalesi’nin önlerinde Tuna’ya kavuşmak için akmakta. Sava’nın Tuna’ya sevdalandığı, kavuştuğu yerde kurulmuş Belgrad ve bu güzel şehrin en heybetli yapısı Belgrad Kalesi. Topkapı Sarayı’nın bir kopyası gibi. Osmanlı’dan kalan bu kale günümüze kadar defalarca yıkılıp tamir edilmiş ve bugün birçok kaleden çok daha iyi durumda. Yalnız kale temellerine Sırp gençlerinin Heineken ve Efes’li gecelerde yaptığı direkt doğal tahribatı görmezden gelemiyorsunuz.
Uzun bir Belgrad akşam yürüyüşü sonrası Belgrad kalesi önünde Sava üzerindeki küçük bir nehir gemisinden bozma sessiz, sakin ve sıcak bir atmosferinde yenilen balığın tadı sohbetlerimizin en tatlı anılarından biri olarak kalacak. "300 yıl buraları sizindi’’ diyerek restoran sahibi elimize bir resim tutuşturdu. Arka fonda Belgrad Kalesi ve restoranın nehirden çekilmiş bir fotoğrafıydı elimizdeki. "Evet öyleydi ama nereleri değildi ki’’ dedim kendi kendime.
Belgrad Kalesi’ndeki gezintimizde Osmanlı’dan kalma Safranbolu tarzı konak, en alımlı yapı olarak iç bahçede yerini almış. Damat Ali Paşa türbesi de bahçe içinde ortada bir yerlerde. İç bahçede 30 metre yüksekliğinde bir anıt dikmiş Sırplar. Yeni Belgrad’a bakan, üzerinde bir erkek heykeli, eski tarihi dokuyla uyuşmamış, hemen sırıtıyor, eski yeni uyumu bir türlü sağlanamamış. Kalenin en büyük kapılarından biri İstanbul Kapısı. İstanbul Kapısı üzerindeki Osmanlı tuğrası sökülüp yerine krallık armaları eklendiği o kadar belli ki. Osmanlı’nın izleri Belgrad’da bir şekilde silinmiş, Bayraklı Camii’nden ve Türklerin yaşadığı bir mahalleden bahsedildi, başka da bir iz kalmamış. Eskiyi hatırlatacak bir çok şey görmeniz gerekirken sadece bir iki yazıya rastlamanız tarihsel dokunun milliyetçi politikaların etkisiyle yok olduğunu gösteriyor.
Bir arkadaşımızın gidecek başka yer olmadığı için "Mecburiyet Caddesi" dediği, İstiklal caddesini andırır Belgrad’ın trafiğe kapalı olan caddesinde, akşamları kafelerin masaları cadde ortasına taşıyor. Yan sokaklarında tamamen kafe masalarının dolup taştığı ve Che Guevera Barı’nın bile olduğu bu mekânlar, Belgrad’ın geceye renk katan güzel görüntüleri. Belgrad akşamlarının en güzel görüntülerinden birisi Restoranlar Sokağı’nda yaşanıyor. "Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur" ve "Neden saçların beyazlanmış arkadaş’’ istek üzere buralarda da söyleniyor. Müzisyenler sakin, uyumlu Balkan –Flamenko karışımı bir ritimde şarkılar söylüyorlar. Akordiyon, keman, gitar ve viyolonsel harika bir uyum içinde. 1930’lu yılların Broadway tiyatrolarında rol yapan birisini canlandıran bayan, elinde şemsiyesi ve başındaki şapkasıyla masaların arasında Şheakspeare’den örnekler sundu. Misafirlerle dans etti. Çıktığımızda diğer restoranlarda da aynı gösterisini tekrar ediyordu.
ABD, Bosna Savaşı zamanında Sırplar katliamlarını durdursun diye televizyon binalarını ve köprülerini bombalamıştı. Binalar tazminat talep edilsin diye tamir edilmiyor. 20 katlı bina şehrin ortasında sanki terkedilmiş harabe gibi. Son zamanlarda Kosova’nın bağımsızlığı için Almanya’nın desteğine son derece içerlemişler. Karadağ’ın ayrılmasından sonra kuzeyde Voyvodina ve güneyde Kosova iki otonom bölge olarak Sırbistan haritası içinde bulunuyor. Kosova’nın da ayrılması Sırbistan için önemli bir kayıp olacak. Halka sorduğunuzda kimseyi sevmediklerini öğreniyorsunuz Mecburiyet caddesi dolaylarındaki Mc Donald restoranları tıka basa dolu. Amerikan hayranlığı gençler arasında yaygın, sevmeseler de etkilendikleri muhakkak.
Belgrad Üniversitesi Türk Filolojisi öğrencileri, Türk işadamlarına tercümanlık yapıyorlar. Birçoğunun Türkçesi bozuk, anlaşmak için sabırlı olmak lazım, yine de ellerinden geleni yapıyorlar. Hemen hepsi Antalya ve Bodrum’a gelmiş ve İstanbul’da arkadaşları var, hatta Beşiktaş’lı bile olanlar var.
Belgrad’dan ayrılırken bu güzel toprakların ve coğrafya’nın bir zamanlar atalarımız tarafından 300 yıldan fazla vatan yapılmasının hazzını ve bu harika coğrafyanın kaybının burukluğunu yaşadım. Toprak kayıplarıyla bir zamanlar Balkanlara olan göçler artık zorlama ve asilimasyon politikalarıyla son 200 yılda geriye doğru devam etmekte. Balkanlarda hala 2 milyon Türk bulunması bu bereketli topraklar üzerindeki en büyük hazinemiz olduğunun farkına varılması, Balkanlar’ın gönülde bir eyalet olarak bilinmesinin önemi ve Balkan ülkeleriyle olan siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliğinin arttırılması gerekir. Ekonomiyle başlayan, kültürel ve sosyal işbirlikleriyle ve nihayetinde siyasal bütünleşmeyi sağlayacak kalıcı fetihlerin zamanı artık.
Belgrad Kalesi, İstanbul Kapısı, Sava-Tuna buluşması nostaljik anı olarak kalmamalı. Türkiye’de yaşayan Balkanların bir zamanlar vatan olduğunun farkında olanların yaşamının bir parçası olmalı, olmayanların farkındalığı sağlanmalı.
[email protected]
Yorumlar