Zannedersiniz ki, her şey günlük gülistanlık, meşum Covid-19 salgını, Türkiye ve dünyayı tehdit etmiyor, ekonomi, sosyal yaşam harika, işsizlik, istihdam sorunu yok, Merkez Bankası rezervleri  taşıyor, sanayi, tarım, ulaştırma, turizm, ihracat velhasıl her şey tıkır tıkır... Başka sorunumuz yok, “Ayasofya’yı ibadete açalım mı? Açmayalım mı?” Türkiye’nin tek ve önemli meselesi budur... 

Evet, Fatih Sultan Mehmet Han, 1453’te İstanbul’u Türklüğe armağan etti, yeni bir çağ açtı. Kimsenin dini inancıyla uğraşmadı, Ayasofya’yı camiye çevirdi. Burası Türkiye’dir, bizim hükümranlık haklarımız var, ister açarız, ister kapatırız... Bize kimse karışamaz. Yahu zaten kimsenin karıştığı yok... Türkiye’de 100.000’nin üzerinde cami var. Daha yeni 50.000 kişilik Çamlıca Camii ve Taksim Camii, AKM’den önce hizmete girdi. Ayasofya, Büyük Atatürk tarafından 1934 yılında müzeye çevrilerek, Dünya Kültür Mirasına armağan edildi. Tüm dünyada Türkiye’nin itibarı arttı, her yıl milyonlarca turist, sırf Ayasofya’yı görmek için, İstanbul’a geliyor. Bu mali sıkıntı dönemimizde, Türkiye’ye döviz bırakıyor. Zaten, zatı devletleri de ifade ediyorlar, “Önce, mevcut camilerimizi dolduralım”. Türkiye’de 100.000 camide, serbestçe, rahatça her vatandaş ibadetini yapıyor, yer sıkıntısı yok. Türkiye’nin malı olan, bu ülkenin paha biçilmez mücevheri Ayasofya, UNESCO tarafından dünya değerleri listesine alınmış... 

Şimdi, ekonomi, istihdam, tarım, sanayi, turizm, ihracat, insan hakları, fikir ve basın hürriyetleri, özetle her şey yolundaymış gibi, Ayasofya’yı tartışıyoruz. En önemli tartışma, ikonlar, suretler, mozaikler, freskler ne olacak, cami ile nasıl bağdaşacak... Sen önce yangından mal kaçırır gibi terk ettiğin at yadigarı Türk toprağı olan “Süleyman Şah Türbesi’ne” şanlı bayrağımızı çek... Bak, Kuzey Irak’ta, Türklerin bayraklarını indirdiler, bunun hesabını sor... Orada Türk kardeşlerimizin, can ve mal emniyetlerini sağla... Onların hakları, Filistinlilerden, Suriyelilerden önce gelir... 

Bizler, TBMM çatısı altında, milletvekili olarak siyaset yaptık... Aklımıza yatmayan, yanlış olduğuna inandığımız, hadiselerde Özal’a, Mesut Yılmaz’a, Demirel’e, Ecevit’e, Erdal İnönü’ye, hiç çekinmeden, korkmadan görüşümüzü beyan ettik, anlayış ve takdirle karşılandık. Hükümetlerde, Dışişleri Bakanlarının özel misyonu, hatalı gördükleri hususları, istifayı göze alarak söylemektir. Dışişleri Bakanı, sekreter değildir, dış politikayı oluşturacak, Türkiye’nin itibar ve çıkarlarını, her şeyin üstünde tutarak, korkmadan, çekinmeden doğru bildiği yoldan yürüyecektir. TV’lerdeki tartışma programlarını izlerim. Her gece hep aynı kişiler, hep aynı şeyler ifade ediyorlar... Bir büyükelçi arkadaşımıza Ayasofya olayı soruluyor. Bin dereden su getiriyor. Ancak karşıyım ve taraftarım diyemiyor... 

Çin’in çıkarıp, dünyanın başına bela ettiği bu koronavirüs salgını, her şeyi tahrip etti. Bu pandeminin daha kötü olabilecek sonuçlarını son yıllarda sağlık sektöründe atılan olumlu adımlar ve Sağlık Bakanının krizi iyi yönetmesi neticesinde, şimdilik atlattık. Başta Bakan Dr. Koca olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarımızı minnet ve şükranla kutluyorum. Ancak daha bu pandeminin ekonomik ve sosyal tahribatı ortaya çıkmadı. 1929 buhranını hatırlayınız. Ekonominin kural ve yaptırımları, acımasızdır, rijittir, zor önlenir, sel suları gibi önüne geleni götürür. Önümüzdeki dönemde eksi 8’lerde daralma, 15 milyon işsiz, küçülen tarım, sanayi, turizm, ulaştırma, ihracat, yetersiz gıda güvencesi sorunları bekleniyor. Talimatla faizlerin indirilmesi, yatırımları arttırmadı, tam tersine tasarruf oranını düşürdü. Tedavüldeki para, emisyon hacmi kontrol edilmez noktalara doğru gidiyor. 

Ayasofya’yı, seçimi, suni gündemleri bırakın, hayati, ciddi, yapısal sorunların çözümüne odaklanın...