Önce yer dokuz şiddetinde sarsıldı! Ardından dev dalgaların önüne kattığı arabalar ve evlerle altı yüz kilometre sahil boyunca tsunami önüne gelen her şeyi yıktı. Ancak, Onur Çoban’ın Aksiyon Dergisinde ifade ettiği gibi “Her şey yıkıldı insanlık ayakta”. Sıra bozulmuyor, talimatlara harfiyen uyuluyor, vatandan ve yaşamaktan vazgeçilmiyor. Ne feryat figan var, ne de bu yıkımlardan acılı manzara tüccarlığını tercih eden basın yayın. Her yer acı ve keder dolu, lakin Japonlar ülkelerini yeniden sessizce inşaya koyuldular bile. Altı ay sonra bu felaket bölgesine gidenler orada felaketin izleriyle değil yaşananlardan ders çıkararak yaşamaya devam eden insanlarla karşılaşacaklar. 22 Mart tarihli Dünya Gazetesinde Didem Eryar Ünlü; bu hususa dikkat çekerek bazı tespitleri aktarmış: “Japonya’da aktif kadercilik hakim, umutsuzluk değil. Japonlar yeniden kurmaya, yeniden inşa etmeye alışmış bir toplum. Japonlar için önemli olan mekanın veya nesnenin değeri değildir. Değer sürekli olarak tekrar edilen hareketin mükemmelliğinde gizlidir. Enteresan bir durum: Japon felsefesinde (stoisizm) yer alan bu ilke Kur’an da mealen ‘Olanlar tekrar olmaktadır görmüyor musunuz’ diye ifade edilerek dini literatürde Sünnetullah diye ifade olunan; kainatta şaşmadan devam eden kanunlara dikkati çeker. Japonların doğruları tekrardan usanmayışlarına yazar; ‘bu pirinç tarlasındaki kişinin yorulmak bilmez hareketleridir’ diyor. Japonlar geçiciliğe inanırlar, Japonya geçiciliğin ülkesidir. Mutsuzluk geldiğinde onunla yüzleşirler, mutluluk geldiğinde ondan faydalanırlar. Japonlar hayat ve ölüme karşı büyük bir onurla mücadeleyi esas alırlar...” Kurallara baktığımızda bizimkilere benziyor. Hatta özde aynı. Lakin biz imanımızın gereklerini hayatımıza tatbik etmekte başarılı değiliz. Bu felaketin ardından Türkiye’nin 1956 yılından beri hamle yapıpta bir türlü neticelendiremediği nükleer santral meselesi tekrar çekip uzatılmaya başlandı. Mesele ile ilgi haklı endişelere dikkat çekenlere saygı duyarım. Fakat başta ABD olmak üzere Türkiye’nin nükleer gücü kullanır hale gelmesinden ileri menfaatleri açısından mahsur görenlerin bilerek veya bilmeyerek çığırtkanlığını yapanlara ise “hadi oradan” demekten başka söz kalmadı. Nükleer Santralleri Kurmalıyız. Konuyla ilgili olarak ülkemizde Nükleer enerji hususunda haklı üne sahip İTÜ öğretim üyesi ve İTÜ Enerji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Berril Tuğrul’un basına akseden tespitleri şöyle: “- Ülkemizde nükleer santral olmaması bizi bu tehlikeden uzak tutmuyor. Bir olumsuzluk durumunda ülkemizi doğrudan tesir altına alabilecek birden çok nükleer santralle kapı komşuyuz. - Türkiye 1956 da teşebbüsünü neticelendirebilseydi bugün Kore’den her bakımdan ileride olurduk. Kore nükleer enerji çalışmalarını 1970 de başlattı. - Enerji olmadan sanayi ve ilerleme olmaz. Sanayici kaliteli, yeterli ve sürekli enerjiye bakar. Bu nerde ise yatırımların orada teşekkül edeceği tabiidir. -Yeteri kadar rüzgar esmediğinde, havalar kurak gittiğinde meydana gelecek enerji açığı telafi edilemeyebilir. Oysaki nükleer enerjide böyle bir problem olmaz. - Nükleer enerjinin kurulum masrafları yüksek işletme maliyetleri düşüktür. Orta vadede en ucuz enerji nükleer enerjidir. - Nükleer enerji karbon salınımını da azaltacağı için temiz enerji sınıfında kabul edilir. - Güvenlik sistemleri bakımından geliştirilmiş üçüncü nesil nükleer reaktörler kendilerini daha çabuk finanse edebilmektedirler. - Yatırım faaliyeti başladığı andan itibaren binlerce insana istihdam sağlar. - İnşaat ve işletme safhalarında hiçbir seviyede eleman sıkıntısı söz konusu olmaz. Başta İTÜ olmak üzere Türkiye’de hem yetişmiş insan gücü hem de bu gücün devamını sağlayacak kaynağa sahibiz.” Türkiye olanlardan gerekli sonuçları çıkartarak güvenlik derecesi yüksek nükleer santrallerini inşadan rücû etmeyecektir. Felaketlere karşı eğitilmiş insanın gücü meydanda. İlkokullarımızdan başlayarak bir deprem ülkesi olan vatanımızda muhtemel felaketlere karşı gerekli bilinci oluşturmak milli ve insani bir gören olarak omuzlarımızdadır.