ARMUT MU YERSİNİZ, AHLAT TURŞUSU MU?
Abdullah KILIÇ
Böyle bir yazıyı yazmaktan müteessirim. Ben de “ kör ölür badem gözlü olur” demeliydim.
Huyum kurusun diyemedim, diyemem. Bir zamanların İstanbul’unda seyyar işkence ekipleri organize edenlere hakkımı helal edemem. Davacıyım, ahirette görüşürüz. Bu sadece bir girizgâhtır. Hürmette kusur olsa bile derim ki, hoca efendinin hüsnü teveccühleri bile bu davada müspet delil vasfı taşımaz. Siz, şimdi güya cumhuriyeti kurtarmaya hamle etmiş oldukça olgunlaşmış zatla, biriniz koyup biriniz yayığı çalkalayarak nice “nur topu günlerin kanına girdiniz.” Millete malumdur ki, o zatın derdi “ben buradayım beni daima hesaba katın, malımın mülkümün üstündeki tedbirleri kaldırın, verdimse ben verdim…” Feryadıdır.Yani zati meselesidir. O da meşruluğu su götürür olmakla, tamamen nefsidir. Cumhuriyeti kurtarmakla kendini vazifeli kılmış siyaseten ve cinsen mukabili olan şahıs ise son demi de azami derecede politik ranta dönüştürüp; ben onunla var değilim ben benim! Hatta o bir miktar bendi işte ispatım, dercesine ortalıkta cevelan etmektedir. Halkımız bu hale “karının derdine bak” deyip hayıflanırken, dalından düşme olgunluğundaki mukabiline de “hodri meydan gel ki, göresin” demektedir. Fakat bunlar politika kazanında öylesine pişmişlerdir ki, iğne deliği ihtimale vatan mülkünü riske sokarlar.
Bence ümit verici bir durum; bunların konuşmalarını iyi niyetle tevil ede gelenler yani “uçmazı uçurma” gafletine düşenler ; “vay anasını” feryadı ile uyandılar tavırlarını da ilan ettiler.
Şimdi “ahlatı” bilmeyenler ziyadesiyle, bilenler ise ya… Ne yumurtlayacaksan yumurtla. Lafı eveleyip geveleme diyecekler. Bunda da haklılar. Affınıza sığınıyorum efendim. Açıklayacağım:
Ben Doğu Anadolu ‘nun dağ köylerinde büyüdüm. Bu bölgelerde yeşil kıttır, olanın ömrü de kelebek ömrü misalidir. Bağ adı verilen yamru yumru meyve vermez ağaçların üç beşinin bir arada olduğu yerlere giderdik. Birkaç avuç dut silkeler köye varana kadar şırasını çıkarırdık. Hani derler ya “el elde baş başta” Hep bu semeresiz ve yorucu bağ seferlerimizde bizim o yörede “panta” denilen armut taklidi şeyler dikkatimi çekerdi. O ağaçlar genellikle meyveli olur, gümrah ulur ve de dayanıklı olurlardı. Lakin bir iki meyvesine hamle ettiğimde anam “ula neydersin boğulurusun” diye feryat” edip hamlelerimi engellemiştir. Bir keresinde yine bağdayız:
—Ana can ana, bu pantalardan bir tane yiyeyim diye yalvardım. Anam da razı geldi bir marşaba suyu hazır ettikten sonra daldan düşürdüğü bir pantayı bana uzattı. Uzunca bir sürenin özlemiyle pantayı olanca gücümle ısırdım ve de feleğim şaştı. Annemin hazırladığı suyun kerameti belli oldu. Lakin ben o günü keçeleşmiş bir ağız ve mısır somağı haline gelmiş bir dil ile geçirdim. Aklım başıma geldiğinde anama bu ağaçların ne işe yaradığını sordum.
—Oğul dedi Huda-i nabittir. Naydah bizim rızkımızda budur. Bunlar kışa doğru toplanır, turşu kurulur. Üç ay sonra ele ey olur ki; pambuh kimi.” Tam anlayamadım ise de konu benim ilgi alanımdan çıkmıştı. Epey bir zaman sonra biz rızık peşinde imkânları gümrah bir şehre geldik. Her şeye rağmen hayat bize de tebessüm etmeye başlamıştı. Bir gün yakın bir komşumuz, keskin ekşi kokan içinde siyaha dönmüş kahve renkte bir şeylerin olduğu bir tabakla geldi. Hoş beş ve durmadı gitti. Hemen anamın eteğine yapıştım:
—O neydi ana?
—Hah işte senin o beğenmediğin pantanın turşusu. Burada ahlat derler dedi. Bir tane uzattı tereddüt ve ihtiyatla ısırdım. Aman Allah, derhal lavaboya koştum. Acayip derecede üzülmüştüm. Anam gülerek:
—Ne oldu oğul ey degül mi demez mi?
Ana dedim artık biz şehre geldik. Bunu neden yiyecekmişiz. Burası köy mü? Annem cevaben “oğul ikram reddedilmez, dursun yeriz.”diye konuyu kapattı. Akşam babam geldi yemeğin yanında panta turşusunu görünce; “hanım benim bunun yeşilinden sıtkım sıyrılmıştır. Turşusuna hiç tahammül edemem. Kaldır şunu, bak orada develi armudu getirdim yemekten sonra getir de yiyelim.” dedi. Annem de itirazsız gereğini yaptı. Babam çok hoşuma gitti. Çünkü o da pantaya dersini vermişti. Bir kaç yıl önce benim ağzımı ne hale sokmuştu münasebetsiz panta. Şehre geldik karşımıza ahlat olarak çıkıyor. Hadi canım sen de. Bilmem açıklaya bildim mi?
Yorumlar