Sömestre tatilinde radikal bir karar verip, Ataköy’den Teşvikiye’ye taşındık. Aman ne iyi yapmışız. Hep derler ya tebdil-i mekanda hayır vardır. Aslında kızımın okuluna yakın olma adına yola çıkmıştık ama ne yalan söyleyeyim bize de çok iyi geldi. İnsanız neye sahip değilsek ona özlem duyuyoruz. Birine Ataköy’ün 20 yıldır süregelen konforundan düzeninden çok sıkılmışız desem, “Aa delimidir nedir” der herhalde. Ama garip dedim ya insanoğlu...İstanbul için oturulabilecek iyi bir semttir Ataköy. Başta yemyeşildir. Çocuk parkları, bisiklet yolları, köpek yürüyüş alanları hatta köpek bahçesi, çay bahçeleri vardır. Çöpünü istediğin zaman, katından çöp odasına yollarsın. Apartman görevlileri vardır, teknisyenleri vardır, sağlık ocakları vardır, kendine has alışveriş merkezi vardır. Küçük marketçikleri vardır. Otoparkları vardır. Site içinde küçük çocuğun oynarken merak etmezsin. Bilirsin ki etrafta güvenlik dolaşır. Kısacası bir insanın rahat yaşaması için herşey düşünülmüştür burada. Ama ben 20 yıl sonra farkettim ki aynı karakterde, birbirinin aynısı binalar, onlara hizmet eden bahçeler ve çitleri, korumalar beni çok sıkmış. Binalar asker misali birbiri ardına dizilmişler, hazır ol’dalar...Şüphesiz hepsinin içi değişik dekoras- yonlarıyla biribirinden farklıdır. Ancak ortamı oluşturan unsurların yeknesaklığı, bir müddet sonra insanları da birbirine benzer kılıyor. Kılık kıyafetleri, yaşam şekli, değer yargıları hepsi birbirine benzi-yor. Farklı olanı çıkarıp atıyor. Maddi güç ve rahatlığın getirisi küstahlığa, züppeliğe ve ne olduğunu unutmaya kadar gidiyor. Ataköy bu sitelerin içinde ilklerdendi. Son yıllarda çeşit çeşit isimler vererek yapılan siteler yabani ot gibi yayıldılar. Gazete ve televizyonlarda buram buram reklamını yapıp, allandıra bullandıra insanlara satılan bu siteler de yok yok. Ya bu çok bulmuşluğun sonunda, içinde yaşayanları nasıl ruhsuz bir yaşama çevireceğini düşünen yok. Atlıyorlar dolu dizgin. Şimdi evimden binlerce çeşit cepheli bina görüyorum. Aralarında cami, eski bir kilise, ağaç görüyorum. Aralarından kah görünüp, kah kaybolan yollar görüyorum. En önemlisi az da olsa uzaktan da olsa Boğaz’ı görüyorum. Kuzguncuk’u, Boğaz Köprüsünün ayaklarını görüyorum. Yaşayan bir tablo gibi İstanbul’u görüyorum. Tepesinde şarjı bitmiş telefon gibi kırmızı ışık yanan gökdelenleri görüyorum. Bakkal, manav, kasap tesisatçı görüyorum. Bakkalın kapısında yatıp kalkan sokak köpeğini görüyorum. Sokaktan geçen satıcı, işe koşturan, toplu taşımaya alışık, bir çabayla hayata sımsıkı sarılan insanlar görüyorum. Kimse kimsenin umurunda olmadan ortak amaçlarının yaşam savaşı olduklarını, herşeye rağmen gülebilen, nazik insanlar görüyorum. Her tarafıyla şehrimin ebrulisini görü-yorum. Suyumun ve elektriğimin kesilmesini bile istiyorum. ( Bu artık şımarıklık oldu galiba!) İnsanlar farklı atölyelerden çıkmış ressamlar gibiler... çeşit çeşit... Allahım görüyorum. Çok şükür görüyorum. Yaşasın artık benim de çocukluğumdaki gibi bir mahallem var. Demek ki bazen kalıbın dışına çıkmak gerek, işte o zaman objektif olabiliyormuşuz. Son yıllardaki eksiğimin bu olduğunu farketmem beni şaşırttı. İstanbul, işte bu... arkadaşlar gaza gelmeyin. Yok site içi, yok olimpik havuzlu, jakuzili, yok otoparklı deyip insanların yaşam şevklerini ellerinden alıyorlar. Herşeyin kolaylıkla insanın avucuna gelmesi ne kabusmuş. Yeni bir deyiş de ben söyleyeyim bari; Sınırsız konfor, konfor değildir. Mesleğim olduğu için rahatlıkla söylüyorum; İstediğiniz lüksü şehrin içinde bir apartman dairesinde de oluşturabilirsiniz. Veee;Sabah kalktığınızda, şöyle bir İstanbul harmanına bakıp derin bir nefesle güne başlayıp, şehri dinlemek, otobüse metroya yetişip, vapurda çayını yudumlarken değişik insanlarla hayatı paylaşmak, bulgur pilavında bir bulgur tanesi olmak kadar güzel bir şey var mı? Merkeze bilmem kaç kilometre uzaklıkta lüksüm olmuş. Köprü, trafik, tek benim için arabada yaktığım benzinin, havaya zararı da cabası...Dünya göçüyor hala tek kişi için binlerce araç yollarda. Düpedüz şımarıklık. Şehrin içinde yaşarken yazarsın, okursun, çi-zersin, şevk gelir yaşama sevincin artar. Çocuğuna da örnek olursun. Ayakta nasıl durulurmuş, görür. Sımsıkı hayata sarılır. O da üretir, depresyona girmez. Sitelerdeki rahat yaşam koşulları değilmi ki çocuklarımızı tüketici yapıyor. Tabii bu arada psikologlar da para basıyor. Arkadaşlar, site yaşantısına, alışveriş merkezlerine, lüks tüketime prim vermeyelim. Dönüp dolaşıp zararı yine bize oluyor, tıpkı boomerang gibi bize geri dönüyor... Çocukluğumun en güzel seslerinden biri neydi biliyor musunuz? İlkokul sıralarında dersin en sıkıcı saatlerinde, yoldan geçen sütçünün çanı...Bazen beni kendime getirir, bazense alır sihirli bir dünyanın kollarına atıverirdi.