21 Ekim Dünya Gazeteciler günü bana geçmiş yıllarımı hatırlattı. Basına girdiğimden bu yana yarım yüzyılı aşmışım.

Yıllar ne çabuk geçmiş…

Gazetecilerin bildiği meşhur bir söz vardır; gazeteci sonradan değil doğuştan olur diye…

Gazeteci olmayı daha ilkokul yıllarımda istemiş ve komşumuz Mahmut Beyin yayınladığı “Bulmaca” isimli çocuk dergisinde bir karikatürüm yayınlanınca; sanki dünyalar benim olmuştu. O yıllarda aile içerisinde nelerin olup bittiğini yazdığım “Neşe” isimli el yazması bir dergi ile magazinci (!)  olmuş, aile bireylerini birbirine düşürmüştüm. Aradan yıllar geçti; gazeteci olmayı hayal ettiğim günlerde dönemin popüler gazetelerinden Yeni İstanbul’un  muhabir alınacağı ilanı üzerine aynı duyguları paylaştığım rahmetli Yılmaz Nurşen ile sınava girmeye gitmiştik. Ancak bizden birkaç dakika önce sınav başladığından bizi içeri almamışlardı. Yazgıya bakın ki; yıllar sonra aynı gazetenin köşe yazarı, Yılmaz da Milliyet’in spor yazarı olmuştu. Gazeteci hayalimden uzaklaştığım sırada üniversiteyi bitirmiş ve arkeolog olmuştum. O sırada 1930’lardan beri yayınlanan “Arkitekt” isimli mimari dergiyi yayınlayan Mimar Zeki Sayar babamın arkadaşıydı. Babama diploma tezimin özetleyerek yayınlamak istediğini söylemiş ve onun isteğini yerine getirdikten sonra  Arkitekt’de arkeoloji ve sanat  tarihi konularını yazmaya başlamıştım. Anlaşılan kader yine ağlarını örüyordu; bir rastlantı sonucu Vefa Lisesinde tarih öğretmenim olan Reşad Ekrem Koçu ile karşılaşmış ve İstanbul Ansiklopedisinde yazma olanağını bulmuştum.  Nihayet bir gün hocam beni köşe yazarı olduğu Tercümen Gazetesine götürerek Yazı İşyeri Müdürü Ünal Sakman’a; “Erdem  burada yazaak” demişti. Anlaşılan hocam bana güveniyordu. Haftasında “Kayalar Mesçidi” isimli bir yazım yayınlanmış ve onu tarih ağırlıklı yazılarım izlemişti. Resmi bir kurumda çalışırken; bir yanda da  gazetecilik hayalim gerçekleşiyordu. Bir yıl sonra yayına yeni başlayan Bizim Anadolu Gazetesi Yayın Yönetmeni Nezih Uzel’den ilk transfer teklifimi aldım ve orada yazmaya başladım. Gazetenin sahibi rahmetli Mehmet Ali Alpkan bana isteğim her konuda yazmamı sağlamıştı Orada tarih ve kültür  ağırlık yazılarımın yanı sıra spor ve hepsinden öte köşe yazmaya başlamıştım. Hayalim gerçekleştiği için de mutluydum. Artık geçimimi sağlayan işimin dışında para kazanmasam bile gazeteci olmuştum. O yıllarda tanınmış pek çok kişiyi tanıdım ve onlardan epey şey öğrendim. Bunların başında Hocam Reşad Ekrem’in yanı sıra R.Cevad Ulunay, Ahmet Kabaklı, İ.Hakkı Konyalı, İhsan Hınçer, Yılmaz Öztuna, Ahmet Güner,  Orhan Yüksel, Niyazi Ahmet Banoğlu, Öz Dokuman,  Cemalettin Server Revnakoğlu, Sami Karaören, Vedat Nedim Tör, Çetin Altan, Çelik Gülersoy,Cemal Kutay, Elif Naci. Orhan Erinç, Necati Cumalı, Necdet Sevinç, Yaşar Okuyan ve diğerleri geliyordu. O yılların tanınmış ünlü yazarları ile aynı gazete ve dergilerde yazmak, yardımlarını görmek benim için hem şans hem de büyük mutluluktu.

Yıllar yılı kovaladı pek çok gazete ve dergide yazdım ve hiç birinden de kovulmadım; yeni okuyucular kazanmak amacıyla çok gazete değiştirdim. Bunların başında Cumhuriyet, Ankara Tanin, Günaydın, Hergün, Ortadoğu, Son Havadis, Turkish Daily News, Akşam,  Gölge Adam, İstanbul geliyordu. Ayrıca bilimsel ve popüler çeşitli dergilerde ve ansiklopedilerde çeşitli maddeler yazdım.

İki ayrı kişilikli olarak yazılarımı sürdürdüm.  Arkeolog, müzeci ve üniversite öğretim görevlisi olarak bilimsel ağırlıklı olanlarla gazeteci kimliğimle yazdıklarım birbirlerinden oldukça farklı olmasına özen gösterdim. Her iki türdeki yazılarımı birbirlerine karıştırmamaya çaba gösterdim. Gazete yazılarımdan bazılarını yaşadığım ortamımdan ötürü S.Sencer ve Kuzguncuklu gibi takma isimleri kullandım, Bürokrasiden ayrıldıktan sonra çok daha rahat yazmaya başladım bazı dergilerde genel yayın yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü ve yayın koordinatörlüğü gibi görevleri de üstlendim. İnternetin yazı hayatımıza girmesinden sonra Kent Haber, Hürriyet Port ve H.Port gibi internet gazetelerinde köşe yazarlığı ve araştırma türünde yazılar yazdım. İnternet gazeteciliğini daha sevdiğimi açıkça söyleyebilirim. Okuyucu ile daha yakın ilişki kurabiliyorsunuz, onların hakkınızda yazdıkları yorumları okuyabiliyorsunuz ve azından tıklama sayısından sizleri kaç kişinin okuduğunu öğreniyorsunuz.

Gazeteci olduğumu ne zaman öğrendin diye bana bir soru yöneltirseniz; basın savcılarını karşısına çıkmaya başladığımda öğrendim derim.

Yazı yazmak; okuyucuya bir şeyler verebilmek, zaman zaman onların yorumlarından ders almak çok güzel bir duygudur.

Basında geçen elli yılı aşan süre içerisinde yaşadıklarımın hesabını verebilirim. Az da olsa bana yersiz sataşanlara yanıt vermekten çekinmedim. Gocunacak hiçbir yanım olmamıştı.  Bulunduğum ortama göre özgürce yazdım.  Çoğu meslektaşımın başına geldiği gibi gazete patronlarından şunu yaz bunu yazma diye baskı görmedim. Belki de bunun nedeni her yönüyle onlara bağımlı olmamaktan kaynaklanıyordu. 

Gazetecilikte bir yerlere gelmek, arkanız yoksa; hele  köşe yazarlığı yapabilmek kolay değildir.Yerinizde kalmak ise daha da zordur. Bunun için hiçbir zaman yalakalık yapmadım. Yalnızca başta Reşad Ekrem Koçu, Cemal Kutay ve Mehmet Emin Alpkan gibi elimden tutanlar oldu. O da benim şansımdı. Onlardan gördüğüm yardımı hiçbir zaman inkâr etmedim, kendilerine layık olmaya çalıştım, yaptığım işte çizgimi hiç bozmadım. Okuyucularım benim için güç ve moral kaynağı olduğunu da yeri gelmişken belirtmek isterim.

Basında geçen elli yılın ardından yaşadıklarımı sizlerle paylaştığım için beni mazur görün. Yolun sonuna gelince insan bazen içini dökmek istiyor. Sevgi ve saygılarımla…