Bir zamanlar Akdeniz’in küçük bir balıkçı köyü olan Bodrum günümüzde; ülkemizin turizm merkezlerinin başında gelmektedir. Antik Çağlardaki Karya bölgesinin ünlü şehirlerinden Halikarnassos’un üzerinde bugünün Bodrum’u kurulmuştur.  Bodrum’un 5000 yılık bir geçmişi olduğunu arkeoloji araştırmaları ortaya koymuştur. Tarihin babası sayılan Herodot (İ.Ö 484-425) bölgeye ismini veren Karyalıların buraya adalardan geldiklerini ileri sürmüştür. Homeros İlyada destanında Karyalıların Anadolu’nun yerli halkı olduğunu, Troyalılarla birlikte Yunanlılara karşı savaştığını yazmıştır.  Herakles’iin çift ağızlı baltasını Karyalılara verdiği mitolojide yer almıştır. Halikarnassos sikkelerinde çift ağızlı baklanın yer almış olması bu iddiayı kanıtlamıştır. 

Tarihe biraz meraklı olanlar bilirler ki; Bodrum denilence öncelikle Antik çağın Tarihçi si Herodot, Coğrafyacısı Strabon’ başta olmak üzere  Tiran Ligdamis’in kızı Artemisia, II.Artemisia, kraliçe Ada, Karya Satrabı Maulosos, anik çağın ünlü mimarı Pytheos, aynı dönem heykeltıraşlarından  Skopas, Leohares, Bryaksis isimleri sonrada  Saint Jean şövalyeleri gelir.

Günümüzde duygusal  “Bodrum Bodrum” şarkısı dillerden düşmüyor. Cahit Kayra’nın  “Hoşça kal  Bodrum” ile Mehmet Ali Engin’in “Mavi Yaşam”  şiir kitabı da unutulmamalıdır.

Bodrum ile özdeşmiş yakın yılların unutulmaması gereken isimler de vardır. Bunların başında Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen, Bodrum’u ilk kez topluma duyuran Cevat Şakir, harap Bodrum kalesinde bir müze kuran Haluk Elbe, Bodrum’un sualtı zenginliklerini denizden çıkaran George Bass,  Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinin isim babası olduğu kadar Bodrum’u yurt dışında tanıtarak çağdaş müze konumuna getiren Oğuz Alpözen gelir.

Yakın tarihlere kadar medyada müzelerimizi konu alan haberlerin başında Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesiyle ilgili haberler yer alırdı. Ne acıdır ki; yakın tarihlerden bu yana müzelerimizle ilgili haberlerden yoksun kaldık. Böyle olunca da; gün oluyor müzelerimiz var mı diye düşünüyoruz. Bir zamanlar çağdaşlığa yönelik çalışmalarıyla birbirleriyle yarışan müzelerimizin isimleri duyulmaz oldu.  Şimdilerde ne alınan ödüller, ne yurt dışı övgüler var; hepsi geride kaldı.  Anlaşılan her güzel şeyin bir sonu varmış.. Örnekler o kadar çok ki; hangi birinden söz etmeli; Örneğin Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi

Geçtiğimiz 9 Mart günü İstanbul, Moda’da Tarihçi Kitapevinde Oğuz Alpözen’inin yapmış olduğu sunu beni geçmiş yıllara götürdü. Datça’da yaşadığımdan bu sunuyu yerinde değilse de  YouTube’de iki kez izledim.

İki liman arasında, üç tarafı denizle çevrili kayalık bir yarımada üzerindeki Bodrum Kalesini uluslar arası, çağdaş düzeyde sualtı arkeoloji müzesine yılların emeği geçen,  Danimarka Kraliçesinden şövalye unvanı alan Oğuz Alpözen çok üzüntülüydü. Adeta ağlıyordu. Kısa bir süre önce onarım adı altına kaleye girenler onun yaptıklarının hemen hepsini yok etmişlerdi. Üzüntüsünü  “Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinin Sonu” ve  “Bodrum Kalesinde Olanları Bilin İstedim” kitaplarıyla topluma anlatmak istemiş, yazdıklarından ötürü soruşturmalar geçirmişti.

Bir zamanlar dünyanın dokuz müzesinden biri olan müzesi emekli olmasıyla bir anda değişmiş, yaptıkları peş peşe yok edilmişti. Daha doğrusu onun ismi silinmeye çalışılmıştı

Nedense bürokrasimizde yeni göreve gelenler keramet bendedir düşüncesiyle kendisinden önce yapılanları yok sayarlar. Oysa atletizmdeki bayrak yarışı gibi aldıkları görevi geliştirmeyi düşünmezler. Kıskançlık mı haset mi; bilemeyiz. Alpözen’i yakından tanıyan müzeciler ve Bodrumlular onun değerini biliyorlar. Bir zamanlar içerisindeki doğasıyla, canlılarıyla yaşayan müze günümüzde ismi var, kendisi yok.

Kültür Bakanlığının bir zamanlar her yıl düzenlediği sempozyumlarda müze müdürleri o yıl yaptıkları çalışmalarıyla ilgili tebliğler sunarlardı. O toplantılarda herkes bu yıl Oğuz ne yapmış diye meramla onun sunumunu beklerdi. Dünyanın en ilginç ve sanırım ilk amfora koleksiyonunu sergilemişti. Kalenin avlusundaki gotik şapel, Tunç Devri Salonu, Gelidonya Burnu Batığı, Şeytan Deresi Batığı, İ.S VII Yüzyıl Batığı, Yassıada Batıkları,  Miken Devri eserleri, Türk Hamamı, Cam Salonu, Akvaryum, Sikke ve Mücevherat, Mikan Arkaik, Klasik, Helenistik Devir salonları, Saint Jean Şövalyeleri, İngiliz Kulesi  sergilemesi, Karyalı Prens, Turgut Reisin de esir olduğu Zindan, Yılanlı Kule  ve Komutan Kulesi…

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesini gezenler bunların hangisini görebiliyorlar?

Kısacası müzeciliğimizin nasıl kurulduğu, nasıl yükseldiği ve nasıl çöktüğü de en güzel şekliyle burada görülüyor…

Alpözen sunumunu şu ilginç sözlerle sona erdirmiştir:

“Müzecilik sabır işi, seveceksin. Geçmişi halkla bütünleştirebilirsen müzene gelir.Sözlerimin  okyanusta bir damla olduğunu biliyorum.Bardağı taşıran son bir damla  olduğunun bilincindeyim.”