Bilgisayarımın başına geçip bu hafta ne yazacağımı düşünürken; çalan telefon beni geçmiş yıllara götürdü. Cumhuriyet Gazetesinden Öznur Oğraş Çolak    “Tarihi yalı çürüyor”  yazısı için görüşümü soruyordu.

İstanbul Vakıflar Başmüdürü İhsan Erzzi Y.Mimar Yılmaz Önge (Prof.Dr.)  İstanbul’daki Amcazade Hüseyin Paşa‘nın medrese odaları, dershane, sıbyan mektebi, kütüphane ve sebilden oluşan külliyesinde “Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nin” kurulması için iki arkadaşımla birlikte beni  igörevlendirilmişti. Amcazade Hüseyin Paşa’yı ile ilgilenmem böyle başlamıştı; Araştırdım,  varisleriyle görüştüm ve konuyla ilgili çok sayıda makale yazdım. Son olarak da İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yayınladığı  “Boğaziçi Yalıları” kitabımda da bu ünlü devlet adamına ayrıntılı olarak yer vermeye çalıştım.

Osmanlı’nın çöküşünün başladığı yıllarda önemli devlet görevlerinde ve Sadrazamlık makamında bulunan Amcazade Hüseyin Paşa,  Köprülü ailesinden Köprülü Mehmet Paşanın erkek kardeşinin, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın da amcasının oğludur. Sultan IV Mehmet (1648- 1687) Sultan II. Mustafa (1695-1703) ve dönemlerinde önemli görevler almış, azledilmiş ve sonra da Osmanlının en karışık günlerde sadaret makamına getirilmiştir.

İstanbul’daki külliyesi dışında Edirne’de hayır eserleri bulunmaktadır. Ancak en önemli eserlerinin başında Anadoluhisarı ile Kanlıca arasındaki yalısı gelmektedir.

Boğaziçi’deki bu yalı günümüze gelebilen; tarihi olduğu kadar mimari ve sanat tarihi yönünden de son derece önemli bir eserdir.

Ne yazık ki; cam bir fanus içerisinde korunması gereken yalı uzun süre kendi haline bırakılmış, şimdilerde de rantın gözdesi olmuş, günümüzde ise belirsizliğini sürdürüyor. Elimde olmadan düşünüyorum; bu yalı bir başka devletin sınırları içerisinde olsaydı ne olurdu diye…

Öznur Oğraş Çolak “Tarihi yalı çürüyor” yazısını bu yüzden yazmıştır. (Cumhuriyet Gazetesi 14 mart 2024)

Amcazade Hüseyin Paşa Yalısının Boğaziçi Tarihinde kendine özgü bir yeri vardır.  Köprülüler ve Meşruta yalı isimleriyle de tanına yalıyı Amcazade Hüseyin Paşa 1697-1698 yıllarında arkasındaki tepelere kadar uzanan 55 dönümlük bir arazinin içerisinde harem ve selamlık olarak yaptırmıştır. Günümüze yalnızca divanhanesi ve iki büyük odasıyla selamlığın bir bölümü gelebilmiştir. Harem kısmının nasıl olduğunu; ancak eski resimlerinden öğrenebiliyoruz.  İki katlı, iki büyük salonu, üçü denize doğru çıkmalı on veya on beş odası olan hareme 1893 Rus savaşında yersiz yurtsuz kalan göçmenler yerleştirilince harap olmuş,  sonra da yanmıştır.

Amcazade Hüseyin Paşa’nın vakfiyesinde soyundan gelen ve vakfının yönetecek evlatlarının oturmasının şart koşulduğu yalı da birçok tarihi olay yaşanmıştır. Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) Anlaşmalarının şartları burada görüşülmüş, bir süre hariciye köşkü olarak kullanılmıştır. Sultan III. Ahmet’in sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa yabancı elçileri burada kabul etmiş, vakanüvisler burada verilen davetlerden söz etmişlerdir.

Günümüze gelen yalının selamlık kısmı eli böğründe ve çıkmalarla denize doğru uzanmış, içerisi Osmanlı sanatının en güzel örneklerini bir araya getirmiştir. Aynı zamanda cihannüma olarak nitelenen divanhaneni üzeri Osmanlı ağaç işçiliğinin, oymacılığının en güzel örneğini gösteren ahşap bir kubbeyle örtülmüştür. Onun dışında kalanlar yerler; geometrik çerçevelerin mukarnasların içerisine alındığı tekne tavanlarla örtülmüştür. Böylesine muhteşem bir üst örtünün altına da yekpare mermerden oyulmuş fıskiyeli bir havuz yerleştirilmiştir. Yalının duvarları altın yaldızlı pano ve nakışlarla adeta bir çiçek bahçesini andırırcasına bezenmiştir. Stalaktitli kornişler, çiçek ve yaprak motifleri boş yer bırakmamacasına duvarları kaplamıştır. Onların yanı sıra pencere pervazları, kapı, dolap kapakları fildişi, sedef ve bağa kakmalarla Osmanlı ağaç işçiliğinin örneklerini bir araya getirmiştir.

Böylesine muhteşem bir eserin ne yazık ki değeri bilinmedi, uzun yıllar kendi kaderine bırakıldı. Türkiye Anıtlarının Korunması ve Onarılması Derneği maddi yardımı Milli Eğitim Bakanlığının girişimiyle 1947 yılında Y.Mimar Cahide Tamer yalının temellerini biraz olsun güçlendirerek acil onarımını yapabildi. Yıllar sonra 1956 da bir kez daha onarılmaya çalışıldıysa da o da yeterli olmadı. İtfaiyenin çabasıyla 1995 yılında yanmaktan son anda kurtarıldı

Yalı uzun süre varisleriyle davalık olmuş, yapılan görüşmelerde olumlu bir sonuca ulaşılamamıştır. Ağaoğlu tarafından 25 yıllığını kiralanmış, restorasyonu yapılamamış,  Bu arada otele çevrilme isteği; tarihi yalının bulunduğu parselin yeşil alandan çıkarılıp turizm alanı ilan edilme teklifi yerinde olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesince kabul edilmemiştir. Günümüzde yalının rutubetten etkilenen bezemeleri ne durumda olduğu bilinmiyor, öğrendiğimize göre içerisindeki fıskiyeli havuz yok olmuş… Bu havuzun peşine düşenler var mı?

Hiç sanmıyorum.

Kısacası kaderine terk edilmiş olan yalının kamulaştırılarak müze işlevi verilmesi en doğru yaklaşım olacaktır. Bu arada restorasyonu yapacak gerçek uzmanlarımız var mı?

O da tartışılır.

Yapılan yanlış restorasyonların mimari yapıları ne hale getirdiklerini pek çok örnekte görmüştük.

O da başka bir konu…

Yıllar öncesi Almanya’da Mainz şehrinde iki Roma kayığı için bir müze ve yanında bir bakım atölyesi olduğunu görmüşüm. Tarihi yalı ve iki Roma kayığı…

Bilmiyorum sizler ne düşünürsünüz?