Çarlık Rusya’sı farklı zamanlarda Yeşilköy ile Beykoz’da bir anıt ve bir kitabe dikerek yaşanmış tarihi olayları simgelemek istemişlerdi. Bir bakıma bunlarla Osmanlıya olan üstünlüklerini göstermek istemişler; belki de onları aşağılamaktan yana olmuşlardır.

Bu anıtlardan Yeşilköy’de günümüze gelemeyen anıtı bilenler biliyordur ama diğeri için aynı sözü söyleyemiyorum. Bu yönde biraz kuşkuluyum.

Geçmiş yıllarda Ayastefanos olarak tanınan Yeşilköy’deki anıt 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası dikilmiştir. Bu savaşta Osmanlılar adeta bozguna uğramış, Balkanları ele geçiren, Trakya’da ilerleyen Çarlık Rus ordusu neredeyle İstanbul’un kapılarına dayanacaktı. Ancak her iki tarafta başlayan kolera salgını savaşın bir ara duraklamasını sağlamıştı. Diğer yanda Rusların daha fazla ilerlemesini çıkarlarına uygun görmeyen İngiltere, Fransa, gibi devletlerin araya girmesiyle 5 Mart 1878’de Osmanlı hükümeti tarihinin en ağır analaşmalarından biri olan Ayastefanos anlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştı. Bu yenilgiden on beş yıl sonra Çarlık Rusya’sı savaşta yaşamlarını yitirmiş askerlerinin anısına anlaşmanın imzalandığı Ayastefanos’da (Yeşilköy) bir anıt dikme isteğinde bulunmuş; o sırada çaresizlik içerisindeki Osmanlı’da bunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Rusya’dan getirilen mimarlarla yapılan Ayastefanos Anıtı Osmanlı için bir yüzkarasıydı. Mimari, bezeme ve tasarım yönünden Ruslara özgü bir anıttı ama Türk toplumu kendi sınırları içerisinde böyle bir anıtın olmasını içine sindiremiyordu. 

Aradan yıllar geçti; Osmanlı basiretsiz politikasının sonucu olarak I.Dünya Savaşına girdi, farklı cephelerde savaştı ve sonunda Çanakkale dışında yenilgi kaçınılmaz olmuştu. İstanbul işgal edilmiş,  büyük toprak kayıpları yaşanmıştı.  O günlerde Ayastefonos Anıtını asker sivil hiç kimse içerisine sindiremiyordu. O sırlarda beklenmeyen bir olay yaşandı; Bahri (Doğanay)  isimli bir teğmen 14 Kasım 1914 de anıtı dinamitleyerek yıkılmasını sağladı. Türklerin yüzkarası ortadan kalkmıştı; Teğmen bunu kendi inisiyatifiyle mi yoksa üstlerinden aldığı emirle mi yapmıştı; bu konu tarihin deriliklerinde kaldı

Anıt yıkılırken bir ilk yaşanmıştı;  Türk sinemasının ilk belgeseli o günlerin ilkel şartlarında çekilmişti. Yedek Asteğmen Fuat Bey anıtın yıkılışını 150 metrelik bir filme çekmişti. Günümüz sinema yorumcuları bu çekimin ilk belgesel olup olamadığını tartışıyor ve sonuca bir türlü varamıyorlar Hangi taraf haklı olursa olsun; ortadaki gerçek Türk’ün namusunun kurtulmasıydı…

İstanbul’daki ikinci utanç anıtı; daha doğrusu kitabesini yine Ruslar Beykoz’dadikmişlerdi.

Osmanlı yönetiminde diğer valilerden ayrıcalıklı olan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa Filistin ve Suriye’nin bir kısmını ele geçirdikten sonra Kütahya’da Osmanlı ordusunu bozguna uğrattıktan sonra İstanbul üzerine yürümesi an meselesiydi.  Sultan II. Mahmut Avrupa’dan istediği yardımı alamayınca bu kez Ruslara yönelmişti. Çarlık Rusya’sı Osmanlı talebine olumlu karşılamış,  donanması Boğazı geçerek Büyükdere önlerinde demirlemişti. Ayrıca Sultan II. Mahmut Tuna Nehri kıyılarında bulunan 30.000 kişilik Rus ordusundan İstanbul’u korumak içinde yardım istemiştir. Rus Çarı da bu isteği de kabul etmiştir. Böylece İstanbul üzerine yürümek eğiliminde olan Mehmet Ali Paşa’ya gözdağı verilmek istenmişti. Ancak bu durum Fransa ile İngiltere’nin işine gelmeyince Osmanlı hükümetiyle Mehmet Ali Paşa’nın arasını bulmuşlardı. Bunun sonucu olarak Sultan II. Mahmud ile Mehmet Ali Paşa arasında 14 Mayıs 1833’de Kütahya antlaşması imzalanmıştır.

Bu olayın ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun Ruslarla 8 Temmuz 1833’de yapmış olduğu Hünkâr İskelesi Anlaşmasıyla her iki ülke arasında saldırmazlık ve yardımlaşma olarak tarihe geçmiştir Hünkâr İskelesi Anlaşması sekiz yol boyunca geçerli olacaktı. Anlaşma biri önsöz olmak üzere altısı açık biri gizli maddeden meydana gelmişti. Anlaşmanın gizli maddesi Rusya batılı devletlerden biriyle savaşa girecek olursa Osmanlı Devleti Çanakkale Boğazın Rusya ile savaşacak devletlerin donanmasına kapatacaktı.  Buna karşılık Rus donanması Boğazlardan serbestçe geçebilecekti

Bu anlaşmanın imzalanmasından sonra Beykoz’un Servi Burnu Tepesinde Ruslar 3.00 metre yüksekliğinde, 1.00 metre eninde yekpare Boğaziçi taşından Türkçe yazılı bir kitabe koymuşlardır. Kitabenin bir yüzünde dört mısralık bir şiire yer verilmiştir. Yıllar önce Niyazi Ahmet Banoğlu bu şiirin okunabilen kısımlarını günümüze yansıtmıştır:  

“Bu… Misafir geldi gitti asker

  Bu… gühu peyker yadigâr olsun şanı kalsın

  Vifakı devleteynin böyle dursun sabit ve muhkem

  Lisan-ı dostlukta dasitanı çun şan kalsun.”

Bir anıt ve bir kitabe bizlere çok şey anlatmıyor mu?