HARB HÂTIRALARI

Kıbrıs Muharip Gazilerinden Şükrü Karaca’nın telif etiği; 13,6 X 21,6 santim ölçülerinde, 192 sayfalık eser, baştaki ‘Mukaddime’ ve sondaki ‘hayat hikâyesi’ dışında, 45 bölümden oluşuyor. Nisan 2018’de Konya’da yayımlandı.

Yaşadıklarım ve dinlediklerim’ alt başlığını taşıyan kitapta; Çanakkale’de, Millî Mücâdele’de, Kore’de ve 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtında; gazi olup nurlanan, şehid olup cenneti ebedî mekân edinen medâr-ı iftihârımız kahramanlarımızdan 50’ye yakın kişinin hayatlarından kesitler veriyor.

Gaziler derneğine gelen bir gazi ile yazarımızın konuşması:

Hoş geldiniz! Nasılsınız?’ diye sorarken, yüzünün fizikî yapısını inceledim. Yüzünün sağ tarafı, dudaklarının birleştiği yerden kulak memesinin ucuna kadar geniş bir yara izi gözüme ilk çarpan oldu. Çenesi de sağa doğru kaymış vaziyette idi.

-Buyurun, sizi dinliyorum!                                                                                                                                    

-Efendim, ben onbeş yıl oldu, hâlâ bekârım! Bana ‘ağzı eğri’ diye hiç kimse kız vermiyor! Yakışıklı olmak lâzımmış! Yakınlarım, kime kız istemeye gitti ise, başta kız olmak üzere, annesi ve yakınları, ‘O’nun ağzı eğri, bizim verilecek kızımız yok!’ diyorlar.’ Dedi.

İliklerime kadar donup kalmıştım. Kendimi tutamadım. Şu bizim insanımız mânevî değerlerini mi kaybetti; yoksa biz mi bu insanları anlamakta müşkülât çekiyoruz? Ağlıyordum… Allah’ım, bu aziz insan, babasının annesinin tavuğuna birisi ‘kışt!...’ mı dedi de, müdâhale edince karşıdaki kurşun mu sıktı? Yoksa tarla sınırını ihlâl edince, komşularını gazaba getirip, silâha mı sarılmasına vesile oldular da, yara aldı? Hangisi? Hiç şüphesiz, bu mübârek insanın yaralanıp gazi olmasına vesile olan mes’ele, bunların hiç birisi değildi.

Kendimi toparlamaya çalıştım, elimi elinin üzerine koyarak:

‘-Hüseyin Beğ, sen sâdece köyünün değil, dünyanın, hattâ kâinatın en güzel insanı, en yakışıklı insanısın! Senin yüzünde mermi izi değil, gül izi var! Senin güzelliği târif edilmez çehrende, Peygamberin nuru var! Seni kızlar beğenmezse beğenmesin, sana melekler hayran!’ diyerek teselli etmeye ve bir noktada da hakîkati söylemeye çalıştım.

Vatanımın birliğine, Türk istiklâl ve hürriyetine düşman olan unsurların kalleş kurşunuyla, güzel yüzünün bir parçasını kaybetmiş bu aziz Türk gencine, bu hakaretler nasıl yapılır? Hangi hakla? Bu hakaret etme hakkını kızlarımıza ve annelerine kim ve hangi kültür verdi?

Unutmayalım ki, O’nun güzel yüzünden bir miktar et ve kan parçası alıp götüren kurşun, benim ve senin namussunu kirletilmekten kurtarmıştır! (s: 56-57)

Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında yaşanan hâdiselerin anlatıldığı bölüm, bu gün bile heyecan ve gurur verici. (s: 88-138)

Askerlik hâtıraları, anlatana doyumsuz hazlar verir. Bin bir gece anlatsalar, usanmazlar. Şükrü Karaca’nın, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndaki hâtıralarını öyle bir anlatışı var ki, dinleyenler, okuyanlar da usanmaz.

Hâtıraları… dolayısıyla hâdiseleri okuyanlar, en olumsuz şartlarda bile Türk’ün asâletine, adâletine, mertliğine ve kahramanlığına muttali olduklarında, hayatlarının bundan sonraki bölümlerinde gazilerimize saygı, şehitlerimize fâtiha borçlu olduklarını idrak edeceklerdir.

Sayın Karaca, sâdece yaşadıklarını anlatmıyor. Yeri geldiğinde, işâret parmağını îkaz ve ihtâr bâbında ilgililer için harekete geçiriyor: Galiçya’yı, Şıpka’yı, Trablusgarb’ı… Türk’ün destanlar yazdığı savaş sâhalarını bilmeyen gençler yetişmesine sebebiyet veren müfredat programlarını hazırlayanlara askerce sesleniyor.

Saygıdeğer öğretmenlerimiz,  siz de harekete geçmelisiniz! Diyelim ki müfredat programlarını hazırlayanlar, masabaşı monşeri… Târih öğretmenleri, ders sırasında müfredatın birkaç santim dışına çıkıverseler de Galiçya’nın, Şıpka’nın, Kanije’nin nerede olduğunu söyleyiverseler kıyâmet mi kopar?

 ‘Vatanım rûy-i zemin…’ felsefesine mahkûm olmuş, televizyon dizilerinde kimin hangi tiplemeyi (?!) canlandırdığını, kimin, kiminle seviyeli birliktelikler (?!)  yaşadığını, bilgi-kültür zannedenlerle mi, yedi düvele karşı candan aziz vatanımızı koruyacağız?

***

Yufka yürekliler, göz pınarlarına hâkim olamayanlar… ‘Çöl sıcakları’ başlıklı bölümü okumayınız. (s: 145-148) Turgut Özal dönemi bakanlarından Abdullah Tenekeci Paşa’nın konuşmasını da… (s: 149-152)     

Temelinde İslam bulunan Türk kültüründen beslenenler bilirler: Gazilerimiz nurlu, şehitlerimiz cennetliktir. Eseri okuyanlar, bu kelâm-ı kibar’ın mânâsını daha iyi anlayacaklardır.

Teşekkürler Şükrü Karaca… Şahsınızda bütün gazilerimize, ufuklar kadar sonsuz minnettarlıklarla okyanuslar derinliğinde ve enginliğinde saygılar…

ÇETMİLİLER EĞİTİM-KALKINMA VE YARDIMLAŞMA VAKFI:

Çaybaşı Mahallesi, Kahraman Caddesi, Mesnevî Konutları Nu: 88/106 Meram Konya.

Telefon: 0.332-351 26 67 E-posta: [email protected]   

ŞÜKRÜ KARACA

     1952 yılında, Konya’nın Taşkent İlçesine bağlı, Çetmi Kasabası’nda dünyaya geldi. Oğuz Türklerinin Cepni (veya Çepni) boyuna mensup, fakir bir ailenin beş evlâdının en büyüğüdür. Annesi Ayşe Hanım İlkokul mezunu; babası Halil Ağa ise okuma-yazma bilmeyen, fakat erdem sâhibi bir zat idi. Umumiyetle kasabaya gelen öğretmenlerle dostluk kurardı.

     Şükrü Karaca; ilkokulu doğduğu kasabada tamamladıktan sonra, 22 km uzaklıktaki Taşkent ilçesinde bulunan ortaokuldan 1966 yılında, Konya Erkek San’at Enstitüsü’nden 1971 yılında mezun oldu.  2004 yılında, Eskişehir Üniversitesi, Açık Öğretim Fakültesi Sosyal Bilimler Bölümü’nden diploma aldı.

1971 yılında Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nde, Teknik Makine Ressamı olarak çalışma hayatına başladı. Babasının rahatsızlığı sebebiyle yüksek tahsile başlayamadı. Askerliği döneminde, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na katıldı. ‘Gazilik’ sıfatı aldı ve ‘Şerit Rozet’ ile taltif edildi.

     Ailesinden üç kişi Çanakkale Muharebeleri’nde şehit, biri de aynı muharebelerde ve İstiklâl Harbi’nde gazi oldu.

     Askerlik hizmetini tamamladıktan sonra Seydişehir Alüminyum Tesisleri’ndeki vazifesine dündü ve 17 yıl daha çalıştı. 

     Beyşehir’de uzun yıllar Ülkü Ocakları Başkanı olarak talebe ve gençlerimizi Türk Millî Kültürü ile mücehhez olarak yetiştirmeye gayret etti.

     1977 - 2010 yılları arasında, Babıali’de Sabah, Millet, Yeni Düşünce, Töre, Türk Yurdu, Orkun, Yesevî, Ortadoğu, Ahıska’nın Sesi, Büyük Kurultay, Yeni Avrasya gibi İstanbul baskılı millî gazeteler ile dergiler de; Beyşehir’in Sesi, Göl, Çetmi’nin Sesi gibi mahallî gazete ve dergiler de 200’e yakın makale ve araştırmaları yayınlandı. Hâlen YESEVÎ ve ÇETMİ’NİN SESİ dergilerinde yazmaya devam ediyor, gazilerimizin biyografi ve hâtıraları üzerinde çalışıyor. Yayıma hazır ‘Oğuz Türkleri ve Çetmi Tarihi’  ile ‘Gazilerin Dilinden’ isminde kitapları vardır.

1989 yılında İzmir’e yerleşti.

     2007 - 2009 yılları arasında, İzmir Muharip Gaziler Derneği’nde, Yönetim Kurulu Üyesi; 2005 - 2010 yılları arasında Çanakkale Şehidleri Tanıtım Ve Araştırma Derneği Genel Merkez Genel Sekreteri olarak, gazilerimizin içtimâî haklarıyla ilgili iyileştirme çalışmalarında, Şehidlerimizin hayat ve hâtıraları ile onların tanıtılma çalışmalarında bulundu.

     Dâvet üzerine Radyo ve Televizyonlarda, Çanakkale Muharebeleri, İzmir’in işgali ve Kurtuluşu, Atatürk mevzularında konuşmalar yapıp; aynı mevzularda Lise, Üniversite, Ceza ve Tevkif Evleri, Polis Akademisi ile Kaymakamlıklar, İlçe Millî Eğitim Müdürlükleri ile müşterek olarak tertipledikleri programlarda konferanslar vermeye devam etmektedir.

     Ayrıca, Çanakkale Harp Hâtırası silâh, kılıç, madalya ve zatî eşyalar üzerinde koleksiyon çalışmaları yapıyor, Askerî Müesseseler ve belediyelerle birlikte Çanakkale’den Cumhuriyete Harp Hatıraları Koleksiyon Sergisi açıyor.

TÜRKLERİN İSLÂM’I KABULÜ

Türklerin Müslümanlığı kabul edişi, dünyanın dönüş istikametini değilse bile târihin seyrini değiştiren en mühim olaylardan biridir. Buna rağmen İmam Hatip liseleri ile İlâhiyat fakültelerinde okutulan İslâm târihi derslerinde, Türklerin nasıl ve niçin Müslüman olduklarına dâir bilgiler yoktur. Boşluk, kirli bilgilerle doldurulmaktadır.

Prof. Dr. Osman Karatay, Şubat 2018’de yayınlanan 13,6 X 21,1 santim ölçülerindeki eserinde mevzu ile alakalı çok farklı bir yaklaşım ortaya koyuyor: ‘Bu kitap belki herkesi kızdıracaktır. Fakat herkesin onaylayacağı gerçekleri dile getirecektir.’ Diyor.

Kitapta, okuyucuyu hem kızdıran hem bezdiren bölümler var. Festen çok püskülün anlatılmış olması okuyucuyu yoruyor. Adı; ‘Türklerin İslam’ı Kabulü’ olan 223 sayfalık kitabın 120. sayfasına kadar olan bölümünde kitabın adı ile alakalı bilgiler yok. 121. sayfaya; ‘Sonuçta 80 yıllık savaşlar dönemi kapandığında Türkler Müslüman olmamıştı’ cümlesiyle başlanıyor.

Arapların Türk yurtlarına saldırılarının, millî bir hareket değil; diğer insanları da dâvet eden evrensel bir dine katılma çağrısı’ olduğu iddia ediliyor. İddia, Richard Frye (1920-2014) isimli İran hayranı Amerikalı oryantaliste dayandırılıyor. (s: 66) Bilindiği gibi oryantalistler, Türkiye’yi ve Türkleri, görmek istedikleri kalıp içerisinde anlatırlar.

Emeviler, Türk yurtlarına İslam’ı tebliğ için değil, diyarın zenginliklerini gasp edip ülkelerine götürmek için gittiler. Bu gerçeği bilmek için İslam’ın tebliğ hükümlerini bilmek yeterlidir. Bir de sekizinci Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz’in (679-720) sözünü hatırlamak…

Bilindiği gibi O, İslâm’ın ikici halifesi olan Hz. Ömer’in dolaylı yoldan torunudur ve atası gibi âdil bir hükümdardır. Müslüman olandan cizye* alınamayacağı hükmüne rağmen, aksine hareket eden ve ödemeyen Müslüman Türkleri işkenceye tâbi tutan Türkistan valisini; ‘Ben sizi oraya vergi tahsildarı olarak göndermedim’ diyerek geri çekmiştir. Belki de bu sebeple zehirlenerek öldürülmüştür.

Sayın Karatay, bir başka cümlesinde; ‘Arap fütuhatının en geniş ve başarılı olduğu dönem, Kuteybe bin Müslim zamanıdır.’ Diyor. (s: 67)  Kuteybe, zâlim, haris ve servet düşkünü bir komutandı. İslâmiyet’in gönülleri fethetme prensibinden bîhaberdi. Söz vermesine rağmen, teslim olan şehir halkını kılıçtan geçirmesini, ‘diplomatik zafer’ olarak tavsif etmek yanlıştır.

Yazar; ‘Sorulması ve sorgulanması gereken husus, Türklerin İslâm’ı kabulünün değil, neden geç kabul ettiklerinin sebepleri olmalıdır.’ Diyor ve sonraki sayfalarda gecikmenin haklı sebeplerini tahlil ediyor. (s: 121-180)  

Okuyucu, Osman Karatay’ın eserinde; daha önce bilmediği, akıl ve mantığa uygun yeni yorumlara muttali olma imkânı bulacaktır. (s: 181- 200)

*cizye: Müslüman devletin, Müslüman olmayan halkından aldığı vergi.  

KRİPTO BASIM YAYIM DAĞITIM LTD. ŞTİ:                                                                                                    

Kültür Mahallesi, Ataç 2 Sokağı Nu: 71/B Çankaya, Ankara. Telefon: 0.312-432 19 23                              

Belgegeçer: 0.312-432 19 33 www.kiriptokitaplar.com  

e-posta: [email protected]  

TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE NEJDET SANÇAR GÖRÜŞLERİ

İbrahim Metin’in hazırladığı 12,3 X 19,6 santim ölçülerinde, 230 sayfalık eser, Nisan 2018’de yayınlandı.

Türkçülük ülküsünün bayrak ismi Nejdet Sançar (1910-1975), Hüseyin Nihal Atsız’ın ana-baba bir kardeşidir. 1934 yılında soyadı kanunu çıktığı zaman Nejdet Sançar askerlik görevini yapmakta idi.  Ağabeyi ile haberleşemedikleri için farklı soyadları almışlardır. O’nun hayatı, ağabeyi Nihâl Atsız ile birçok yönden benzerlik gösterir. İkisi de edebiyat öğretmeni idi. Her ikisi de 3 Mayıs 1944 sonrasında tabutluklarda ve zindanlarda en ağır işkencelere tâbi tutuldu. ‘Irkçılık Turancılık Dâvâsı’ adı verilen duruşmalarda yargılandılar. Sançar Beğ, Türkiye Komünizmle Mücâdele Derneği ile Türk Ocakları'nda görev yaptıktan sonra Nihâl Atsız’ın genel başkanlığında İstanbul'da kurulan fakat sonradan merkezi Ankara'ya nakledilerek adı ‘Türkiye Milliyetçiler Birliği'ne çevrilen Türkçüler Derneği'nin genel başkanlığını devraldı.


Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra Sivas Öğretmen Okulu’nda edebiyat öğretmenliğine tâyin oldu. Türk ülküsüne gönül veren öğrenciler yetiştirirken, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından bakanlık emrine alındı. Bir müddet sonra Balıkesir Lisesi’ne tâyin edildi. Türkçüler aleyhine Haçlı Seferleri benzeri savaşların başlatıldığı 1944 yılında tevkif edilenler arasında Nejdet Sançar da vardı. 14 ay hapse mahkûm edildi. Karar temyizde bozuldu, beraata çevrildi. Fakat öğretmenlik hayatının zehir olması için her şey yapıldı. Sıradan memuriyetler için sürgün tâyinlerle cezalandırılmaya çalışıldı. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince tekrar edebiyat öğretmenliğine tâyin edildi. Pek çok milliyetçi insan yetiştirdi. 1960 yılında tek evladı, 15 yaşındaki oğlu Afşın'ı kaybedince üzüntüden felç geçirdi ve uzun tedavilerden sonra ancak kısmen iyileşebildi...

 
Türkçü dergilerde çok sayıda makalesi yayınlandı, ayrıca Türklük Sevgisi, Irkımızın Kahramanları, Târihte - Türk -İtalyan Savaşları, Afşın'a Mektuplar ve İsmet İnönü İle Hesaplaşma adlarını taşıyan beş kitabı vardır.  Muhtereme eşi Reşide Sançar Hanımefendi de kendisi gibi öğretmen ve milliyetçi idi.

Ankara Türk Ocağı’nda ve Üniversiteliler Kültür Derneği’nde O’nun mânevî rahle-i tedrisinden feyz alan İbrahim Metin tarafından hazırlanın eserde; Nejdet Sançar’ın, gazete ve dergilerde yayınlanmış, kitaplarında yer almamış 51 adet makalesi bulunmaktadır. Bâzılarının başlıkları:

-Türk Milletinin Târifi

-Millî Ülküler ve Ülkü Dışı Meseleler

-Türkçülük Muhafazakârlık ve İnkılapçılık

-Her şey Türklük İçin

-Türklük ve Bozkurt

-Türkçülük ve Masonluk

-Türklüğün Düşmanları

-Irak Türkleri

-Kıbrıs, Kıbrıs Türk’ü ve Ötesi

-Hiroşima ve Tutsak Türk İlleri

-Siyâsîlerimizi Saran Korkunç Gaflet

-Öztürkçecilik Masalı

-TRT’te Dil Irkçılığı ve Türkçe Fâciası

-Genç Türkçülere Mektuplar

TÖRE DEVLET YAYINLARI / DAĞITIM-SATIŞ:  BİLGE KÜLTÜR SANAT YAYIN DAĞITIM SANAYİ VE TİCARET LTD ŞTİ. 

Nur-u Osmaniye Caddesi, Nu: 3 Kardeşler Hanı Kat: 1 Cağaloğlu, İstanbul.                                                       

Telefon: 0.212-520 72 53, 0.532-774 11 23 E-posta: [email protected]  

SÖYLEŞİLER

Halkbilimi Araştırmacısı Dr. Yaşar Kalafat, kendisiyle yapılan röportajların 10 adedini, 13,5 X 19,5 santim ölçülerindeki 220 sayfalık kitapta topladı. Eser, 2018 yılında yayınlandı.

Röportajlarda Dr. Kalafat, ‘ne yapmak istediğini, neden yapmak istediğini ve nasıl yapmaya çalıştığını’ açıklıyor. Halkbilimi Araştırmaları Kültür ve Strateji Merkezi’nin kurucusu ve yöneticisi olarak, Türkiye’deki etnik terörün kaynağında ‘emperyalizm’ olduğunu belirten yazar, kendisine yöneltilen soruları konunun uzmanı olarak vukufiyetle cevaplandırıyor.

Belirttiğine göre emperyalizm, etnik hassasiyetler tespiti yapıyor ve buradan hareketle etnik kimlikler oluşturduktan sonra bu vasattan, devamlı olarak destekleyebileceği siyâsîler ve militanlar yetiştiriyor, besleyip yandaş güçler oluşturuyor. Emperyalizmin, milleti ayrıştırmak için üstlendiği bu projenin bertaraf edilmesi için, birlikte yaşayan insanların aydınlarına büyük görevler düşmekte olduğu teşhisini koyuyor ve tedâvi yöntemleri hakkında tavsiyelerde bulunuyor.

Candan aziz vatanımızda, birlik ve huzurun tesisi için fevkalâde mühim tavsiyeler uygulamaya konulduğunda, emperyalizmin kirli oyunları netice vermeyecektir.

Kitabın üç muhatabı var: Halkı aydınlatmakla vazifeli aydınlar, etnik kimlik oluşturmak üzere kobay fâresi gibi kullanılan insanlarımız ve tavsiyeleri uygulamaya koyacak siyâsî irâde.

Türkiye, yarım asırdan beri, adı konulmamış bir savaşın içindedir. Savaşta her yol denenmiştir. İstenilen neticeye ulaşılabildiğini söylemek mümkün değildir.

Bilindiği gibi, insan sağlığı söz konusu olduğunda, koruyucu hekimlik, hastalıklarla mücâdelede hem kolay hem de ekonomik bir yöntemdir.

Dr. Yaşar Kalafat’ın akla ve mantığa uygun teşhisleri de aynı yöndedir: Bataklığın ürettiği haşerelerle tek tek mücâdele, netice vermez. Bataklığı kurutmak hayli zordur. Bataklığın oluşmasını engellemek en garantili yoldur.

BERİKAN YAYINEVİ                                                                                                                                            

Kültür Mahallesi, Kızılırmak Caddesi Nu: 61/6 Kızılay, Ankara. Telefon: 0.312-232 62 18,                           

Belgegeçer: 0.312-232 14 99    

KISA KISA / KISA KISA…

1-KUR’AN’A GÖRE İMAN-İNKÂR TEMELİNDE YAKINLIK VE UZAKLIK: Dr. Sevgi Tütün / Kayıhan Yayınları.                                        

2-İKİ DÜNYANIN USTASI: Aykut Ertuğrul / İz yayınları.                                                                                                                                          

3- MUHABBETLE GELEN RAHMET: Hasan Marangoz / Cinius Yayınları.                                                                                                                         

4- KIRMIZI: Mehmet Ali Yıldız / Bilgeoğuz Yayınları.                                                                                                                                                

5-ÂDEM GÜNCESİ: İshak Arslan / Çıra Yayınları.