İSTANBUL’UN GELİNLİĞİ: ERGUVAN ÇİÇEKLERİ

İstanbul, 15 Nisan 15 Mayıs arasında ‘Erguvan Günleri’ni yaşar.
‘Ergavan’ veya ‘Ergevan’ olarak da anılan, baklagiller ailesinden, eflatunla kırmızı arası renkte çiçek açan, güzel bir süs ağacı olan erguvanın Anavatanı Akdeniz’dir. Kışın yapraklarını döken, gövdesi yumru yumru düğümlü bir ağaççıktır. Yüksekliği 2 – 10 metre arasında değişir. Süs bitkisidir. Yapraklarından önce açan gösterişli çiçekleri vardır. Bu sebeple park ve bahçelerde yaygın olarak yetiştirilir.
İstanbul’un zengin bitki örtüsü içinde erguvan ağacının ayrı bir yeri vardır. Bunda erguvan ağacının Nisan - Mayıs aylarında çiçeklerini açmasıyla birlikte büründüğü muhteşem görünümün tesiri büyüktür.
Kaynaklarda belirtildiğine göre İstanbul şehrinin kurucusu 57. Roma İmparatoru Constantin (0272 -0337), şehrin etrafının surlarla çevrilmesini emretmiş. Surların inşaatının tamamlandığı 10 Mayıs 330 târihinde, şehrin harikulâde güzellikteki çiçeklerini açan erguvan çiçekleriyle donanmış görünce,  Constantin, erguvan çiçeğini, İstanbul’un sembolü olarak ilân ederek her tarafa erguvan ağacı dikilmesini emretmiş.  
Erguvan çiçekleri, Osmanlılar döneminde de İstanbul’un sembolü olmaya devam etti.  15. Yüzyılda erguvan cemiyetleri kurulmuş, ‘Erguvan Faslı’, ‘Erguvan Bayramı’ gibi isimlerle şenlikler yapılmıştır.
Bu târihî gelenek, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2004 - 2010 yılları arasında şehrin değişik bölgelerine 30.000 erguvan ağacı dikilmesiyle ihya edilmiş oldu. Erguvan ağacının dikimine, sonraki yıllarda da devam edildi. Beykoz, Yıldız, Emirgân, Fethipaşa, Küçük ve Büyükçamlıca semtlerindeki korular ile Boğaziçi’ndeki yeşil alanlar, göz alıcı muhteşem görünüşlü çiçekleriyle, erguvan ağaçlarının mekânı oldu.
İstanbul dışında; Bursa’da, Ege, Akdeniz ve Batı Karadeniz kıyılarında erguvan ağaçlarına rastlamak mümkündür. Geçmiş yıllarda Bursa’da ‘Erguvan Bayramı’ günleri tertip edilirdi.  
Erguvan, ılıman iklim bitkisidir. -10 dereceye kadar soğuğa dayanabilir. Kumlu toprakları sever. Su ihtiyacı azdır, kuraklığa tahammüllüdür. İlkbaharda, yapraktan önce çiçek açar. Bakım ihtiyacı ‘yok’ denecek kadar azdır.
Erguvan, sonbaharda fasulyeye benzer tohumlar verir. Ağaçlar bu tohumdan yetiştirilir. Tohumlar, kabuk sertliği sebebiyle çimlenemezler. 5 dakika kadar sıcak suda, sonra 24 saat soğuk suda bekletilir. Ertesi gün tohumlar şişmiş olarak toprağa gömülür. 1 hafta içerisinde topraktan filizler yükselir.  Ağaç hâline geldikten sonra köklü dip sürgünlerinden ayırma yoluyla da üretim yapılabilir.
Erguvan yalnızca göz zevkimize hitap eden bir bitki değildir. Tâze çiçekleri ve yaprakları yenilebilir. Kerestesinden ahşap biblolar yapılır, çok mükemmel cila tutar. Ayrıca mobilya imâlatında, kaplama malzemesi olarak kullanılır. Odunu çok serttir. Pahalı bir malzemedir.
İstanbul’da Erguvan ağacını,  Rumeli yakasında Topkapı Sarayı önünde, Gülhâne Parkı’nda, Gümüşsuyu sırtlarında, Yıldız Parkı’nda, Yahya Efendi Dergâhında, Çubuklu Hidiv Korusu’nda, Kanlıca Tepeleri’nde, Mihrabat Korusu’nda, Küçüksu Sevda Tepesi’nde, Kandilli Cemile Sultan Korusu’nda görmek mümkündür. Doya doya seyredebilmek için gemi ile Boğaz turu yapmak gerekir. Merhum Prof. Dr. Orhan Okay (1931-2017): İstanbul, özellikle Boğaziçi ile ilgili duygu, düşünce ve hâtıralarını dile getirdiği ‘Boğaziçi Hâlâ Güzel’ başlıklı makalesinde erguvan ile ilgili olarak şunları yazıyor: ‘… Eski İstanbullular, özellikle Boğaziçi sâkinleri cemrelere, nevruza dikkat etseler de asıl baharın geldiğine erguvanların çiçek açmasıyla kani olurlardı. Dev gibi çamların, çınarların, kestanelerin arasında kaybolmuşken, Nisan sonlarına doğru birdenbire çıldıran çiçekleriyle baharın saltanatını onlar tek başına yürütür. 1940’larda, adı çoktan değişmiş de olsa hâlâ Şirket-i Hayriye denilen vapurların gedikli yolcuları, kaptanın sanki her seferinde Boğaz’ın gizli bir köşesini göstermek ister gibi usta manevralarıyla, hiç beklemedikleri küçük bir dönüşünde tepelerde, yamaçlarda, kıyılarda, köşklerin, yalıların bahçelerinde açık mor mu, eflâtun mu, pembe mi, hayır hiçbiri değil, o kendi ismini taşıyan rengiyle erguvanlarla karşılaşırlardı. O zaman, hilkatin ustalar ustası ressamının fırça darbeleriyle bütün Boğaz, göğü ve deniziyle erguvan olurdu.’
Erguvan, şâirlere ilham kaynağı olan bir ağaçtır. Nev’i-zâde Atâyi (1449-15039, Şeyh Galib (1757-1798), Gevherî (?-1515?) ve daha pek çok şâir, erguvan için beyitler, dörtlükler ve şiirler yazmıştır.
Tabiat aşığı İstanbul sevdâlılarının erguvan günleri, 15 Mayıs’tan sonra da gönüllerinde ve hayalhânelerinde dâim olsun efendim.


XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX


KİM DEMİŞ NE DEMİŞ?

Sirklerde ağzını yüzünü ekmek parası için boyayıp ortaya çıkan palyaçolar; oryantalistlerin çoğunun yanında vakar âbidesi gibidir. (İlâhiyatcı Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu)

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX


ÜÇ MAYIS TÜRKÇÜLER GÜNÜ

Türkçüler, Milliyetçiler veya Türk Milliyetçileri olarak adlandırılan çevreler tarafından 3 Mayıs günleri 1950’li yıllardan itibaren her sene, Türkçülük Günü veya   Milliyetçiler  Bayramı olarak kutlanır. Türkçülük Günü diyoruz. Konuya, Türkçülük kavramının açılımı ile girelim.
 

Türkçülük Nedir ?

Çok kısa târifi ile Türkçülük, Türk Milleti’ni sevmektir. Bu târif, elbette yeterli değildir. Türk olan herkes milletini sever. Milleti sevmek yetmez. Bizi biz yapan değerleri: dilimizi, dinimizi, târihimizi, kültürümüzü, geleneklerimizi, örf ve âdetlerimizi vatanımızı, bayrağımızı, aynı soydan geldiğimiz halde Misak-ı Millî hudutlarımız dışında kalan insanlarımızı da sevmemiz gerekir.  
Türkçülük düşüncesi, statik değil, dinamik bir yapıya sâhiptir. Bu sebeple değişmez ve klâsik bir târif yapmak mümkün olmayabilir. Denilebilir ki, Türkçülük; Türk’e has değerleri bilmek ve korumak, Türk Milleti’nin bağımsız olarak daha iyi şartlarda yaşaması için fikir üretmek, Türk Milletine yönelik sevgiyi eyleme dönüştürmektir.
Türkçü, bizi biz yapan değerleri bilecek. Bu değerleri sevecek, koruyacak ve daha geniş kitlelere sevdirecek. Kültürlü ve ahlâklı olacak. Giyimde, edebiyatta, müzikte, güzel sanatlarda, beslenme alışkanlıklarında ve hayatın her safhasında Türk gibi düşünmek ve Türk gibi yaşamak her Türkçünün aslî görevidir.


XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

TEFEKKÜR MAYASI:

Batılılaşmak… Fakat nasıl?

Aynştayn yerine Salvator Dali’yi taklit ederek batılı olmak mümkün değildir. İbrahim Şinasi, Paris’te Cafe Boulvard’da çarliston yapan kadınlara bakıp; ‘Bir gün benim memleketimde kadınlar böyle dans ederlerse, milletim batılıların seviyesine çıkmış olacak’ diyordu.
Eğer batılılaşmak bu ise; diskolarımızda, transseksüel ve biseksüel kulüplerimizdeki manzara ile batılıları fersah fersah aştık. Fransızlar gelsinler, batılılaşma nedir bizde görsünler.   

Bütün bunlara rağmen ‘İslam dini, en mükemmel şekilde Türkiye’de yaşanıyor’ diyen… Bunca insanımız varken… Teşkilatın vazifesini hakkıyla yaptığını iddia etmek mümkün değildir.
Bâzı konularda ileri sürdüğü yorumlar tartışılsa bile, günümüzde yaşayan en tecrübeli ve güvenilir İslâm Hukuku âlimi, Prof. Dr. Hayrettin Karaman’dır. Karaman Hoca diyor ki:

  • İslâm hukukunda evlilik akdi ibâdet ve mukaddes değildir, ancak Müslüman’ın her davranışı gibi evlilik akdi ile ilgili de dînin kaideleri vardır, bu kaidelere riâyet edilmediğinde bâzen akit gerçekleşmez, bâzen sakat olarak gerçekleşir. Ayrıca kaideler kasten çiğnenirse günah da devreye girer. Yâni muâmelât dediğimiz hukuk alanında dînin koyduğu kaidelere riâyet edilmediğinde günah işlenmiş olacağından dünyadaki yaptırımdan başka âhirette de ceza görme tehlikesi vardır. İşte bu sebeple hassas Müslümanlar nikâh akitlerinin de dînin koyduğu kaidelere uygun olarak yapılmasını isterler.

Bu ve benzeri hassasiyetler tereddütleri gündemde tutarken Müftülüklerin nikâh kıyma yetkisine sâhip olması, tereddütleri artırıyor.
Kanun tasarısında maksadın, ‘evlenme işlemlerini kolaylaştırmak’ olduğu belirtiliyor. Zorluklar, ‘belli şartlara riâyet etme mecburiyeti’nden kaynaklanıyor. Evlenme işlemini şartlardan arındırmak, boşanma işlemini kolaylaştırır. Boşanmış ailelerin ve onların çocuklarının çoğalması ile ortaya çıkacak problemleri Türkiye kaldıramaz.
Netice: İslâmî hassasiyeti olanlar dinî nikâhı zâten ihmal etmiyorlar. Kaidelere uygun olmasını sağlamak, için din görevlilerinin kaideleri bilmesi ve tatbik etmesi ile sağlanmalıdır.
Diyânet Teşkilatı, gerek câmilerde vaaz ve hutbe yoluyla gerekse yazılı ve sesli-görüntülü medya aracılığı ile vatandaşlarımızı, resmî nikâhtan sonra ve ayrıca dinî nikâh yapmaya teşvik edilerek uygulama yumuşatılabilir.
 

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

GÖRGÜ KURALLARI
                                

                                                       
Eskiler ‘Âdab-ı Muaşeret Kaideleri’ diyorlardı. Günümüzde ‘Görgü Kuralları’ olarak anılıyor.  İsmi ne olursa olsun bu kavram, bir arada yaşayan toplum fertlerinin daha rahat, daha huzurlu ve zevkli yaşamalarını sağlamak maksadına yöneliktir.
 

Târif:

Kanunla sağlanan düzenlemeler dışındaki insan ilişkilerini belirleyen; örf, âdet ve gelenekler ile dinî inanışlara, millî olan kültüre ve beynelmilel olan medeniyete dayalı davranış normlarıdır.
 

Çok önemlidir.

Görgü kurallarına uymayanlar, resmî makamlar tarafından yargılanmaz ve cezalandırılmaz. Kurallara uymayanlar, yalnızca toplumun diğer fertleri tarafından kınanır, ayıplanır, uyarılır. Görgü kurallarına uymamayı alışkanlık hâline getirenler dışlanır. Kurallara uymayanları medenî ölçüler içerisinde ve lisan-ı münâsiple uyarmak,  tepki göstermek, toplumun her ferdînin vazifesi olmalı.  Aksi takdirde, kural dışı hareketler yaygınlaşır ve toplumdaki huzursuzluk artar, insanî ilişkiler zedelenir. Fertler arasında dayanışma ve yardımlaşma azalır. Bu olumsuzluklar, devletin gücünü de törpüler. Devlet güç kaybedince bağımsızlık tehlikeye girer.

İslâmiyet hep önde.

Batıda görgü kuralları ile ilgili ilk düzenlemeler on altıncı yüzyılda başlatılmış. İtalyan Yazar Baldasare Castiglione,  Nezâket Kitabı isimli çalışmasını 1528 yılında yayınlamış. İngilizler Brummel ve Amerikalılar Eleonar Life ile konuya 9 ve 12 yıl sonra girebilmişler.
Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i Şerif’lerin dünya hayatı ile ilgili bölümleri, biz Müslümanların uymak mecburiyetinde olduğumuz görgü kurallarının temelini oluşturur. O kuralları titizlikle uygulayan ilk insan da şüphesiz Hazret-i Muhammed (sav) Efendimiz olmuştur.
Batılılar daha selâm vermeyi bilmezlerken,  Müslümanlar bir araya geldiklerinde kimin daha önce selâm vereceği konusunda bilgi sâhibi idiler.  İslâmiyet’te; insanın ve insanlığın hayrına olmayan hiçbir emir ve yasak yoktur. İslâm’da her ne varsa, insan içindir, insanın yararınadır. O halde dinî hükümler arasında yer alan görgü kurallarına uymak, geniş mânâda ibâdettir.  
İslâmiyet’in koyduğu görgü kurallarından batılılar hâlâ haberdar değildirler. Meselâ: Gıybet…  Avrupalının ayıp bile saymadığı bu hareket, inancımızda kesinlikle yasaklanmıştır.
Temelinde İslâm bulunan kültürümüzde görgü kuralları, imbikten geçerek saf bir nezâkete, inceliğe,  alçak gönüllüğe, samimiyete ve insanlığa dönüşen hareketlerle zenginleşmiştir.
İnsanlarımız âlim olmasa bile âriftir. Hepsi çok akıllı olmasa bile tamamına yakın çoğunluğu zekîdir. Uyulması gerekli görgü kurallarının neler olduğunu bilir. Bilmese bile, bir defa söylenildiğinde uygular.  Zaman zaman, bildiğimiz kurallara uymamak gibi bir rahatlığı tercih edenlerimize de rastlanır. Bu gibi kardeşlerimize hareketlerimizle örnek olmalı, küçük düşürmeden bal tadında sözlerle ve mutlaka baş başa iken uyarmalıyız.
 

Türkler ve kültür

Türklerin, târihî süreç içerisinde çoğunlukla göçebe hayatı yaşadıkları bilinir. Bu sebeple, görgü kurallarını bilmedikleri zannedilir. Görgü kuralları, kültürle yakından ilgilidir. Göçebeliği, kültürsüzlüğün göstergesi olarak kabul etmek yanlıştır. Göçebe kültürü, yerleşik düzende yaşayanların kültürüne göre çok daha köklü, zengin ve kapsamlıdır. Zorluklarla birlikte, incelikler de içerir. Terk edilen mekânın yeni kullanımları engellemeyecek tarzda bırakılması, hareket sırasında ve yolculuk süresince yardımlaşmalar,  çevreye zarar vermemek için titiz davranışlar, gidilen yerde yerleşme çalışmaları ve yeni şartlara uyum becerisi… bunların hepsi, yerleşik düzen insanlarının yabancı olduğu makbul özelliklerdir.
Türkler İslâmiyet’le şereflenmeden önce ve sonra,  bildikleri ve uyguladıkları görgü kuralları ile âdetâ sim ve zer ile tezhip ve tezyin edilmiş bir kültür hazinesinin sâhibidirler.
İnsanlarımız, dünyanın en eski milletine mensuptur. Asırların imbiğinden geçmiş kültürümüzde, hiçbir milletin bilmediği ve inceliğine akıl erdiremediği görgü kuralları vardır.  Bunların canlandırılması ve uygulanması için yapılacak çalışmalar hayranlık ve takdirle karşılanır.  
Selâm vermek, görgü kurallarının en basitidir. Selâmların en güzeli bizdedir:
Selâmünaleyküm : (Selâmet  üzerinize olsun. Benden size bir kötülük gelmez.)
Görgü kurallarının özü de budur. Sebepli veya sebepsiz yere hiç kimseye kötülük etmemek.

Biz selâm zenginiyizdir: Ehlen ve sehlen,  Hayırlı günler, merhaba, Safa geldiniz, Hoş geldiniz, Safâlar getirdiniz, Safâ bulduk, Hoş bulduk, ve daha niceleri… Görgü kuralları muhatabı hoşnut etmek içindir. Biz, selâmlaşırken bile kulaktan çok gönüle hitap ederiz. Göz ve kulak sığlığında kalmayız.    

* Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir. 

* Su küçüğün, söz büyüğündür.  

* Dertler paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır.

*Şikâyetler mihneti, şükürler nimeti artırır.

Bu sözler, bizim kültürümüzün ürünüdür.  İstişâre,  inancımızın kültürümüze armağanıdır. Bâzı görgü kurallarını batıdan almış olsak bile onları gönlümüzden ve samâmiyetimizden gelen katkılarla zenginleştirdik. Basit bir görgü kuralı gereği Fransızların kullandığı ‘Pardon’  kelimesini; özür dilerim, af edersiniz, bağışlayınız, hakkınızı helâl ediniz… sözleriyle biz zenginleştirdik. O kadar ki bizde,  ‘pardon’  demek bile görgüsüzlük olarak kabul edilir olmuştur.
Bir makalenin sınırlı hacmi içerisinde görgü kurallarının neler olduğunu tek tek açıklamaya gerek de yok imkân da. İşin özeti şudur:
* Kendinize yapılmasını istemediğiniz hareketi başkalarına yapmayınız.

* Sizinle hiçbir ilgisi olmasa bile, görüntü olarak sizi rahatsız eden hareketleri tekrarlamayınız.

Müslüman; eli, dili, gözü ve hareketleriyle özellikle de oturuşu ile çevresindeki insanları rahatsız etmemeye çalışır. Görgü kurallarının temelinde bu kavram vardır: Çevreyi rahatsız etmemek.
Türk-İslam kültürünü özümseyenler, bu kavrama engin zenginlikler katabilirler.