Prof. Dr.   İ S M A İ L  Y A K I T   Hoca ile İSLAM’DA SORUMLULUK VE AHLAKÎ İLKELERİ KONUŞTUK.

‘İNSAN, SORUMLULUK ŞUURU İÇİNDE HEM KENDİSİNİ
HEM DE ÇEVRESİNİ MUTLU EDEBİLECEK DONANIMA SÂHİB OLMALIDIR.
DONANIMIN ÖZÜ, KUR’AN’IN GETİRDİĞİ AHLAK İLKELERİDİR.’
 
Oğuz Çetinoğlu: İslâm'da sorumluluk hakkında genel bir değerlendirme yapar mısınız?

Prof. Dr. İsmail Yakıt: Kur'ân, kişiyi her türlü inanç, düşünce ve amelinden sorumlu tutan bir kitaptır. Kişi hem kendine hem içinde yaşadığı topluma ve diğer insanlara karşı, hem de Tanrı' ya karşı sorumludur. İşte bu sorumluluk bilinci içinde insan hem kendisini hem de çevresini mutlu edecek davranışlar yapmalıdır. Bu davranışların özü Kur'ân' ın getirdiği ahlâkî ilkelerde yatmaktadır. Hz. Peygamber bu ilkeleri hayata geçirmiş bir kişidir. Bu keyfiyet Kur'ân'ın: ‘Şüphesiz sen büyük bir ahlâk sahibisin’ (Kalem, 68/4) beyanından anlaşılmaktadır.
İslâm bir ahlâk dinidir. Bütün hükümlerinde ahlâkî bir yön vardır. Onlardan önemli olan ilkeleri, dört alt başlık altında toplamak mümkündür. Aslında evrensel olan bu ilkeler, bütün ahlâkî prensipleri içermektedir. Bunlar ‘doğruluk’, ‘adalet’, ‘edep’, ‘salih amel’ ilkeleridir.

Çetinoğlu: İslamiyet’in yalan söylenmesini yasaklamasındaki hikmet nedir?

Prof. Yakıt: Hz. Peygamber'e göre bütün günahların anası ‘yalan’ kavramında yatmaktadır. Bir gün Hz. Peygamber'e bir  adam geldi ve kelime-i şahadet getirdikten sonra ‘Ya Resulallah, hep günah işliyorum, bir türlü de bırakamıyorum’ dedi. Resulullah ‘Yalan söylemeyeceğine dair bana söz ver’ dedi. O da ‘olur’ dedi. Sonra kendi kendine ‘Bu soylu Peygamber'in benden istediği ne kadar kolay şeymiş’ dedi. Sonra bu adam hırsızlık yapmak istedi ve kendi kendine: ‘Şayet çalarsam Hz. Peygamber bana sorunca ne derim? Eğer evet dersem itiraf olacağından ceza üzerime haktır. Hayır dersem o zaman da yalan söylemiş olurum. Hâlbuki ben yalan söylememeye söz verdim’ der. Böylece her günahla karşılaşınca aynı şeyleri düşünür ve sonunda salih bir zat olur.
Doğru olmanın zıddı, dinî tabirle ifâde edilirse münafıklıktır.

Çetinoğlu: Hangi fiiller münafıklıktır?

Prof. Yakıt: Bir hadise göre: ‘Münafığın üç alameti vardır: 1-Konuştuğu zaman yalan söyler, 2- Verdiği sözde durmaz 3-Emanete hıyanet eder.  Kur'ân'da zaten yalana kesin bir yasak vardır: ‘Yalan sözden sakının’ (Hac, 22/30), ‘Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir.’ (Nahl, 16/105). Sahabeler Hz. Peygamber'den naklederek diyorlar ki: ‘Resulullah 'size günahların en büyüğünü haber vereyim mi? diye sorunca biz de 'Haber ver ya Resulallah' dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: ‘Günahların en büyüğü; Allah'a ortak koşmak, anne babaya âsi olmaktır' Buraya kadar söylediklerini yaslanmış bir şekilde söylemiş olan Hz. Peygamber oturdu ve şöyle devam etti: 'Özellikle yalan söz söylemeye, yalan yere şahitlik etmeye dikkat ediniz'. Yalandan ve yalancı şahitlik yapmaktan sakınmak üzerine o kadar ısrarla durdu ki, sözünü hiç kesmeyeceğini zannettik.’
Dürüstlükten ayrılan ve işinde hile yapanlarla, aldatanlar, Hz. Peygamber'e göre Müslüman bile sayılmazlar: Zira o, ‘Bir Müslüman’a ihanet eden, zarar veren veya hile yapan kişi, bizden değildir’  demektedir.

Çetinoğlu: Çok önemli bir konu. Bu hadisten ne anlamamız gerekiyor?
Prof. Yakıt: Şunu anlamamız mümkündür. Her meslek erbabı, kendi mesleğini en iyi şekilde yapacak, kimse kimseyi aldatmayacak, esnaf doğru dürüst ölçecek, biçecek, tartacak, üreticiler hile yapmayacak, memur ve idareciler mesaisini ve işini ihmal etmeyecek, en güzel şekilde yerine getirecek, siyasiler ve diğer yetkililer kamu malına, yetim malına el sürmeyecek, zimmetine geçirmeyecek, müteahhitler ve diğerleri malzemeden çalmayacaklar, binaları standartlara uygun ve kaliteli yapacaklar, vs vs.

Çetinoğlu: Dürüstlere vaat edilen mükâfatlardan söz eder misiniz?

Prof. Yakıt: Ticarî hayatta işini doğru yapan dürüst kişiler için Hz. Peygamber : ‘Doğru sözlü ve her konuda kendine güvenilen bir ticaret adamı, ahirette Peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacaktır.’ Buyurmaktadır. Hz. Peygamber bir gün çarşıda dolaşırken bir buğday çuvalının önünde durur, elini çuvalın içine daldırır. Belirli bir ıslaklık fark edince sebebini sorar. Satıcı yağmurdan olabileceğini söyleyince Hz. Peygamber, ıslak tarafını herkesin görebileceği şekilde üste koyması gerektiğini ifade ederek: ‘Bizi aldatan bizden değildir’ buyurur. Görüldüğü gibi, dürüstlükten ayrılan adeta dinden çıkmış gibidir.

Çetinoğlu; İslamî ahlakın 4 prensibinden ikincisinin adalet ilkesi olduğunu söylemiştiniz. 

Prof. Yakıt: Adalet kelimesi, ölçülü olmak, dengeli olmak, itidal ve orta yolu tutmak, hak sahibine hakkını teslim etmek gibi anlamları ihtiva eden bir kavramdır. Ahlâk ilkelerinin en önemlilerindendir. Meselâ cesaret delilik ve gözü peklik ile korkaklık arasında bir kavramdır. Cömertlik, israf ile cimrilik arasındadır. Kanaat hırs ile tembelliğin orta halidir. Şu halde adaletli olmak her şeyde dengeyi kurmak ve orta yolu izlemektir. Aşırıya kaçmamaktır. Adalet Kur'ân'da önem verilen bir kavram olup Hz. Peygamber'in hayatına tamamen yansıttığı bir ilkedir. O'nun adalet prensibinden ayrıldığı görülmemiştir. Kur'ân'da ‘Ey iman edenler, Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa duyduğunuz öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil olun. Bu takvaya en yakın davranıştır.’ (Maide, 5/8) denmektedir. Yine bir başka ayette: ‘Şüphesiz Allah, adaleti iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; haddi aşmayı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.’ (Nahl, 16/90) Buyurulmaktadır. Adalet kişinin işinde ve ibadetinde çevresiyle olan ilişkilerinde dengeli olması ve orta yolu tutmasıdır. Yani itidali elden bırakmamasıdır. Nitekim Resulullah bir hadislerinde: ‘işlerin en hayırlısı ortasıdır’ diyerek itidali tavsiye etmiş, Hz. Peygamber ibadetlerinde bile aşırıya kaçmamış, orta yolu izlemiştir. Sahabelerden bazılarının gece sabahlara kadar ibadet etmek, bazılarının her gün oruç tutmak bazısının da hiç evlenmemeyi istediklerini duyunca onlara: ‘Allah'a hepiniz den daha çok saygılıyım. Oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler de. Namaz da kılarım uyku da uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim yolumdan yüz çevirirse benden yüz çevirmiş olur’ demiştir. Beşerî ilişkilerde bile adaletli olmayı, aşırılığa kaçmamayı tavsiye eden Hz. Peygamber: ‘Sevdiğiniz kimseye karşı duyduğunuz sevgide aşırılığa kaçmayın, belki de bir gün o kimse düşmanınız oluverir. Düşman olduğunuz kimseye karşı gösterdiğiniz düşmanlıkta da aşırı gitmeyin, belki de bir gün o kimse sizin dostunuz oluverir ‘ buyurmuştur.

Çetinoğlu: Üçüncü ilke ‘edep’ idi…

Prof. Yakıt:  Edep ilkesi ahlâkî bir davranış biçimidir. Kendini daima otokontrol altında tutan, her yerde hatırlayan ve O'nu unutmayan, birisine her hangi bir saygısızlık yaparım endişesiyle sözlerine ve fiillerine dikkat eden bir kişinin davranışına denir. Kur'ân'da ‘sıbğatullah = Allah'ın boyası’ (Bakara, 2/ 138) tabir edilen davranış kendisinde güzel ahlâkî hasletler beliren bir kişinin amelidir. Hatta hadiste geçen ‘Allah'ın ahlakıyla ahlâklanın’  prensibinin hayata intikalidir. Biz bunu ‘takva’ kavramıyla aynı görüyoruz. Takva, her hal ve şartta ‘Allah'a karşı gelmekten ‘sakınmak’tır. Cibril hadisinde: ‘Allah'ı görür gibi kulluk etmendir’ şeklinde Hz. Peygamber tarafından tanımlanan ihsan kavramını düşüncesinde, ruhunda ve davranışlarında yani bütün benliğinde yansıtmaktır. İşte o zaman mümin, daimi huzuru yakalar. Zaten gerçek Müslüman bu edep ilkesiyle ‘daima huzurda’ olan huzurlu kişidir.
Kendini daimi huzurda hisseden kişi, her türlü maddî ve manevî esaretten kurtulmuş kişidir. Manevî esaretten kurtulmayı Türkistan'lı bilgin Musa Carullah, nebevî ahlâktan saydığı ‘semahat’ kelimesiyle tanımlar. O’na göre, aklın, kalbin ve ruhun esaretten kurtuluşu yani insanın vehim, hırs ve taklit esaretinden kurtulmasıdır. İnsanın şehvete esir olmaktan kurtulmasına ‘iffet’, tembelliğe esir olmaktan kurtulmasına ‘içtihat’, mala ve paraya köle olmaktan kurtulmasına ‘cömertlik’, öfkeye esir olmaktan kurtulmasına da ‘af’ denir.

Çetinoğlu: İslamî prensiplerin dördüncü ilkesi olan Salih amel bahsi ile sohbetimizi bitirebilir miyiz Muhterem Hocam?

Prof. Yakıt: Kur'ân'ın ‘ideal insan’ motifi, ‘salih insan’ motifidir. Bir diğer ifâdeyle Kur'ân'da idealize edilen insan, salih insandır. Gerçi bazıları, Kur'ân'ın ideal insan tipini muttaki, muhsin, musalli=namaz kılan vs. gibi sıfatlara sahip insan olarak gösteriyorlar, ama bu sıfatlar Kur'ân'da müminler için önemli sıfatlar olsa da hepsinin üstünde ‘salih insan’ modeli yer almaktadır. Bu hususu, Kur'ân'da Peygamber duaları üzerine bir çalışma yaparken fark ettim. Araştırdım ve gördüm ki hepsi de ‘salihlerden olmayı’ istiyorlar. İster kendileri için olsun, isterse ümmetleri için bir örnek olması bakımından olsun, Tanrı sözüyle peygamberlerin dualarının ideal insan modelini ‘salihlerden olmak’ oluşturmaktadır. Meselâ Hz. Yusuf duasında ‘...Dünyada ve ahirette yegâne dostum Sensin, beni Müslüman olarak vefat ettir ve beni salihlerin içine dâhil et.’ (Yusuf, 12/101), Hz. İbrahim duasında: ‘Rabbim bana hikmet ver ve beni salihlerin arasına kat.’ (Şuara, 26/83), Hz. Süleyman duasında: ‘...Ya Rab beni rahmetinle salih kullarının arasına kat’ (Nemi, 27/19) demektedirler. Buna paralel olarak Hz. Peygamber de yaptığı dualarından birinde: ‘Ya Rab bizi salihlerle haşreyle’ demiştir. Şu halde peygamberler salihlerden olmayı talep etmekteler ve ‘salih insan= ideal insan’ olarak göstermektedirler. Her ne kadar muttakiler, sıddıklar, musalliler, muhsinler vs gibi kişiler Kur' an'da övülmüşse de, Kur'ân ve bu paralelde peygamberler olayı topluma verilecek fayda ve hizmet boyutuyla ele almaktadırlar. Kişi toplumla ilişki kurmadan, bu sıfatların bazılarını kazanabilir. Meselâ muttakilik ve musallilik gibi sıfatları kişi toplumdan ayrı olarak da elde edebilir ve bu bir anlamda makbul de görülebilir. Ancak, salih insan iyi işler başarmak ve salih ameller işlemek için, toplum içinde olmak zorundadır. Toplum dışında salih ameli nasıl ve kim için yapacaktır? İnsanlara ve topluma ne kadar faydalı olduysa, toplum ondan ne kadar yarar gördüyse, kişi o nispette salih bir amelin sahibi olabilir. Nitekim Hz. Peygamber de bir hadislerinde: ‘İnsanların en hayırlısı insanlara en fazla faydası dokunandır’ demiştir.
Kur'ân'ın birçok ayetlerinde salih amel övülmüş, ‘inananlar ve salih amel işleyenler’ tabirine pek çok ayette yer verilmiştir. Hatta şu ayette salih amellerin değeri vurgulanmaktadır: ‘Mallar ve evlatlar dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da amaç olarak da daha hayırlıdır.’ (Kehf, 18/46)
Salih insan, canıyla malıyla servetiyle, eserleriyle hep insanlara faydalı olma peşinde koşan insandır. O, halka hizmet Hakk’a hizmet prensibiyle çalışır. İnsanlara kolaylığı gösterir, servetinden ihtiyaç sahiplerine verir, arkasından hayırla yad ettirecek hayır eserleri bırakır. Yapar veya yaptırır. Onurlu ve güzel davranışlarla, ahlakıyla gönülleri fetheder, içinde sevap olan her amele koşar. Cehaletle ve yoksullukla savaşır. Zaten Allah'la olmanın, Allah yolunda koşmanın, O'nun yolunda harcamanın özü ve esası da budur.
Arapça'da ‘saluha = iyi iş yapmak, salih amel işlemek’ fiili gittikçe iyiye ve güzele doğru giden ve yükselen bir kavisi ifâde eden bir fiildir. Dolayısıyla salih insan, bir yandan kendisi güzel ahlâkî sıfatlarla vasıflanırken, öte yandan da topluma gerekli hizmeti kendisine şiar edinecektir. Nitekim Kur'ân'da pek çok yerde geçen ‘salih amel’ den kasıt, hem kendisine hem de topluma faydası olan çift kutuplu bir fiildir. ‘Salihlerden olmak’ Kur'ân'a göre o kadar zor değildir. Kur'ân inanan herkese, bu hedefe doğru yönlendirici davetini yapar: ‘İman edip salih ameller işleyenleri, Biz elbette salihler zümresine dâhil ederiz.’ (Ankebut, 29/9). ‘İster erkek, isterse kadın olsun her kim inanarak iyi işler = salih amel yaparsa, onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.’ (Nisa, 4/124)
 
(1) İslam’da İşrakî Düşünce: İşrâkîlik, Şihabeddin Sühreverdî tarafından kurulmuş olan bir İslâm Felsefesi ekolüdür. Bu öğreti, akıl yerine keşf ve ilhama dayanır. Bu özelliğinden dolayı da Meşşaîlik ve Tasavvuf arasında orta bir yol tutar. İşrâkîlik’in birtakım kaynakları vardır. Bu kaynaklar, İslâm dini, İslâm Tasavvufu, Meşşailik, Eski Yunan Düşüncesi, Eski İran inançları ve Sabiîlik olarak gösterilebilir.
(2) Sudur teorisi: Varlığın mutlak Bir’den çıkıp bir sıra düzeni içinde evreni doldurması anlamında bir felsefe terimidir.


Prof. Dr. İSMAİL YAKIT:


1950'de Denizli'nin Tavas İlçesi Kızılcabölük Bucağı'nda dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu şehirde, liseyi Denizli'de bitirdi. Yüksek tahsilini 1970-1974 yılları arasında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde tamamladı. Millî Eğitim Bakanlığı'nın burslusu olarak Fransa'ya gönderildi. 1974-1979 yıllarında Paris-IV Sorbonne Üniversitesi'nde Doktora yaptı. Doktora tez çalışmaları esnasında, 1976 yılında Sorbonne Üniversitesi'nde Mukayeseli Felsefeler Dalı'nda İhtisas Diploması aldı. 1976-1977 yıllarında Kahire üniversitelerinde araştırmalarda bulundu. 1978 yılında Paris Tıp Fakültesi'nin Juvisy Dokümantasyon Merkezinde araştırmalar yaparak ‘Anthropologie biologique’ sertifikası aldı. 1979'da İslâm Felsefesi ve Mukayeseli Felsefeler dalında Paris-IV Sorbonne Üniversitesi'nde hazırladığı evrim teorileri üzerindeki Doktora tezini ‘Pekiyi’ dereceyle savunarak yurda döndü. 1980 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler (İlahiyat) Fakültesi'ne Dr. Asistan olarak girdi. 1980-1981 yıllarında KKTC'nde Yedek Subay olarak askerlik yaptı. 1982 yılında Yardımcı Doçent oldu. 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Türk-İslâm Düşüncesi Tarihi Anabilim Dalı'na naklen tayin oldu. 1986 yılında Doçent unvanını aldı. İslâm Felsefesi Profesörlüğü'ne yükseltildi ve 1993 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kurucu Dekanlığı'na tayin edildi. 1993-2003 yalları arasında üç dönem arka arkaya dekanlık yaptı. 1993-1999 yılları arasında Sosyal Bilimler Enstitüsü Kurucu Müdürlüğü görevini de yürüttü. Halen Akdeniz Üniversitesi EdebiyatFakültesi Felsefe Bölümü Başkanı olarak görev yapmaktadır. Türk Düşüncesi İslam Felsefesi, Bilim Tarihi ve Felsefesi konularında dersler vermektedir. Çok iyi derecede Fransızca ve Arapça bilen Prof. Dr. İsmail Yakıt'ın birçok yayını bulunmaktadır. Çalışmalarının bir kısmı İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Arapça, Almanca ve Japoncaya çevrilmiştir.
30 yılı aşkın akademik hayatında birçok başarılara imza atmış bulunan Prof. Dr. İsmail Yakıt'ın, yayınlanmış kitaplarının      sayısı 20den;
Mahallî ve Millî televizyon kanallarında katıldığı sohbet ve tartışma programlarının sayısı 40'dan;
Atatürk, Din, Laiklik ve Cumhuriyet konularında asker ve sivillere verdiği konferansların sayısı 50'den;
Millî ve milletlerarası sempozyum, kongre ve panel gibi katıldığı bilimsel toplantıların sayısı 120'den;
Yurtiçi ve Yurtdışında bilimsel ve kültürel konularda verdiği konferansların sayısı 600'den fazladır
Yayınlanmış kitap, makale, bildiriler ve irtibat için bakınız: www.ismailyakit.com