15 KASIM 1944 AHISKALI TÜRKLERİN SÜRGÜNÜ

YUNUS ZEYREK

15 Kasım 1944 sabahı Ahıska'nın demiryolu hattında dizilmiş katarlar, bu bölgenin tarihî ahalisini alıp binlerce kilometre uzaklara, Orta Asya ülkelerine götürdü. O gün bu gündür o katarların götürdüğü insanlar geri dönmedi. Çağ değişti, tarihler hercümerç oldu, haritalar ve sınırlar darmadağın oldu, hatta iklimler değişti; 72 yıldan beri Ahıska Türklerinin kaderi değişmedi.

Vatandan uzaklara sürülen Ahıska Türkleri, bir zamanlar sürgün edildikleri Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan'da yaşadılar. Sonra Azerbaycan yazıldı onların kaderine. Bu halkı vatanından koparan zâlim rejim 1990’1ı yıllarda yıkıldı. Fakat Ahıska Türklerinin kaderi değişmedi hatta daha kötüye gitti. 1989'da Özbekistan'da uğradıkları kıyım ve kırım, onları yeni diyarlara attı; Rusya, Ukrayna hatta ABD’ye.

Ahıskalı Türklerin bir kısmı da Türkiye'ye geldi. Önce iskânlı ve sonra iskânsız da olsa göçler devam etti. Bu göç bütün zorluklara, imkânsızlıklara rağmen bugün de devam etmektedir. Ukrayna'da cereyan eden savaş sebebiyle zor durumda olan Ahıska Türklerinden bir grup 2015 yılı sonlarında Erzincan-Üzümlü'ye, bir grup da 2016 yazında Bitlis-Ahlat'a getirildi. Fakat asıl yara kanamaya devam etmektedir.

Kendisi rahata erdikten sonra arkasına bakmayan birkaç mütereddinin dışında herkes biliyor ve kabul ediyor ki Ahıska ve Ahıskalı Türkler meselesi orta yerde durmaktadır. Yaşadıkları ülkelerde asıl unsur ve esas vatandaş olarak görülmeyen Ahıskalı Türkler, tedirgin bir hayatı sürüklemeye devam etmektedirler.

Eski Sovyet coğrafyası ülkelerinde yaşamakta olan Ahıskalı Türklerin birçoğu huzursuz ve endişelidir; yarınlardan emin değil. Kalsa bir türlü, gitse bir türlü... Gitmeye kalksa, evini barkını gerçek fiyatıyla elden çıkaramıyor. Üstelik gideceği ülkede de kendisini iyi şartlar beklemiyor. Kiminde güvenlik problemi ve bunun yol açtığı endişe var. Kimini de hayat şartlarının ağırlığı canından bezdirmiştir. Hâl böyle olunca ümitsizlik ve belirsizlik kendini açıkça hissettirmektedir.

Türkiye'ye göç etmenin zorlukları bilinmektedir. İlk ikamet izninin üzerinden beş yıl geçmeden vatandaşlığa müracaat edilemiyor. Bu süre zarfında çalışma yasağı var. Bu durumda binlerce hemşehri bugün vatandaşlık beklemektedir. Bu bekleyişin yakında sona ereceğini ümit ediyoruz.

Diğer taraftan Gürcistan, 2007 yılında çıkardığı kanunu işletmekte gönülsüz ve ağır davranmaktadır. Ahıska'ya gelip yerleşmiş olan hemşehrilerimize kolay kolay vatandaşlık verilmemektedir.

Gürcistan, bir devlet olarak ciddiyetle bu meseleyi halletse, insanların ufku daha da açılacaktır. Müracaat edip yıllardan beri vatana dönmek isteyen binlerce kişinin bekleyişi devam etmektedir. Bu müracaatların ekseriyeti Azerbaycan'dan yapılmıştır. Azerbaycan ve Gürcistan hükümetlerinin ikili anlaşmalarından kaynaklanan bazı problemlerin olduğu da söylenmektedir.

Ahıska gibi cennet vatanı yaşanmaz bir cehennem şeklinde göstermeye çalışan bazı mütereddilere bir diyeceğimiz yoktur. Tarih bugüne kadar yurdundan yuvasından nefret eden bir milleti kaydetmemiştir. Babalarının analarının vatanı terennüm eden iniltileriyle büyüyen Ahıska Türklerinin evlâtları da nerede yaşarsa yaşasın ebette vatan davasından vazgeçmeyecektir.

Unutmamalı ki vatanda toplanacak güçlü bir topluluğu kimse ezemez ve yıldıramaz.

Geçen sene yine bu vesileyle bu sayfada ifâde ettiğimiz bir hususu tekrar ediyoruz. Ahıskalı Türklerin önünde üç yol var:

1-Yaşadıkları yerlerde hayata devam etmek isteyenler orada kalabilirler.

2-Vatan Ahıska'ya dönmek isteyenlerin müracaatları Türk makamları tarafından da takip edilerek kısa zamanda nihaî bir çözüme kavuşturulmalı; vatana döndükten sonra da devlet ve özel sektör onların elinden tutmalıdır.

3-Türkiye'ye gelmek isteyenlere kolaylık gösterilmeli, bilhassa çalışma izni meselesi en kısa zamanda halledilmelidir. Çifte vatandaşlık talepleri de mutlaka değerlendirilmelidir. ABD'de yaşayan hemşehrilerin de böyle dilekleri var.

Ahıska Türklerinin davasını yakından bilen ve onlara ilgi duyan hükümetimizin, bu meselenin hallinde daha ciddî ve kalıcı adımlar atmasını bekliyoruz. Gürcistan ve Azerbaycan yetkilileriyle görüşülerek vatana dönmenin önündeki engeller kaldırılabilir. Kimse bunun çok zor olduğunu söyleyemez. Bu dönüş bir toplumun sürgün hayatını sona erdireceği gibi Gürcistan'a da yeni bir kan ve hareketlilik getireceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Vatana dönenlerle ilgili somut yardım programları hazırlayıp uygulamalıdır. Zira az sayıda da olsa Ahıska'ya gelip yerleşmiş hemşehrilerin vatandaşlık problemi ve geçim sıkıntısı çektikleri bilinmektedir. Bu sıkıntıların giderilmesi için neler yapılması gerektiği üzerinde çalışılmalıdır. Bunun için yapılması gereken ilk iş, TBMM'nin değerli üyelerinden bir grubun sahada inceleme yapmasıdır. Biz Türkiye-Gürcistan Parlamentolar Arası Dostluk Grubu'nun bugüne kadar böyle bir seyahat yapıp yapmadığını bilmiyoruz.

Ahıska'ya gelip yerleşmiş tahsilli, üretim ve istihdama yönelik çalışmalar yapan müteşebbislerin elinden tutulmalıdır. İnanıyoruz ki oradaki birkaç hemşehrimiz, ufak tefek krediyle neler yapılabileceğini göstereceklerdir. Bu hususu bizzat müşahedeyle yazdığımızı da belirtmeliyiz.

Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının başarılı ve samimî çalışmalarını takdirle karşılıyoruz. Bu şuurlu şefkat elinin Ahıska'ya da uzanmasını bekliyoruz.

15 Kasım 1944'te yaşanan sürgün faciasının üzerinden 72 yıl geçti. O günü hüzünle hatırlıyoruz.

Bu faciaya sebep olanları lanetle anıyor ve o ana baba günlerinde hayata veda eden hemşehrilerimizi rahmetle anıyoruz.

(BİZİM AHISKA / Üç Aylık Kültür Dergisi. Yıl: 13, Sayı: 44 / Sonbahar 2016, Sayfa: 3-4)

Dergiye Ulaşım Kanalları: Yürekli Sokağı Nu: 22/2 Akköprü, Ankara.  

E-posta: [email protected]  www.ahiska.org.tr 

SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLERİ’NDE SÜRGÜN EDİLEN MİLLETLER

* Almanlar: Alman asıllı Çariçe İkinci Katerina zamanında (1762-1796) Rusya’nın ziraat sanayiini geliştirmek maksadıyla Almanya’dan getirilen Almanlar, 1922-1952 târihleri arasında SSCB’yi yöneten Stalin tarafından 1944 yılında 1.200.000 kişi olarak Sibirya ve Kazakistan’a sürüldü. 

* Kuzey Kafkasya’da yaşayan Türk kökenli halklardan Balkarlar 8 Mart 1944 târihinde topyekûn sürgüne gönderildi. 37.713 kişi idi. 

* Yine Kafkasya’da yaşayan Türklerden olan Karaçaylar 2 Kasım 1943 târihinde 26.442 kişiden oluşan nüfuslarının tamamı Sibirya’ya sürgün edildi. 

* Kesin olarak bilinmemekle birlikte 500.000 kişiden fazla olduğu belirtilen Çeçenler ve İnguşlar 23 Şubat 1944 târihinde Merkezî Asya ve Sibirya’ya götürüldü. 

* Gürcüstan’da yaşayan ve Gürcüler gibi bir kısmı Türk kültürünü, Türklüğü benimsemiş olan ve ‘Hemşinliler’  olarak anılan insanlardan Türk ve Müslüman olan 94.955 kişi, 23 Aralık 1944’te sürgün edildi. (Rize iline bağlı Çamlıhemşin ilçesinde yaşayan Hamşinlilerle karıştırılmaması gerekir)

* Moğol kökenli olup Türkleşen Kalmukların tamamı, 93.139 kişi olarak 2 Ocak 1944’te sürgün edildi.

* Ahıska Türkleri, 14 Kasım 1944 tarihinde sürgün mağdurları oldu.

* Kırım Türkleri 18 Mayıs 1944 tarihinde 193.865 kişi olarak Özbekistan ve Sibirya’ya sürgün edildi. 

Sürgün edilen insanların yaşadığı topraklar, 1941-1943 yılları arasında değişik sürelerle Almanlar tarafından işgal edilmişti. 

Sürgün edilen insanların ailelerindeki eli silah tutan erkeklerinin tamamına yakın bölümü, Rus ordusunda asker olarak vazife görüyordu. İçlerinde büyük yararlılıkları sebebiyle madalyalarla taltif edilen edilenler bulunmaktaydı. 

Sürgünlerin tamamı, hayvan ve yük taşımaya mahsus, ısıtılmayan ve rüzgâra karşı korumasız vagonlarla gerçekleştirildi. 




Çağlar Boyunca Tatbik Edilen Bir İnsanlık Trajedisi

MECBÛRÎ GÖÇLER – SÜRGÜNLER

OĞUZ ÇETİNOĞLU

İnsanların çeşitli sebeplerle öteden beri yaşadığı yerden başka bir yerde yerleşmeye mecbur bırakılması, ‘mecbûrî göç’ olarak isimlendirilir. Bu mecburiyet, devlet veya devleti temsil eden bir güç tarafından alınan kararla meydana gelmişse, verilen cezâya ‘sürgün’ denilir.

Târih boyunca güçlü olan insanlar ve topluluklar, kendilerinden daha az güçlü olanların ellerindeki imkânlara sâhip olmak istemişlerdir. Bu maksatla öldürmek dışında en ehven-i şer metot olarak zayıf olanı göç etmeye mecbur bırakmak yöntemi kullanılmıştır. Mecbûrî göç veya sürgün, bir bölgenin yerli unsurlarla iskân edilmesi maksadıyla da kullanılabilir. Gönderilenler de gelenler de ‘sürgün’ edilmiş oluyorlar. 

İlk çağlarda güçlenmesinden endişe edilen topluluklar, yönetime hâkim otorite tarafından, zor kullanılarak bulundukları bölgeden uzaklaştırılırdı. İnsanlık târihinde ilk mecbûrî göçler-sürgünler böyle başladı. 

Sürgün cezâsının, Bâbil Kralı Habburabi (M.Ö. 1811-M.Ö. 1750) kanunlarında yer aldığı, Sümerler, Hititler, Yunanlılar, Romalılar ve Bizanslılar tarafından tatbik edildiğine dâir bilgilere, târih kitaplarında rastlıyoruz. İslam hukukunda da sürgün ile alakalı hükümler vardır. 

İnsanlık târihinde bilinen ilk büyük mecbûrî göç, Hunlardan kaçan GermenlerinAvrupa’nın batısına gitmesiyle başladı.

İslam dünyasında ilk göç, İslâmiyet’i kabul edenlerin müşriklerin baskıları sebebiyle önce Habeşistan’a sonra da dâvet üzerine Medine şehrine gitmeleri suretiyle gerçekleşti. Bu göç, ‘Hicret’ olarak anılır.  

Selçuklular döneminde sürgün değil, yerleştirme sistemi vardı. İktâ yoluyla uygulanıyordu. Çünkü Selçuklular Anadolu’ya yerleştikten sonra Asya’nın içlerinden, Mâverâü’n-Nehr’den akın akın Türkmenler geliyordu. Bunlar yönetim için problem olabilirlerdi. ‘Uç Beyi’ olarak merkeze uzak bölgelerde daha çok da batıda iskân ediliyorlardı. Hem oradan gelecek tehlikeleri önlüyorlar hem de fetihlerle devlete toprak kazandırıyorlardı. Osmanlı Devleti de aynı sistemi uyguladı. Fethedilen topraklarda yaşayan insanlara İslam’ı tebliğ etmek için, devlete bağlılıklarını sağlamak için; ahlaklı, dürüst ve yardımsever insanları oralara yerleştirdi. Bu tatbikat çok başarılı neticeler verdi. Yıldırım Beyazıt Emir Timur’a mağlup olduktan sonra yaşanan fetret döneminde, Osmanlı’nın o tarihe kadar fethettiği topraklarda yaşayan yabancı unsurların hiçbiri Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmadı. Bu çok mühim bir neticedir. Denilebilir ki Selçuklu’da ve Osmanlı’da sürgünler daha çok ceza maksatlı değil, devleti kuvvetlendirmek için bir nevi mükâfat sistemi olarak kullanılmıştır. Devlet aleyhinde bulunanlarla vazife sırasında devlete zarar verenler hapis cezâsına çarptırılmaz, belli sürelerle merkezden uzak şehirlere sürgün edilirdi. Rüşvet, sahtekârlık, zîna, fuhuş, iftira, yalancı şâhitlik, hırsızlık, emre itaatsizlik gibi suçları işleyenler sürgüne gönderilmek suretiyle cezalandırılırdı. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında da sürgün cezaları tatbik ediliyordu. 1926 tarihli Türk Cezâ Kanunu’ndaki sürgün cezası, 1965’te kaldırılmış, 1982 Anayasası’nda, olağanüstü hallerde idareye tanınan sürgüne gönderme yetkisi hâlen yürürlüktedir. 

Dünyadaki büyük sürgün hâdiseleriyle alakalı durum şöyledir: 

Musevîler; firavunların baskıları neticesinde Mısır’dan, 1492 yılında Kraliçe İsabella’nın kararı ile İspanya’dan kovuldular. Târihte yaşanan büyük göçlerdendir. Bilindiği gibi İspanya’dan kovulan Musevîleri hiçbir ülke kabul etmeyince, Osmanlı Cihan Devleti, gemiler göndererek 300.000 Mûsevî’yi topraklarında iskân etti. Böylece göç, Türklerin âlicenaplığı dolayısıyla ‘mutlu son’a bağlandı

Rusya’da İkinci Katerina’nın 1762 yılında Çariçe oluşunun hemen ardından başlayan Müslüman Türk göçü, 18 Mayıs 1944 târihine kadar kesintisiz devam etti.  

1800’lü yılların başındaki isyanlarla başlayıp Birinci ve İkinci Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı sonrasında Balkanlardan 1.000.000’a yakın göçmen geldi. Bir o kadar din kardeşimiz, soydaşımız, etnik temizlik adı altında katledildi. Balkanlardan göçler, 2000’li yılların başlarına kadar devam etti. 

Göç olgusunun dayanılmaz çilesine katlanan insanların hedefi yalnızca ‘yaşamak’ değildi. İnsanca, haysiyetiyle, şeref ve nâmusuyla, inandığı şekilde yaşayabilmekti. Soydaşlarımız bunları öylesine istiyorlardı ki, kırılmayı, yok olmayı göze almışlardı. Ölüm yakınlarında iken uzaktaki aydınlık vatan anadolu’ya koşuyorlardı. Ölün arkalarında mı kalmıştı? 

Heyhat!

Gelimli-gidimli dünyanın neresinde, hızla geçen bâzen de bir sâniyesi asır kadar uzun zamanın hangi diliminde ve ne zaman ölümsüzlük olmuştu? Onlar yol boyunca çile çektiler fakat asla zebun olmadılar. Vatana ulaştıklarında göğüsleri göç çilesiyle yaralı, alınları ise yarattıkları destanlarla madalyalıydı.

Bitti mi? Bizim, destanı yazılacak çoook göçlerimiz var. 

*   *   *

John Steinbeck (1902-1968) ‘Gazap Üzümleri’ isimli romanında göç hikâyesi anlatır.  Romanın kahramanları Tom ve Jim’in çileleri, Balkanlardan göç edenlerin ıstırapları yanında, fıstıklı helva gibidir. Buna rağmen, çok okunan bir roman, hâsılat rekorları kıran ‘süper prodüksiyon’ olmuştur. Orada sol meltemler esmektedir. Balkanlardan inenlerde iman kasırgası… Hüküm liboş entellerin: ‘Batıda her ne varsa cici, bizdekiler banal…’ Onun için bizimkilerin romanı, filmi yoktur. 

*   *   *    

17 Mart 1988 tarihinde Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in Halepçe katliamından kaçan 110.000 peşmerge, 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş sebebiyle 5 yıl içinde 3.000.000 Suriyeli Türkiye’ye göç etti. 

Çin yönetimindeki Doğu Türkistan’da Müslüman soydaşlarımız 30 yıldan beri mecbûrî göçe tâbi tutuluyor. Doğu Türkistan’da 30.000.000 olan Türk nüfusu 10.000.000 civarında bir sayıya düşmüştür. 

Mecbûrî göçler ve sürgünler, bir insanlık trajedisi olarak daha uzun yıllar insanları felâketlere sürükleyecek gibi görülüyor. 

Trajedinin maddî yükünü ise Türklerden başka üstlenen yok. 

(1) Germenler:Cermenler’ olarak da anılır. Bugünkü Almanya, Avusturya ve Polonya'nın batı bölümünü kapsayan Cermanya'da MÖ 3. yüzyıldan 9. yüzyıla kadar yaşayan halklara verilen isimdir.  

(2) İktâ: Bir kişinin mülkiyetinde olmayıp devlete ait olan toprakların vergilerinin veya gelirlerinin asker veya sivil erkâna hizmet ve maaşlarına karşılık verilmesi sistemidir.


ASYA'DAN 

Gök aradık tuğlara,

Türk’ü yazdık çağlara,

Aşk atını dağlara, 

Yıldırım’ca sürdük ya!

Üç ettik ayımızı, 

Çok ettik sayımızı, 

Asya’dan yayımızı,

Bismillah’la gerdik ya!

Güneş ardınca gittik,

Türk adını dirilttik,

Gün oldu dağ erittik, 

Demire can verdik ya!

Eri, hakanı, beyi,

Pir bildi Yesevî’yi, 

Göklerdeki maviyi,

Yeryüzüne serdik ya!

Yürürken Oğuz Boyu,

Bilmedi hiç korkuyu, 

Gökçek Anadolu’yu,

Adaletle ördük ya!

Avucumda su diye

Yunduğum Akdeniz’di…

MEHMET ALİ KALKAN