Bu tarih asla unutulmamalı demiştik ve o dönemdeki İstanbul basınındaki yabancı işbirlikçilerini ve ülkedeki ''şimdi ne yapmalı, hangi ülkenin korumasına girmeli'' bölünmelerinden de kısaca sözetmiştik.
Bu çok zor ve tehlikeli süreçden hemen sonrasını Mustafa Kemal Atatürk NUTUK'unda şöyle anlatır:
''1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Osmanlı Devletinin dahil olduğu grup, Genel savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu hertarafta zedelenmiş, şartları ağır bir mütareke anlaşması imzalamış.
Millet yorgun ve fakir halde. Milleti ve memleketi Genel savaşa sürükleyenler, kendi hayatlarının endişesine düşerek memleketten kaçmışlar.
Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını koruyabileceği hayaliyle alçakca tedbirler araştırmakta.
Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükumet; aciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız Padişahın iradesine boyun eğen ve onunla birlikte şahıslarını koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.
Ordunun elinden silahları alınmış ve alınmakta... ''
Şimdi dehşet ve onur kırıcı bu tabloyu gözümüzün önüne getirelim hatta gözlerimizi kapayıp bir süre  düşünelim..
Bugün böyle bir tabloyu hayal gücümüze bile sığdırmak imkansız değil mi?
Ama bütün bunlar milletin gözü önünde oldu ve yaşandı.
Çaresizlik sadece Padişah ve yönetimi teslim almamıştı!
Millet de eski alışkanlık ve itaat duygularıyla boş yere Padişah'a umut bağlamış ve kaderine riza göstererek adeta derin bir uyku haline girmişti.
 Ortada tam bir teslimiyet vardı .
Mustafa Kemal işte böyle bir ortamda Samsun’a çıkarak oradan kurtuluş hareketini  başlatmayı göze almıştı.
Ulusuna güveni tamdı.
O na göre bir kıvılcım Milleti uyandırmaya yeterdi.
Yeter ki millete herşey açık seçik anlatılabilsin.
Göze almıştı diyorum zira bu fikri düşünmenin bile ölümcül riskler taşıdığı İstanbul ortamında adeta ölüme meydan okuyarak, bu yolculuğa başka kim ya da kimler cesaret edebilirdi? 
Unutmayalım İstanbul’da Padişah, Sadrazam ve diğer yöneticilerin aczi ve pasifliği dışında ülkede kurulan bazı cemiyet, bazı gazeteler de ülkenin ancak yabancı bir ülke koruma ve mandasında yaşayabileceğini sayfalarında savunan yazıları hiç sıkılmadan onursuzca  verebiliyordu.
Ayrıca ne yazık ki asırlardır ülkede kaderbirliği yaptığımız bazı Ermeni ve Rum gruplar da durumu fırsat bilip içten içe ülkeye zarar verici faaliyetlerden geri durmuyorlar hatta yer yer işgalci güçlerle işbirliği yapıyorlardı.
Yani dış tehdit ve işgaller yetmiyormuş gibi bir de yer yer içimizden hançerleniyorduk.
Bu arada Ermeni tehciri suçlamasıyla idama mahkum edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal bey Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin fetvası ve Vahdettin’in onayı ile Beyazıt meydanında asılır, tarih 10 Nisan 1919’dur.
İdamın infazı sırasında binanın önünde işgalci İngiliz ve Fransız askeri birlikleri de vardır.
Kemal bey infaz öncesinde ''Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet ''şeklinde bağırır.
Olanca hızıyla işgallerin devam ettiği o süreçte ölümcül son yaklaşıyordu Osmanlı için.
Ortam ve Osmanlı yönetimi öylesine acz ve korkaklığa hatta paniğe girmişti ki Başbakan İzzet Paşa Mustafa Kemal’e şöyle bir telgraf emri verebiliyordu:
“Müttefikler İskenderun'a zorla girmeye kalkarlarsa üzerinize ateş etseler bile karşılık vermeyin''.
Aklın, mantığın, yurtseverliğin iflası başka nasıl olabilirdi ?
O günün basını yani Mütareke basını sürekli olarak ülkenin çok zayıf olduğunu, büyük devletlere karşı mücadele gücümüzün olmadığını onlara karşı gelmenin çılgınlık olduğunu, Anadolu’da ulusal mücadele verenlerin ''eşkiya kafalı'' olduğunu belirterek en doğrusunun batılı büyük devletlere boyun eğmemizin olduğunu yazıyordu.
Böylece hertür direnişi kırarak milli mücadele zayıflatılacaktı, plana göre.
Ama ''kazın ayağı'' öyle değildi ve hiçbir zaman da olmayacaktı!
Özetle Tam bir dayatma olan Mondros Ateşkes Andlaşmasıyla İstanbul başta olmak üzere Anadolu nun büyük bölümünün işgal edildiği, padişah ve hükümetin kendi derdine düştüğü , bunlar yetmezmiş gibi dizboyu ihanetlerin de yaşandığı bir dönemdir o dönem.
İşte bu şartlarda tüm riskleri göze alarak büyük önder Mustafa Kemal Atatürk Samsun’dan Ulusal Kurtuluş Hareketini başlatır.
İlk dönemde sanılmasın ki etrafında binler vardır.
Sadece 40-50 kişi hepsi bu !
Anadolu yu harekete getirmek de hiç kolay olmamıştır .
Bunu sadece Mustafa Kemal başarabilirdi .
O bir mucizeyi deha özellikleriyle ve en önemlisi büyük  yurt ve millet sevgisiyle başardı .
30 Ekim 1918  tarihini asla unutmamalı..
Ulusal uyanış ve ulusal kurtuluşun başlangıç tarihi o tarihtir aslında!